38 YIL ÖNCE TÜRK KONSOLOSU İLE PASAPORT KAVGAMIZ!
İnfo-Türk giderek sadece Türk Devleti’nin değil, aynı zamanda Belçika Devleti’nin göçmenlere karşı anti-demokratik uygulamalarına tepkileri de dile getiren bir merkez haline dönüşüyordu.
Ama Türk Devleti için önemli olan yurt dışına mal gibi sattığı göçmenlerin sorunlarıyla uğraşmak değil, iktidarın şovenist politikalarına karşı çıkanların bir yolunu bulup da haklarından gelmekti.
Nitekim Brüksel’deki büyükelçiliğin tepkisi fazla gecikmedi.
1982 Mayıs’ında pasaportlarımızın yenilenmesi için bir sendikacı arkadaş aracılığıyla Konsolosluğa başvurmuştuk. Ama başvurumuza bir türlü yanıt gelmiyordu.
Konsolosluğa durmadan telefon edip pasaportlarımızın yenilenmeme nedeni üzerine bilgi istiyordum. Sekreter, arayanın ben olduğunu söyleyince Başkonsolos Ömer Şahinkaya “yok” dedirtiyordu. Oysa, aynı konsolos darbeden önceki yıllarda her karşılaşmamızda hararetle hal hatır sorar, kahve içmeye davet ederdi.
Bir sabah saat 7’de başkonsolosun evine telefon ederek uykudan uyandırdım:
- Ömer Bey, ben haftalardır telefonlarına yanıt vermekten kaçtığınız Doğan Özgüden’im, pasaport yenileme talebimin neden yerine getirilmediğini öğrenmek istiyorum.
Bir an tereddüt etti, sonra kekeleyerek:
- Doğan Bey, biliyorsunuz Türkiye’de durumlar değişti. Bakanlık pasaportunuzun yenilenmesine izin vermiyor, dedi.
- İyi de bunu daha önceki telefonlarıma doğru dürüst yanıt verip söyleyebilirdiniz. Pasaportunuz sizin olsun, gün ola harman ola! diyerek telefonu kapattım.
Bu intikamcı saldırıdan Yiğit Bener de payını aldı. Bir süredir Belçika’da siyasal mülteci olduğu için onun pasaport sorunu yoktu, ama ULB’de yaptığı konuşma Türkiye’ye jurnallendiğinden hakkında Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılacaktı.
O sırada Türkiye’deki insan hakları ihlalleri tüm Avrupa kurumlarının ve insan hakları örgütlerinin gündemindeydi. Toplantıları izlemek, gerekirse müdahale etmek için mutlaka Belçika dışına sık sık gitmek zorundaydım. Ama artık geçerli ulusal pasaportum olmadığı için mümkün değildi.
Dört yıl aradan sonra İnci’yle birlikte 26 Mayıs 1982 günü tekrar Birleşmiş Milletler Delegasyonu’nun kapısını çaldık. İkinci kez iltica talep ediliyor olması, delegeyi ve yardımcılarını da çok heyecanlandırmıştı. Hemen işlemleri başlattılar. Ayrıca mülteci statümüz tekrar tanınıncaya kadar Belçika dışındaki toplantılara katılabilmemiz için pembe renkli geçici birer seyahat belgesi verdiler.
(Doğan Özgüden, "Vatansız" Gazeteci, Cilt II, Sürgün Yılları, Belge Yayınları, 2011 İstanbul)

39 YIL ÖNCE BEHİCE BORAN'IN MAL VARLIĞINA EL KONULMASI!
Cunta’nın büyük bir gaf yaparak Behice Boran ile TÖB-DER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu’na Türk vatandaşlığını kaybettirdiğini açıklaması Ankara’nın Avrupa’yla pamuk ipliğine bağlı ilişkilerine en büyük darbe oldu.
Haberi Hürriyet şöyle veriyordu: “Acı Akıbet: Boran ve Gazioğlu artık ‘Türk’ değil!”
Tüm ömrünce Türkiye halkının daha özgür ve daha insanca bir yaşama kavuşması için mücadele vermiş olan Boran’ın gözlerindeki buruk ifadeyi çok iyi anımsıyorum. 71 yaşındaki kalb hastası bir siyasal şahsiyet hakkında alınan bu karar, insanlık adına utanç vericiydi. Bu uygulama ikisiyle de sınırlı kalmayacak, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Yılmaz Güney, Cem Karaca, Mehmet Emin Bozarslan, Nihat Behram, Mahmut Baksı, Şah Turna, Fuat Saka, Demir Özlü, Yücel Top, İnci ve ben de dahil yüzlercemiz Cunta şefi Evren tarafından "kansızlar" diye suçlanarak vatandaşlıktan atılacaktık.
Vatandaşlıktan atılması, Boran’ın Cunta’ya karşı hıncını biledi ve başta TKP’nin etkisiyle takındığı temkinli tavrı bırakarak konuşmalarında ve yazılarında darbe için faşist niteliğini kullanmaya başladı.
Bu arada vatandaşlıktan atılmanın getirdiği bir takım pratik sorunları da halletmek zorunda kaldık. Cunta’nın kararına göre vatandaşlıktan atılanların Türkiye’deki tüm mal varlığına devlet tarafından el konulacaktı.
Boran’ın Türkiye'de bir evi ve kendince kıymet verdiği bazı özel eşyası vardı. Bunları devlet el koymadan oğlu Dursun’un üzerine geçirmek istiyordu. Ancak resen vekaletname çıkartmak için artık TC Başkonsolosluğu’na başvurması mümkün değildi.
Hukukçulara sorarak bu durumda bir Belçika noterinden çıkartılan vekaletnamenin de geçerli olabileceğini öğrendik. Türkiye’den getirttiğimiz bir vekaletname örneğini, Yiğit Bener Fransızcaya çevirdi. Noterden onaylattırıp Türkiye’ye göndererek Boran’ın evine devletin el koymasını önledik.
O zor günlerden hep gülerek anımsadığım bir ayrıntı:
Fransızcayı ana dili kadar iyi bilen ve kullanan Yiğit yasal metinlerin çevirisini yapıyor, ama Türkiye’de eşi Hatko’yla birlikte yıllarca yeminli tercümanlık yapmış olan Boran bazı hukuki terimlerin Fransızca karşılıklarına itiraz ediyordu.
Yiğit bu itirazları kendi yeteneklerine güvensizlik sayarak tepki gösteriyor, sonuçta iki kuşak arasında bir uzlaşmaya varılıyordu.
(Doğan Özgüden, "Vatansız" Gazeteci, Cilt II, Sürgün Yılları, Belge Yayınları, 2011 İstanbul)