Nuriye ile Semih'in cezaevinde neredeyse 100. gününe giren açlık grevleri ve hakim suskunluk akla gelince, insanın yazı yazma şevki kırılıyor, isyan edesi geliyor. Ancak hücrede tek başına, bedenlerini feda ederek mücadele edenler, dışarıda herkesin görevini layıkıyla yerine getirmesini beklerler. Bilhassa özgür basın her şeye rağmen görevini eksiksiz sürdürmelidir. O nedenle sokaktan geriye kalmadan, her alanda mücadeleyi unutmadan yazmalı, bilgi ve düşünceler paylaşılmaya devam edilmelidir. Aklımızda dostlarımız, yoldaşlarımız, her an gelebilecek kötü habere hazırlıksız yakalanmama kaygısıyla devam etmeliyiz.

Katar-Suudi despotlarının giriştikleri kavga, ABD ve AB arası çelişkiler, Britanya seçimleri ve daha bir çok kriz görüngüsünün ardında medyada görünmez kılınan F. Almanya-Türkiye gerilimi neredeyse unutulacak gibi. Görüldüğü kadarıyla iki taraf da »İncirlik sorununu« kazan-kazan yöntemiyle çözmüş durumdalar. F. Ordunun ve teçhizatlarının İncirlik'ten Ürdün'e taşınmasıyla bulunan çözüm, hem F. Alman emperyalizminin, hem de AKP-Saray-Rejiminin işine geliyor. Gerçi bölgede radar uçuşları yapma görevi olan F. Alman uçaklarının varlığı, Rusya'nın kontrolü eline almasıyla gereksiz olmuştu. O açıdan sözde »Anti-DAİŞ-Koalisyonunun« F. Alman uçaklarının çekilmesiyle pek büyük bir avantaj kaybı olmayacak.

Ancak böylesi bir çözüm iki taraf içinde önemli siyasal avantaj sağlayacak. F. Hükümet iç kamuoyunda oluşan ve »Erdoğan bize şantaj uyguluyor« görüşüne dayanan eleştirileri büyük ölçüde gerekçesiz bırakabilecek. Aynı zamanda »Avrupa'nın demokratik değerlerinin savunucusu« olma demagojisiyle, »parlamenterlerimizi İncirlik'e sokmayan Türk hükümetine haddini bildirdik« propagandası yapabilecek, ki burjuva medyasında bu propaganda çoktan yaygınlaştırılmakta bile. AKP-Saray-Rejimi ise Sünni-muhafazakar tabanı »geri adım atmayan« ve »yedi düvele meydan okuyan Erdoğan/AKP« resmiyle yakınında tutmaya çalışacak. Sonuçta iki taraf da kontrollü yürüttükleri gerilimden azami kâr yapmaya çalışacaklar.

Uzun vadede F. Almanya-Türkiye ilişkilerinin özünde değişen bir şey olmayacağını şimdiden öngörmek olanaklıdır. Bir taraftan her iki ülkenin askeri-sınaî komplekslerinin derinleştirilen işbirliği, F. Alman sermayesinin Türkiye'nin ihracatından aldığı payların artması, neoliberal politikaların aynı şiddette savunulması, diğer taraftan da NATO üyeliği, karşılıklı bağımlılıklar ve Suriye ile Irak'taki belirsizlikler, iki egemen sınıfın işbirliğini zorunlu kılıyor. Emperyalist-kapitalist dünya düzeninde »yeni sorumluluklar« üstlenen ve dünya gücü olma hedefini güden F. Alman emperyalizmi için jeostratejik konumu emsalsiz olan Türkiye, yaşamsal önem taşıyor. Bu nedenle »Batı Erdoğan’ı veya AKP’yi elinden çıkaracak« türünden liberal hayallere kapılmamak gerekiyor. Kaldı ki, Batı’nın herhangi bir rejimi »elinden çıkarması« hiç bir zaman o rejimin boyunduruğu altında inleyen halkların ve sömürülen sınıfların lehine olmamıştır. Her zaman emperyalist çıkarlara yaramıştır.

Biz oradan buradan medet ummayı bırakalım ve gerçek kurtuluşun ancak ezilenlerin ve sömürülenlerin eseri olacağını unutmayalım. Açık faşist diktatörlüğe gidilen yolda aklımızdan çıkarmamamız gereken tek gerçek budur.

10 Haziran 2017