Kafka’nın neredeyse bundan yüz yıl önce yazdığı ‘Bir Açlık Sanatçısı’; yine atmakta yüreğimde, yine bana eşlik etmekte.

Doğru bulalım ya da bulmayalım; Açlık Sanatçıları’nın olmadığı bir dünya yaratmaya, daha çooook ama çoook uzun yıllar var. Bu dünyada tek bir çocuk dahi aç kalmayıncaya, öldürülmeyinceye dek belki de!

***

Duygusallık ve sağduyulu olmak!

Tekeller düzeni içerisinde, ‘politik olmak-duygusal davranmamak’ adına, sağduyu erozyonlar altında. Düşünmek-öğrenmek, cehalete karşı sürekli kulaç atmaktansa, alışkanlıklara teslimiyet cirit atmakta.

Korku, sürekli katmerlenen bir güvensizlik, ‘akıl’ dediğimiz şeyi prangalayıp durmakta.

Aklı prangalanan insanlık, karşı koymak, reddetmek gibi davranışları sergileyişinde rehabilite edildikçe edilmekte.

Böyle bir insanlığın içerisinde; evet yine-yeniden Açlık Sanatçıları bedenleriyle önümüzde.

“Güven ve sevgi hep insanın ihtiyaç duyduğu-duyacağı şeyler; bunlara hep akacak insanlık” demek, umutsuzluğa kapılmamı engeller hep. Bir tebessüm yapıştırır bu umut yüzüme. Açların sızıları, beynimde-yüreğimdeyken, bu tebessümle yürüyorum yine...

***

Tam böyle, bitip tükenmeyen girdapların yeni sayfalarının tanıklığındayken; buralarda da süren bir hayatımız var elbette. Oradaki hayatlar, buradaki hayatlara da bulaşıyor bir şekilde. Buralardakiler, oralardakileri masaya yatırıp tartışmaya o kadar alışmışlar ki... adeta her şeyin ama her şeyin, en iyi ama en iyi çözümünü bilenlerin, hepsi ama hepsi buralarda!

Bu “bilmişler”in dışındaki bahar çiçekleri, üniversiteli devrimci gençler “bir kahve içelim mi? Şöyle bir proje yapıyoruz...” dediler. Kahve içilecekse, benden de bir ricaları var demektir. Tiyatro bölümünde okuyorlar. Bitirme tezlerini verecekler ve tezin bir parçası olarakta, bir tiyatro projesi sunumunu gerçekleştirecekler. Tez konuları; “Sanatın Direnişi: Sanat Dünyayı Değiştirebilir mi?”. Ve bunun içerisinde de dünyayı değiştirmek isteyip, sürgünde yaşamak zorunda kalanlardan da kesitler ekleyip; nasıl bir dünyada yaşadığımızı tasvir etmek istiyorlar.

“Alışkanlıklara teslim olmak mı, onları reddetmek mi?” sorusunu sorarak bu çalışmayı yapmalarını umudettiğimi anlattım. Buraları tanıdıkça, gerçekleştirilen kültür-sanat projelerinden bana nasıl gına geldiğini anlattım. “Sen işte bunu anlat o zaman” dediler. “Yoook! Devrimciyiz diyorsunuz, devrimci sanatı siz yapacaksınız, benimki sadece küçük bir katkı olacak. Sahneleri geçin, hayatımdan hayatınıza iki damla aksın, sizden de bana aksın yeter. Sanatınızla hangi düşünsel monotonluklara, alışıldık projelere-sunumlara bir balta indireceksiniz, gösterin! Ancak gençler bunu başarabilir, hep inanırım buna ben” deyiverdim. Aylardır patlatmakta oldukları beyinlerinde, kurdukları inşaatın yapı taşlarını hayli değiştirdiler sanırım.

Tüm bunların içerisinde pat diye, Leyla Güven’den bahsediverdiler. Bu ismi Alman aksanıyla duyuverince titreyiverdim. Bana; “Açlık Grevi yapılmamalı artık herhalde, başka mücadele yöntemleri denenmeli. Sosyal medyada bunu tartışıyorlar” dedi bu çocuklar. Bu çocuklar, Türkiye sokaklarını, işkence-zindanını görmemiş bu çocuklar, buradaki mücadelesizliğin sıkıntıları içerisinde olan bu çocuklar, Türkiye’de verilebilecek mücadele yöntemlerinden bahsediyorlar! “Bakın, düşüncem nasıl olursa olsun; oradakilerin eylem tarzlarına söz söyleme hakkını kendimde dahi görmüyorum. Neredeyse nefes almanın bile suç sayıldığı bir ülkedeler onlar. Buralarda ise, hep aynı şeyleri tartışarak kazandığımız hiçbir şey yok. Kaybettiğimizse sağduyu! Kafka’nın Bir Açlık Sanatçısı’nı bilir misiniz?” deyince, canım benim, hemen ama hemen anladılar. Utandılar! Onları bu denli utandırmaktan utandım. Sağduyulu davranabildiklerine sevindim.

Bu işlerin, ağızlarda bu denli rahat sakız edilebilmesine hayıflandım bir kez daha. Bir kez daha Açlık Sanatçıları’nın; tok karınla, masa başlarında meze yapılabilmesine hayıflandım.

Kazanmak-kaybetmek kelimeleri hafif kalıyor artık.

Tekeller düzeninde de olsak; bir şekilde güven ve sevgiye akar-akacak insanlık. Ancak önce kendimiz güvenilir, tutarlı olabilmeli, ezilenlere-direnenlere-reddedenlere sevgi duyabilmeliyiz. Böyle tükenmez umudumuz ve gücümüz. Böyledir bizim sevdamız.