Korona salgını nedeniyle uygulanan kısıtlamalar yavaştan kalkıyor ve Mart ayından beri belli olan Almanya’nın Avrupa Birliği (AB) içinde rakipsiz duruma gelmesi açık olarak kendini gösteriyor. Özellikle İtalya ve İspanya’ya AB yüksek miktarda kredi verecek ama bunun yeterli olacağı şüphelidir. Ek olarak Almanya bankaları da bu ülkelere yeni borçlar verecekler, Almanya tekelleri yeni yatırımlar yapacaktır. Bunun sonucu bu ülkelerdeki çok sayıda kuruluşun denetiminin ve hatta mülkiyetinin Almanya banka ve tekellerine geçecek olmasıdır.

Almanya nüfusunun büyüklüğü dikkate alındığında dünya çapında Korona salgınıyla en iyi mücadele eden ülke olarak görülüyor. Bunun bir nedeni virüsü erkenden ciddiye alıp harekete geçmek ise, diğer nedeni de Robert Koch Enstitüsü’dür. “Her Avrupa ülkesine böyle bir enstitü gereklidir” yaklaşımı boşuna değildir. Mikrobiyoloji alanında yıllardan beri araştırma yapmak, tedavi yöntemleri geliştirmek, bu alanda iyi birikim sahibi olmak önemlidir. Bunu Trump da fark etmiş olacak ki, Tübingen’deki laboratuarı yüksek miktarda para teklif ederek satın almak istedi ancak kabul edilmedi. Almanya nüfusuna göre az kayı verdi. Ölü sayısı İtalya, İspanya ve Fransa’daki kadar yükselmedi.

Almanya ekonomisindeki canlılık azaldı ve bu bir süre daha devam edecektir ama aynı durum daha da kötü olarak bütün AB ülkelerinde görülüyor. Almanya bütçesinin yıllardan beri fazla veriyor olması, bu fazladan daha fazlasının ekonomiye değişik yollardan pompalanmasında daha rahat hareket edilmesi imkanı yarattı. Tekeller devletin verdiği karşılıksız paradan en büyük payı almakla birlikte, özellikle orta ve küçük işletmeler büyük darbe yedi. Bu kesimin de üç aylık sabit masrafları devlet tarafından ödendi ama faaliyetleri o kadar azaldı ki, bir bölümü kapandı ya da bu tehlikeyle karşı karşıyadır.

Hükümet ekonomiyi canlandırmak için vergi indiriminin yanı sıra çocuk ve bakım parasında, emekli maaşlarında artış öngörüyor. Bunlar başka AB ülkelerinde görülmeyen uygulamalardır ve öncelikle amaç iç tüketimin artırılarak ekonominin canlandırılmasıdır. Almanya’nın ihracat şampiyonu olması bu dönemde birinci önemde görünmüyor. Başka ülkelere ihracat yapılabilmesi için onlara kredi verilmesi gerek çünkü yeterli paraya sahip değiller ve özellikle iç piyasada tüketimin artması gerekiyor. Sosyal yardımlarda görülen büyük artış da bunu amaçlıyordu zaten.

Fransa AB ile ilgili değişik toplantılarda Almanya ile birlikte görünse bile önemi iyice gerilemiştir. AB öncelikle Fransa-Almanya ittifakına dayanır ve bu ittifakta yıllardan beri ağır basan taraf Almanya idi, şimdi bu ağırlık daha da artmıştır.

Fransa eskiden yaptığı gibi bir şekilde kendini göstermeye çalışacaktır. İngiltere’nin AB’den ayrılmasından sonra Birlik içindeki tek nükleer güç Fransa’dır.

Belli mi olur, yirmi yıl kadar önce yaptığı gibi Avustralya yakınlarında kendisine ait olan küçük adalarda yeni nükleer denemelere girişebilir.

ABD ve Rusya Federasyonu’nun nükleer kapasiteleri dikkate alındığında Fransa’nın yirmi yıl kadar önce yaptığı denemelerin de anlamı yoktu.

Maksat, “ben de varım” diye kendini göstermekti.

Bu sefer bu bile zor görünüyor…