Doğa sizi dinler mi?

Herşeyi bir piyasa mantığıyla görenlere ve *5 Haziran'ı Dünya Çevre Günü ilan edenlere benimde söyleyeceklerim var; İnsanları artık global olaylar kadar , çevrelenme , yeşillenme ve insanlaşma gibi tavırlar ilgilendirmektedir.

Bugün akla gelebilen her alanda çok ciddi çevre kirliligi yaşanıyor. Soluduğumuz havadan yediğimiz her çeşit yiyecege;dağların, denizlerin ve göllerin kirlenmesinden bir çok hayvan türünün ve ormanların yok olmasına nükleer artıkların yararttığı hastalık tehlikelerinden ozon tabakasının delinmesine kadar. Doğanın tahribatı ve Çevre kirliliği bugün yaşamımızı ve geleceğimizi doğrudan etkiliyor.
 
Dünyanın altını üstünü getiren kapitalistlere karşı insanlık sesizlik ve suskunluk içerisinde. Ama doğa kendine yapılan haksızlığa karşı tepkisini göstermektedir. Doğa sessizliğini korumuyor, tepkisini gösteriyor. Kapitalistler o kadar çok yüklendiler ki, kimyasal gaz bombalarıyla,uçak savarlarıyla, atom kraft denemeleriyle, deniz altı savaş uçaklarıyla, Nükleer silahlarıyla, Nükleer santrallarıyla vb güçleriyle her yönlü saldırıya geçtiler. Doğanın ve insanın dayanışmasını bozdular. bozmaya da devam ediyorlar.

İşte kendi dayanışmasına sahip çıkan Doğa; devletin sözünü dinlemiyor, medyanın onu görmezden gelmesine aldırmıyor. Olacak şey mi; doğanın hesap sormasına devlet sözünü geçiremiyor. Devletin sözü Doğa'ya geçmiyor.

Doğa işte; devletin sözünü dinlemiyor. doğa'nın hesap sormasına ne devletler nede kapitalistler doğaya sözlerini geçiremiyor. Doğanın altını üstüne getirenler daha çok etkisini göstermek için insanın gözüne sokarcasına pervasızlaşıyorlar. Her türlü doğayı tahrip ediyorlar.Türkiye'de Devletin bekası ve şürakası varsın konuşsun kütahya da yeraltı sularına siyanur karıştığının üstünü örterek konuşsunlar, madene selam, paraya selam, reklama selam yalana selam , yola devam etsinler, nükleer santrala selam desinler, doğanın felakaetini hazılarlayanlara selam desinler, ama doğa isyanını gösterir. Doğa işte, her zaman pratiğini ve sözünü sakınmaz. kütahya da ne güzel siyanurlu altın arama çalışmaları devam ediyordu, suya siyanur karışmıyor diye demeç verenler, herhangi bir zararı yok diyenler doğanın isyanına karşı duramıyorlar, durdursalar onuda faydalı diye yutturacaklar. Derler mi derler derler!

Doğanın altını üstüne getirenlerin borazancıları Çernobil patlamasında, Karadeniz'de Radyasyon yok diyorlardı.Bunu diyenler arasında bir bakan vardı. Bakan'ın elinde çay bardağıyla resimli pozlar vererek ''bakın ben içiyorum, çayda radyasyon yok'' diye halkını kandıran kimden olabilir?

Peki, yıllar sonra o bölgede kanserden ölenleri kim, nasıl açıklayabilir? O yalanı söyleyen Bakan hakkında herhangi hukuki bir işlem yapılmaması neye bağlanabilinir?

Karadeniz oto yolu ile övünen devlet, karadeniz denen sahil kelepçesini dinledi mi? Uşak'da, Bergama'da, siyanürlü altın arama işlerinde, termik santlarında, kaz dağlarında, Gökova'da, Dalyan'da soyu tükenmekte olan Caretta -Casetta cinsi kaplumbağaların yumurtalama sahalarında yapılacak dev otel inşaatları , Pamukkale'nin o eşsiz kar beyazı dogal güzelliğinin sularını üç-beş inşaat şirketlerine peşkeş çekenler vd. yerlerde gelişen doğa tahribatlarını yaratanlar kimler? Ankara'nın göbeğinde kalan tek yeşil alan olan Güven park'ın otoparka devir etmesine olanak sağlayanlar ve bu yeşil alanı betonlaştırmak isteyenler kimlerdi? Ankara Belediye'sinin Zafer Parkı'na göz dikerek ağaçları kesen mantığı, nasıl açıklanabilinir? (Suskunluklara Çevre Duyarlılığını Yayma Girişimi ve Türkiye çapında faliyet gösterecek yeşil-Barış Derneği ortaya çıktı) Kütahya'da siyanurlu altın arama şirketlerinin yarattığı tahribat ve sularına karışan zehirli maddeleri inkar eden Vali ne adına karşı çıkabilir?. Bilirkişi kurumları, doktorlar ve çeşitli kurum ve odaların yaptığı açıklamayı yalanlayan da Vali'nin kendisi değil midir.?

AKP, Bakanı Zafer Çağlayan Mersin'lilere yaptığı konuşmada “Nükleere karşı çıkanlar sizleri kandırmaya çalışıyorlar. Bu konuda uyanık olun. Burada yapılacak nükleer santral Türkiye açısından, Mersin açısından önemli olacak. Sizlerin evlatlarınız burada iş ve aş bulacak. Buraya 20 milyar dolar yatırım yapılacak. Bunlara karşı mısınız? Karşı olanların bilgisi yok, fikri yok, bu işi bilmiyor. Eğer buraya nükleer santral yapılmazsa her yıl 4 milyar dolar yurt dışından aldığımız doğalgaza gidecek. Yazık değil mi, günah değil mi bu milletin parasına?” ifadelerini kullanmıştı.

Türkiye'de partilerin, parti progamlarında elle tutulur bir çevreci ve doğacı konseptleri yok. AKP ne kadar çevreciyse, CHP ve MHP'de o kadar çevrecidir. AKP ne kadar nükleer santralar istiyorsa, CHP ve MHP'de o kadar nükleer santral istemektedir.Doğa'ya karşı yok birbirlerinden farklılıkları.Medyanın yeşillenmenin ve doğanın gündeme getirdiği konuları sahiplenmekten çok uzakta durmalarıyla devletin yanında saf tuttukları unutulmamalıdır.

Devletin şürakası; Nükleer enerji, radyasyon gibi sorunlar karşısında, halkı yanliş bilgilendirmeyle ,halkına yalan söylediler. Akkuyu nükleer santral konusunda, Konya-Karapınar, Manyas kuş cennetini yok edenlerle elele vererek , kuş cennetini ölüme doğru gitmesine sesiz kaldılar.

Devlet ve onun partileri çevre ve doğayla ilgili demeç verme düzeyinde yanlış ve yanlı bilgilerle gerçeğin dışında kaldılar. Berlin ünirvesitesi profesorlerinden Martin Janenick, bu durumu ''parlementer demokrosinin tıkanması ve hayata ilişkisinin kopması'' olarak yorumluyor. Görünen o ki, Türkiye'de de basma kalıp demeçler ve asık yüzlü resmi politikacılarla yürüyen politik hayatın dışında 'farklı' bir siyasetin yavaş yavaş ortaya çıkması gündemin temeli olmalıdır. Artık çevrecilik bilinci ve nükleer santrallara karşı gelişen bir muhalefetin olması da bir sorumluluk duygusudur, bu bir gelişmedir.

Sorun her bir bireyin, yani senin- benim, yani bizim kendimizi nasıl gördüğümüz, nasıl görmek istediğimizdir.
Çevreciliğin-yeşillenmenin-doğanın bir toplum sorunu ve bilinci olarak görmek istiyor muyuz kendimizi!?
 
Devletin Vali'si konuşsun, belediye başkanı konuşşsun, bakanlar konuşsun, patronlar konuşsun, emperyalist sermaye konuşsun, Kütahya'da Mersin-Akkuyu'da konuşsunlar, doğa isyan etmeye devam ediyor. Doğanın hakkını vermeyenler, dogayı sevmeyenler, doğayı korumayanlar bir gün mutlaka doğanın gazabını uğramaktan kurtulamıyor. Madene selam, paraya selam, reklama selam, yalana dolana selam desinler yola devam desinler, Nükleer santrala selam desinler, doğanın felaketini hazırlayanlar elbiriliği etsinler, işbirliğine girsinler;hava ağardı doğa isyanla tavrını sergilemeye de devam ediyor.

Yanıtları sorgulayanlar varmı? Büyük devletin, büyük patronları, anlı şanlı tv kanalları; Nükleer santralların,, barajların, siyanürlerin, yanıtlarına takmayan üstüne gitmeyen yalan bilgilerinizle bilgi kirlenmesini sürdüren tavırlarınızla reklamlara devam devam edin, bir gün sizde o haksızlığınızın altında kalırsınız. O gökdelenlerinizin ihtişamı altında kalırsınız.

Doğa işte böyle; Haksızlığa karşı isyan ederek sözünü geçiriyor . işte o zaman ahlamalarla, vahlamalar, ağlamalar sızlamalar ortalıktan geçilmiyor. Tüm bunlar görülmemezlikten geliniyor. Peki nereye kadar?

İşte, herşeyi Emperyalistlerin gücüne havale edenler doğayı yalanlarınıyla kandıramaya çalışıyorlar.İnsanları yalanlarla kandırıyoryorlar. Her ne kadar, kaderin ve alınyazısını öne sürseniz de kar etmiyor. Çünkü suçlusunuz. Çünkü yalancısınız.
 
Bilim insanları, global ısınmanın en önemli nedenlerinden biri olarak görünen fosil yakıt tüketiminin en yüksek boyuta vardığını ortaya koyuyor. fosil yakıt kullanmını, 1997'da 8 milyar tonu gecmişti. 23 milyar ton karbondiosit atmosfere karıştı. Ozan tabakası, Güney'den sonra Kuzey yarımkürede de delindi. Atmosferin üst katına ulaşan egsoz ve fabrika gazları, dünyanın çevresinde tıpkı sera gibi bir tabaka oluşturdu. Bu tabaka, kırılıp dönen ışıkları tutuyor ve dünyanın sürekli ısınmasına yol açıyor. Yıllar önce dünya
şairimiz Nazım Hikmet havalardaki acaipleşmeyi bir şiirinde bunu şöyle dile getirmişti.

Acaipleşti havalar
Bir güneş, bir yağmur, bir kar
Atom bombası denemelerinden diyorlar
Stronsium 90 yağıyormuş
ota, süte, ete
umuda, hürriyete
kapısını çaldığımız büyük hasrete
kendimizle yarışmadayız gülüm
Ya ölü yıldızlara götürecegiz
Ya dünyamıza inecek ölüm.


Çevre değişimlerini izleyen bir komisyon olarak faliyetini sürdüren WBGU'nun araştırmalarına göre mavi gezegen 16 hastalıktan muzdarip çevre hastalıkları giderileceğine, günbe gün daha da kronik hal alıyor.İklim değişiklikleri ve sera etkisi yaratan global ısınma mevsimleri alt üst ediyor.

Oysa bilimadamı Wallace Brocker'in dediği gibi "iklim vahsi hayvan gibidir. Tahrik etmeye gelmez ki". Ne yazık ki Doğaya karşı gerekli duyarlılık gösterilmediği önlemler alınmadığı için 1960'dan beri dünyanın sıcaklığı her yıl 0.1 derece artarken, bu rakam 0.4'e fırlamıştır.Antartika buzulları erimeye başladı. Denizlerin seviyesi, 2 mm yükseldi.

Dünya gıda örgütü (FAO) yayımladığı raporlarda, 1980-1995 yılları arasında 1.8 milyon km kare ormanlık alanın tamamen yok olduğunu bildirdi. Eski araştırmaların verilerinde dünya 62 milyon km kare doğal orman kaplı görünüyorken, bu oran, 13 milyon km kareye düşmüştü. Brelzilya'nın ünlü ormanları teker teker devrildi, böyle olmasının doğrudan sonuçlarından biri yağış oranlarındaki düşüs gösteriliyor. Bilim insanları, kuraklık yaşanacağı ve çölleşmeye doğru gidildiğini bangır bangır bağırıyorlar yıllardır. Ama dinleyen kim!..

Türkiye'de ormanlar yakılmaktadır, yakılan bu ormanların yerine devasa oteller ve binalar dikilmektedir. Bu vahşete dur demedikleri gibi bu devasa görüntülere kim göz yummaktadır?, kim katgı sunmaktadır.?

Atom kraft denemeleri, kirli savaşlarda kimyasal silahların kullanılması, (Türkiye'de doğa üzerine bırakılan bombalar ve kimyasal silah kullanımı, arazi mafiasının görülmemiş boyutlara varan faaliyetleri, çifcilerin ekime alan açmak için eline balta almaları, uçak egzoslarından zehir üfleyen ve milyonlarca araba vs vs.

Bütün bunların ve burada saymadığım daha bir çok şey, Doğa ve çevre kirliliği, yeryüzünü paylaşan tüm insanlığın temel sorunlarıdan biri haline getirmiştir. Emperyalist ülkelerin, bu sorunudaki sorumlulu
ğu çok büyük, ama önlem alma konusundaki tavırları, uygulamaları tutarsiz, görüntüyü ve günü kurtarmaya yönelik tam iki yüzlü açıklamalar yapıyorlar. Örnegin Fransa, hava kirliliğini sınırlamak için bir dönem için trafikte tek-çift plaka uygulamasına giderken, diğer taraftan, Okyanus'larda atom kraft denemeleri yapmaktan geri durmadı.

AKP'li Bakan Çağlayan’ın nükleer santralin ne olduğu konusundaki ifadelerini baştan sona insanları kandırmaktır. Aynı eski Bakan'lardan Cahit Aral'ın radyasyonlu çaylar üzerine söylediği yalan gibi. Türkiye örneğin Fukushima’dakinden daha güvenli bir santral yapamayacağına göre bunun insan hataları, inşaat hataları gibi sebeplerle aynı riski taşıdığını insanlardan saklanıyor.

Nükleer santrallerin çevre için asıl büyük risk kaynağı olan atıklarının depolanması ve yok edilmesinin imkânsızlığını halktan gizleniyor, Santralin iş olarak çevre halkına döneceği yönündeki iddia da bir yalandır .

Viyana Üniversitesi Mersin Akkuya’ya kurulması planlanan nükleer santralın olası bir kaza durumunda hangi bölgeleri etkileyeceğine dair bir analiz hazırladı. Hazırlanan analize göre, riskli bir kaza olması durumunda, kaza anında ilk olarak Mersin ve çevre iller etkilenecek. Kazadan bir hafta sonra tüm Türkiye, 15 gün sonra ise tüm komşuları, Doğu Avrupa, Kafkaslar, hatta Afrika’ya kadar olan geniş bir bölge, radyoaktif maddelerin etkisi altında kalacak. Milyonlarca insan etkilenecek.

Avusturya İklim ve Enerji Fonu ve ‘Yeni Enerji 2010’ programı tarafından desteklenen ve ‘Flexrisk’ adı verilen proje için dünyadaki 234 nükleer santral analiz edildi. 3 araştırma reaktörü ile 21 nükleer yakıt işleme tesisinin de incelendiği proje kapsamında Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santral için hazırlanan haritalar nükleer konusundaki riskleri gözler önüne serdi. Çalışma, Japonya depremi sonrası Fukuşima Nükleer Santralı’nda meydana gelen kazanın ardından başladı ve 6 haftada tamamlandı. Viyana Üniversitesi tarafından hazırlanan proje, aynı zamanda Viyana Bilimsel Grubu olan Avusturya Ekoloji Enstitüsü, Viyana Teknik Üniversitesi ve Viyana Ziraat Üniversitesi tarafından da desteklendi.

Akdeniz, Kafkasya ve Avrupa bölgelerini kapsayan analizler, santralda meydana gelebilecek kazada radyoaktif bulutların farklı hava koşullarında nasıl bir yayılım göstereceğini ortaya koyuyor. İnsan faktörleri ya da deprem gibi doğal felaketlerle meydana gelebilecek, santraldaki çekirdeğin erimesi gibi yüksek riskli bir kaza senaryosuna göre hazırlanan çalışma, nükleer tesislerin halka açık verilerinden ve Avrupa Orta Mesafeli Hava Tahminler Merkezi’nin verilerinden yola çıkılarak hazırlandı. Radyoaktif etkinin çevreye yayılımı açısından büyük önem taşıyan hava olayları içinse, sıradışı olayların yaşanmadığı ve uzun yıllar ölçümlerinin ortalaması değerlere sahip olan 1995 yılı baz alınmaktadır.

Potansiyel tehlike diye bir şeyin varlığını ve yokluğunu sorgulamayanlar; Ölüm depoları insanların arasında yerleştiği müddetçe, size ilk önce “Olmaz bir şey” demek, sonra da bahaneler üretmek kalır! Doğa, ne sermaye'nin gücünü nede devlet büyüklerini dinlemiyor işte. Doğa seveni sever, sevmeyene, tepkisini gösterir. artık doğaya karşı sorumluluğu yerine getirme zamanı değil midir?

Hasankeyf, Munzur, Fırtına vadisi,Midyat'daki Mor Gabriel kilisesi, Asos-Behramkale, Nemrut , Ararat dağı, Peri Bacaları, Bolivya´daki tuz düzlükleri (Salar de Uyuni) Avustralyalıların Ayers, Aborjinlerin ise Uluru olarak adlandırdıkları kayalıklarda, Amazon nehri kıyıları, Mısır: Giza Piramidi , Ürdün: Antik Petra harabeleri , Peru: Piramitler ,ispanya: Barselona´daki Kutsal Aile Katedrali ,Patagonya: Buzullar , Roma: Sistin, Şapeli ,Himalayalar: Trekking ,Kamboçya: Angkor Wat tapınağı , Venedik: Su kanalları ,Sahra Çölü: Deve kervanları , Zambiya ve Zimbabve: Victoria şelalesi , Belize: Mercan kayalıkları ,Hindistan: Tac Mahal, Meksika ve Guatemala: Maya uygarlığı kalıntıları, Easter island: Devasa kayalıkları vb gibi doğanın eşsiz güzelliğini insanla buluşturmuştur. Doğayı sevmekte korumakta yine insanlığın duyarlılığına bağlıdır. Emperyalistlerin doğa tahribatlarına, Atomkraft'a, savaşlara ve silahlara karşı insanlık artık açmalı gözünü, doğasız yaşam, insanın sonudur.
 
"yaşamadayım karanlık bir çağda..
doğruyu söylersin, çıkar adın zırdeliye..
katı yüreklilerin yüzünde kırışıktan eser yok
görüyorsan gülen birini şuracıkta..
haberi yok demek başına gelecekten.. "

Bertol Brecht
 
Hayatın her anında ve her alanında doğa ve çevre kirliliğine neden olan etkenlerle, uygulamalarla mücadele etmek bir insanlık onurudur. Buna yaşadığımız evden, oturdugumuz sokak ve semten şehirden, ülkeden başlamamız da şarttır. Nasıl kirlendiğine belli noktalarda değindigim böyle bir dünyada yaşayan herkes gibi. Dünyanın heryerinde yaşayan her katmandan insan da bu kirlilikten her yönüyle etkilenmektedir. Bu sorumluluk hepimizindir. Çok acıdır ki, yaşamını sürdürme alanları ve koşulları yüzünden doğa ve çevre kirliliğinden zarar görenler malasef yine en çok yoksullar zarar görüyor.

Eğer Doğa ve Çevre sorunu dünyanın temel sorunuysa ve de bulunduğumuz yerden başlıyorsa, insan, doğa ve çevre kirliliğinden katmerli etkileniyor demektir.
En çok mağdur olan , en büyük duyarlılığı göstermek zorundadır..........
 
*1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edildi. Peki bu karara imza atanlar Çevrelerini koruyorlar mı? Aldıkları karara uyuyorlar mı?