Almanya’daki siyasi durum giderek daha belirginleşiyor. 26 Eylül sonrasında hangi koalisyon iktidara gelirse gelsin, Yeşillerin hükümet ortağı olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Bu durum ise Türkiye’de ve Almanya’daki Kürdistanlı ve Türkiyeli kimi kesimlerde Almanya-Türkiye ilişkileri bağlamında bazı beklentilere yol açıyor. Özellikle liberal ve sol-liberal kesimlerde Yeşillerin hükümet ortağı olmasıyla Alman devletinin Türkiye politikalarında demokratikleşme ve insan haklarının ağırlık kazanacağı ve AKP-Saray-Rejiminin baskı altına alınacağı düşüncesi dikkat çekiyor. “Sahiden öyle mi olacak” diye sorarak, seçim sonuçlarının Almanya-Türkiye ilişkilerini nasıl etkileyeceğini irdeleyelim.

Öncelikle şu gerçeğin altını çizmek gerekiyor: ikili ilişkiler dahil, her türlü uluslararası ilişki çıkar temellidir. Konjonktürel nedenlerden dolayı bu ilişkilerde kimi zaman gerginlikler söz konusu olsa da belirleyici olan karşılıklı çıkarlardır. Karşılıklı çıkarlar ikili ilişkilerde iş birliği alanlarını genişletir, bu iş birliğini orta ve uzun vadeli hedefler konusunda yeni alanlara taşır ve süreklileştirir. Dış politika o ya da bu liderin güncel söylemine göre değil, çıkarlar temelinde ekonomik ve stratejik hedeflere göre şekillenir.

Bu gerçekten hareketle Yeşillerin koalisyon ortağı olacağı bir Federal Hükümetin Türkiye politikaları nasıl olacaktır? Yeşillerin Türkiye ve Erdoğan konusundaki güncel söylemlerine bakarak Almanya-Türkiye ilişkilerinde köklü bir değişimi bekleyebilir miyiz? AB’nin kimi norm ve değerleri, bilhassa hukuk normları konusunda bazı çıkışlar olasıdır, ancak bunlar zaten Alman devletinin elinde tuttuğu ve kimi zaman kullandığı Şartlı Rehinlerdir. Kaldı ki Şartlı Rehinler de karşılıklı olduğundan birbirlerini nötralize etmektedirler. O nedenle böylesi bir hükümetin (Sol Parti dahil olsa bile) Türkiye politikasını değiştiremeyeceğini söyleyebiliriz.

Neden? Bir kere Alman emperyalizminin Türkiye politikası 150 yıldır aynı sabit çizgide ilerlemektedir. Türkiye Alman sermayesinin çıkarları, orta ve uzun vadeli hedefleri için yaşamsal önem taşımaktadır. Türkiye egemen sınıflarının, AKP-Saray-Rejimi dahil Türk devletinin en önemli destekçisi Alman emperyalizmi olmuştur, olmaya devam edecektir.

İkincisi, Türkiye enerji nakil hatlarının merkezi, mülteci akınlarına karşı tampon ülke ve Ortadoğu ile Kafkaslara açılan kapı konumunu en önemli Şartlı Rehin olarak elinde tutmaktadır. Bununla birlikte, üçüncüsü, Ortadoğu-Balkanlar-Kafkaslar Üçgenindeki değişimler, küresel tedarik zincirleri üzerine süren ihtilaflar, Avrupa’nın yeşil kapitalizmi için atık ve fosil enerji üretimini üçüncü coğrafyalara aktarma gereksinimi, Çin’in piyasalardaki geleceğinin belirlenmesi ve benzer çıkarlar iş birliğine hazır ve askeri-sınai kompleksini geliştiren bir Türk devletini gerekli kılmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı, Şansölye Olaf Scholz veya Armin Laschet olsun, Alman emperyalizminin Türkiye politikalarında nüans farklılıkları dışında bir değişim beklemek büyük yanılgı olacaktır.