Almanya’nın mültecilik ve Göçmen Politikası, AVRUPA POSTASI’nda 2018 YILINDA kaleme aldığım ALMANYA’DA MÜLTECİLİK incelememde de belirttiğim gibi, gerçek sosyal-devlet anlayışına göre düzenlenmiyor. Dostlar alış-verişte görsün ve de demokrasinin varlığını gösterme adına yürütülüyor. Bu konuda birkaç örnek verebilirim. İlk örnek Kamplardan: 

Almanya’da mülteciler asgari sosyal şartların olduğu kamplarda ortalama 3 veya 6 ay tutulmaktadır. Bir akrabası veya tanıdığı kefil olursa onu alıp buradan çıkartmakta ve iş yerinde ucuz veya çok az ücrete çalıştırmak için götürebilmektedir. Geri kalanlar ise, kamptaki dil kursu vb. çalışmalara gönüllülük esas alındığı için bütün zamanlarını boşa geçirmektedir. Hatta çok ciddi boyutta kavgalar ve ölümler olabilmektedir. Dolayısıyla bunları yaşayan ve gözleyen biri olarak şu öneriyi yapmıştım: Kampa gelen her kişi, mesleğine uygun olarak ayrılmalı ve şehir merkezlerinde ki Alman iş yerlerinde, kamp boyunca çalışmak üzere istihdam edilmelidir. Bu işleyişin sayısız faydaları olacaktır: 

  1. Dil öğrenme, doğrudan olacak ve hızla gelişecektir, 
  2. Kişiler, mesleklerini çıraklık veya kalfalık düzeyinde de olsa unutmayacaklardır, 
  3. İş yerinde Alman vatandaşlarla olan ilişkilerde, varsa karşılıklı şovenizm, ön yargı vb., gerici değerleri törpülenecek ve sosyal-kültürel ilişkiler gelişecektir, 
  4. Bu politikanın sadece sosyal, siyasi ve kültürel kazançları olmayacak, aynı zamanda ekonomik olarak her iki tarafta kazançlı çıkacaktır. Bir tarafta, onları ülke ekonomisinde istihdam eden ve onlara artık para ödemeyecek olan Almanya, diğer yanda da dil öğrenen, çalışıp para kazanan, Alman vatandaşlarıyla sosyal ve kültürel ilişkiler kurarak geldiği ülkede artık sorun yaşamayacak olan ilticacılar.  

Kamp süreci ile ilgili, adı geçen yazımda gördüğüm başka eksikliklere ilişkin önerilerim de olmuştur. Ama 3-4 yıldır kimse bu önerilerle ilgilenmedi. Bir başka örnek: 

Mültecilerle ilgili Federal Yasanın aldığı karar gereği, bazı kıstaslar yoksa ilticacı derhal ülkesine gönderilmektedir. Alman hükümeti, sanıyorum yalan söyleyen, aldatıcı kanıtlar sunan mültecilere karşı haklı olarak bazı kesin kararlarla kendini korumaya almaktadır. Fakat mülteciler de kendisinden kesin kanıt isteyen ( polis veya mahkeme tarafından arama kararı gibi) yasa karşısında, yalan ve abartılmış kanıtlara başvurma ihtiyacını hissediyor. Birbirini geliştiren ve besleyen bu kısır döngü, her iki taraf içinde bir kayıptır. Eğer mülteciler, insani temelde baskı ve şiddet gördüğünü mahkeme veya polis arama belgeleriyle ispat edemezse mahkemeler kesin ret kararı vermektedir. Fakat yine de yasalar esneklik gösteriyor, o kişileri ekonomide istihdam eden politikalar güdüyorlar. Sonuçta kişiler, demoralize vb. olarak en az 3-5 sene mültecilik hayatı yaşıyorlar. Dolayısıyla bu politika hem iktidarı hem de mültecileri oldukça yıpratıyor ve enerjilerinin boşa gitmesini sağlıyor. Mülteci akınını engellemek adına, Alman hükümetin izlediği bu politika, bir bakıma gerçeklerden kaçışın bir ifadesi. Çünkü mültecilik üç nedene dayanıyor: 

  1. Ekonomik nedenlerle, 
  2. Savaşlar ve doğal afetler nedeniyle,  
  3. Ve de Siyasi baskılardan dolayı 

İnsanlar ülkelerini, sevdiklerini terk ediyorlar. 

Evet, bu nedenler ne acıdır ki ABD ve NATO ülkelerin dünya politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Eğer Almanya ve AB ülkeleri, Türkiye’ye, mülteci dalgakıranı olduğu için milyonlarca avro ödüyor veya ülkedeki ilticacılara geçici de olsa büyük harcamalar yapıyorlarsa, oturup düşünmeleri gerekiyor: ‘bu kadar harcama yapmak yerine, şu savaşlara son versek, diktatörlere silah satmasak ve onları desteklemesek daha karlı olur’ vs. diye.                                      

Tabi bu önerilerimin kapitalist sistemlerde hayat bulması mümkün değil!  

En azından; körle yatıp şaşı kalkma deyimine uygun olarak,  Alman Yöneticilerin, Erdoğan diktasıyla nasıl yatıp kalktıklarını başka bir makaleye bırakalım.