İslamcı faşistlerin kafalarında da bir değişiklik yok. Komünistler hakkında uydurdukları yalan ve iftiralar 70 yıl önce ne ise, bugün de aynı. Ben bu değişmeyen yalan ve iftiraların çocukluğumdan beri tanıklarından biriyim.  

Sünni bir ailenin çocuğu olarak ilk önce Alevileri kötüleyen, karalayan ve hatta " kâfir " den öte düşmanlaştıran yalan ve iftiraları dinledim. Onların kefere dedikleri bu insanlar, oruç tutmayan, namaz kılmayan, içki içen, saz çalıp oynayan, mum söndü geceleri düzenleyen, bu geceler de birbirlerinin karısını be..ren, namussuz ve ahlaksız, pis insanlardı...

Hrıstiyanlar, Müslüman olabilir, hak yoluna gelebilirdi, ama Aleviler bu haktan yararlanamazdı. Çünkü onlar, bu haktan yararlanamayacak kadar Allah katında lanetlenmiş insanlardı. Kadınları ve erkekleri arasındaki eşitlik, ahlaksızlıktı. Ve Müslümanlıkla ilgisi yoktu. Onun için onlardan uzak durulmalı, gerekirse bunlar acımadan dövülmeli, katledilmeliydiler. Yavuz Sultan Selim, tarih de bu hizaya gelmemiş Kızılbaşları kılıçtan geçirmekle Allah'ın ve İslam'ın emirlerini yerine getirmiş gerçek bir Osmanlı idi. Aleviler aleyhinde çocukken kulaklarımıza fısıldanan ve sohbetler de dinletilen ilk yalan iftiraların özeti kısaca böyleydi.  

Bu arada unutmadan eklemem gereken bir anlatıları daha vardı. O da Aleviler 'in elinden çıkmış yemek, içmek günahtı. Kestikleri hayvan eti haramdı vs. Tüm bu uyduruk kötücül şeyleri biz çocuklara aktaranlar, aile ve sülale büyükleri olan koca koca, yaşlı, başlı insanlardı. Onlara da aktaranların dede ve ninelerimiz, onlarında dedeleri ve nineleri olduğu kesindi. Nesilden nesile devralınmış bir Alevi- Kızılbaş düşmanlığıydı bunlar. Ön yargılardan ve yargısız infazlardan beslendiği de kesindi. Kesindi, çünkü Aleviler den uzak duran ve onlarla içli, dışlı olmadan, onları anlayıp, dinlemeden, onlardan izole bir yaşamın içerisinde idiler. Köyler ve mahalleler bile, alevi- Sünni diye görünmez sınırlarla, duvarlarla ayrılmıştı. Bu da doğal olarak, birbirini yakından tanıma olanağından yoksun insanların önyargılı ve düşmanca bakış açılarını kalıcı hale sokup, kökleştiriyordu. Ama hayat,  birbirine düşmanlaştırılmış insanları günlük Yaşam’ın akışında zorunlu olarak yan yana da getiriyor, aynı okul sınıfın da aynı devlet dairesinde, aynı orduda, aynı fabrikada, aynı tarlada buluşturuyordu. İşte burada anlatılan ve duyulan uyduruk yalan ve iftiraların ilk cilası dökülmeye başlıyordu.  

Olacak ya, ilk âşık olduğum kız Alevi idi. Buna karşı ilk çıkan da benim Sünnici çevremdi. " O, alevi-Kızılbaş, sen Sünni Müslüman olarak bu iş olmaz." diyenler o kadar çoktu ki, aralarında tek başına kalmış ve kuşatılmış bir duruma düşmüştüm. Bu durum, ister istemez, Aleviler hakkında duyduklarımı ve anlatılanları sorgulamayı başlatmama neden oldu. Bir taraf da ilk aşkım alevi kız, diğer taraf da içinde bulunduğum Sünni çevrem. Orta da kötü olan, namussuz olan hiçbir şey yoktu. Aksine ilk sevdanın insanı mutluluktan uçuran bir sıcaklığı vardı. Bunun neresi kötü, neresi günah olabilirdi? Allah ve Kuran buna neden karşı olabilirdi? Ama hakiki Müslüman olduğunu söyleyen Sünni çevrem karşıydı işte! İlk itirazım, eğer Allah, insanların birbirini sevmesine ve âşık olmasına karşı ise, bu onun tüm insanları sevmediğini, sadece Sünnileri sevdiği sonucuna vardığım da oldu. Sazın ilk teli böyle koptu. Ve benim kimi seveceğime, kime âşık olacağıma karışan, bir de üstüne üstlük aforoz eden bir Allah, benim veya bizim Allah’ımız olamaz dedim en sonunda. Bu cesareti daha 14 yaşın da iken gösterebilmiştim. Allah korkusundan bugün bile tir tir titreyen milyonları düşündüğüm de cesaretimle gurur duymak, ukalalık olmaz herhalde. Okuma alışkanlığım da bunda çok rol oynadı tabi. Korkuyu yenmenin en büyük silahı, bilgi olduğunu keşfetmiştim. Yasak olan, günah sayılan ne varsa sorguluyor, araştırıyor, okuyordum.  

Alevileri kötüleyen ne varsa, aynı şeyler Komünistler içinde söyleniyordu. Alevilerin toptan komünist sayılması da bu yüzdendi zaten.  Ama Komünizm ve komünistler daha ürkütücü idi. Orada devlet zoru ile yapılan bir ahlaksızlık vardı. Karısının oda kapısına asılan yabancı birine ait şapkayı gören koca, namusunu koruyamadan çekip gitmek zorundaydı. İsteyen istediği ile ana baba, bacı kardeş demeden cinsel ilişki de bulunabilir, kimse de buna karışamazdı. Çünkü Komünist devlet buna izin vermezdi. Her şey, Komünist devlete ait idi. Herkes silah zoruyla çalıştırılıyor, herkes silah zoruyla ahlaksız ilişkiye zorlanıyordu. İslamcı, milliyetçi Sünni kesim' in sürekli dillendirdikleri karalama propagandanın özünü işte bu uydurma yalan ve iftiralar oluşturuyordu. Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Aziz Nesin vb. Kitapları okunmaması gereken yazarlardı. Çünkü onlar, komünist idi. Milli değerlerimize, ahlakımıza, dinimize düşman, Rus ajanı, hain komünistler arasında sayılıyor ve bunlara karşı amansız mücadele edilmeliydi.  

Köy enstitüleri de işte, bu tüm kötülüklerin ve fuhşun yayılması için çaba gösteren, yeni nesillerin beynini yıkamak isteyen Komünistler'in sinsi bir projesi idi. Bunların kapatılması için her şey yapılmalıydı. Ve yapıldı da. Buraya kadar başvurulan yalan ve iftiraların ana ekseni hep din, iman, ahlak, vatan, millet olmuştur. Şimdi de öyle. Benim çocukluğumda duyduğum, dinlediğim tüm yalan ve iftiraları görmem ve bunların sahiplerini tanımam, yasak olan kitapları okumam sayesin de olmuştur. Çoğunlukla okumayan gerici yobaz çevre ye,  tüm kötülüklerin adresi olarak gösterdiği, Komünizm ve komünistler'in kelime kökeni ne anlama geliyor diye sorulsa, bu çevrenin %98’i bunu bilmez ve açıklayamaz. Bunun böyle olduğunu, ben, kendi deneyimlerimden biliyorum.

Komün kelimesinin Latince toplum anlamına geldiğini, Komünizm'in ise toplumcu bir düzen olduğunu bilen çok az kişi vardır. İşte %98’lik kesim bunu bilmeden duyduklarına inanan sürü bir kesimdir. Köy Enstitülerinin kapatılmasını da işte bu cahil, duyduklarında inanan sürüyü kışkırtarak başarı sağladılar. Oysa köy enstitülerin de öğretilen derslerin ve meslekler' in ülkenin sıfırdan kalkınma projesin de ne kadar üretken ne kadar sosyal ne kadar aydın bir yüzü olduğu gerçeği vardı ortada. Toprak ağaları ve din den beslenen gericilik için büyük bir tehlike olduğu doğru idi. Çünkü bilinçlenmiş, elinden çok iş gelen bir nesili kandırıp sömürmeleri artık mümkün olmayacaktı. Bunu engellemek için her türlü baskı, yalan, iftira devreye sokulmalıydı. Köy Enstitülerinin kapatılması için yapılanlar da bu olmuştur.  

Ve hala bu yalandaki ısrarları sürüyorsa, bizim de gerçekleri açıklama ısrarımız sürmeli.