Federal Parlamento Seçimlerine iki hafta kala anketlerdeki sayılar kalıcılaşıyor gibi. SPD’nin birinci, CDU/CSU’nun ikinci parti olacaklarını gösteren tablo değişmedi. Yeni hükümetin üç partili bir koalisyondan ibaret olacağına da kesin gözle bakılıyor. Ancak asıl soru, bu koalisyonun hangi partilerden oluşacağı sorusu. Geçen cuma günü yapılan bir seçmen anketi de soruya net yanıt getirmiyor. Ankete göre SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan bir koalisyonu seçmenlerin yüzde 33’ü onaylıyor. CDU/CSU, Yeşiller ve FDP koalisyonu yüzde 29 onay alırken SPD, Yeşiller ve Sol Parti’den oluşan bir koalisyon seçmenlerin yüzde 28’inin tercihi olarak görünüyor.

Doğal olarak bu tablo CDU ve CSU içerisinde Şansölye adayı Laschet’e yönelik tepkileri artırıyor. Özellikle CSU, “Bavyera Başbakanı Markus Söder daha iyi aday olurdu” söylemlerini daha sık ifade ediyor. İşin ilginç tarafı, Laschet Alman toplumunda yerleşik olan antikomünist yaklaşımları körüklerken, geleneksel antikomünist Söder daha “sosyal” bir söylem kullanarak muhafazakârların “düşük gelire sahip toplum kesimleri lehine siyaset yapması gerektiğini” söylüyor.

Almanya’daki toplumsal öncelikleri dikkate alırsak, Söder’in söylemlerinin karşılığını bulduğunu görebiliriz. Örneğin Alman devlet televizyonu ZDF’in belirli aralıklarla yaptırdığı “Siyaset Panoraması” seçmenler açısından “sosyal adalet” anlayışının oy belirleyici önceliğe geldiğini gösteriyor. Buna göre seçmenlerin yüzde 51’i sosyal adaletin sağlanmasını birincil önemde görmekte. Aynı şekilde seçmenlerin yüzde 39’u iklim korumasının “çok önemli konu” olduğunu düşünüyor. Geçen seçimlerde “günah keçisi” rolü oynatılan mülteci ve göç politikası – şimdilik – seçmenlerin büyük çoğunluğunca “ikincil önemde” görülüyor. Irkçı-faşist AfD’nin oy kaybı bu yaklaşımla açıklanmakta.

Bu toplumsal öncelikleri göz önünde tutan Sol Parti ise dış politikada hiçbir şey söylemeden sosyal politikaları merkezine alan ve daha adil vergilendirme, daha yüksek maaşlar, daha iyi emeklilik, kiracıların ve iklimin korunması için talepleri içeren bir “Acil Siyaset Programıyla” yeni Federal Hükümet için “Ortanın Solu” koalisyonunun gerçekçi bir alternatif olduğunu savunuyor. Böylesi bir koalisyonun oluşması içinse, NATO’dan çıkılması gibi taleplerden vazgeçeceği sinyalini veriyor.

Her ne kadar toplumsal öncelikler ve anketlerdeki aritmetiksel olasılıklar “Ortanın Solu Hükümeti” için belirli bir seçmen tabanı oluşturuyor olsa da yeni Federal Hükümeti oluşturabilecek güce sahip değil. Görüldüğü kadarıyla Almanya toplumu verili sermaye egemenliğinin “Yeşillendirilmiş” bir modernizasyonunu yeterli bulmakta. Almanya’daki toplumsal ve siyasal sol gerçek anlamda olan sosyo-ekolojik reformların uygulanması için toplumsal mobilizasyonu asıl önceliği hâline getirmediği müddetçe, bu toplumsal anlayış değişmeyecek gibi görünüyor. 2017 seçimlerinde yüzde 9,2 ile 69 milletvekilini Federal Parlamentoya sokan Sol Parti’nin güncel anketlerde hâlâ yüzde 6 civarında görülmesi, bu tespitlerimizi kanıtlamıyor mu?