Kısa süre önce Alman bakanlar yayınladıkları bir makale ile Türk devletiyle ilgili bazı konuları, dile getirdiler. Avrupa'da/ Almanya'da yaşayan Türkiyelilerin neden entegre olmadıklarından hareketle, Türk devletini suçlayan açıklamalar yaptılar. Ancak, 'günaydın' dedirten bu açıklamanın kendisi de sorunluydu.

Yapılan açıklama, Türk devletine karşı yapılmıştı sözde, ama Türk devletinin gönlünü almayı onun hoşuna gidecek şeyler söylemeyi de ihmal etmiyordu. Kürt halkının ve demokasi güçlerinin direnişiyle, Türk devletinin zulmü arasında denge kurmaya özel bir dikkat gösteriyordu.

Halbuki zalime karşı mücadele, zalimin kılıcıyla sürdürülemez. Erdoğan'ın argümanları kullanılarak Erdoğan alt edilemez. 'PKK terörizmine karşı da mücadele edeceğiz' diyerek hem gönül alıp denge kurmaya çalışmak, hem de sanki Erdoğan haklıymış gibi bir hava yaratmak, sadece Erdoğan'ı güçlendirir. Yapılan açıklama, bu yönüyle isabetsiz olmuştur.

Alman bakanlar açıklamaların, da yurt dışında yaşayan Türklerin neden gerici/ırkçı bir sosyo-politik çizgiden durduklarına dair belirlemelerde bulunmuşlardır. Seçim dönemlerinden de hareretle tartışılan bu konu, güncel siyaseti etkileyen çok önemli sosyolojik bir vakadır.

Avrupa kamuoyu bu meseleyi, küçük dilini yuttuğu bir şaşkınlık içinde ve izah edilemeyen bir konu olarak ele almaktadır. Anlaşılamayan konu, 'bir toplum veya bir birey, Avrupa ya gelmiş, burada sağladığı imkanlarla, en azında maddi beklentilerinin büyük bir kısmını gerçekleştirmiş, ülkesinden hiç olmadık kadar demokratik bir ortamda yaşamakta, buna rağmen nasıl oluyorda gerici/ırkçı bir anlayışın savunuculuğunu yapabilmektedir.' Bu soru, Avrupa halklarının cevabını bulamadıkları, bundan dolayı da tutum belirlemekten zorlandıkları temel bir soru olarak kafaları karıştırmaktadır.

Doğrusu sadece ortalama Avrupalı değil, akademik kariyeri olan politikacı, gazeteci ve aydını da, bu sorunun tatmin edici, rahatlatıcı bir cevabını aramaktadır.

Sorunun cevabının zorluğu, Türk devletinin yurtdışındaki vatandaşlarıyla ilgili olarak izlediği/uyguladığı politikaların yeterince hesaba katılmamasından kaynaklanmaktadır. Böyle olunca cevabın dayandırıldığı diğer argümanlar, Avrupa'da yaşayan Türkiyelilerin neden ırkçı/gerci olduklarının anlaşılmasını sağlayamamaktadırlar.

Soruyu yeniden ortaya koymak, cevabın anlaşılır olmasını kolaylaştıracaktır. Avrupa'ya gelip yerleşen ve burada yaşayan Türkiyeliler, neden, burada uygulanan temel insan hakları ve demokratik değerlere uygun bir yaşamı tercih etmiyorlarda, ırkçı/gerici değerlere sarılıp kalıyorlar.

Tek cümleyle ve hemen cevabını verelim ki, cevap, geniş izahatın içinden kaybolmasın.

Türkiye kökenlilerin yurt dışından ırkçı ve dini gerici olarak şekillendirilmesi, Türk devletinin stratejik bir politikasıdır.Türk devleti, sayısız araç ve yöntemle, Türkiye kökenliler üzerinde çalışıyor ve bu çalışmayla, Türkiyelilerin hem evrensel değerlere uyumunu engelliyor, hem de kendi vatandaşlarını ırkçı/gerici bir zeminde tuturak onları, temel politikaları için değerlendiriyor. Bu durum Türkiye kökenlilerin insan haklarını ve demokratik değerleri içselleştirmesini bu değerlerle bütünleşmelerini engellemektedir. Bu toplum mühendisliği sonucunda,Türkiyelilerin, iradesi gelişmiş, demokratik bireyler olarak toplumsal yapıya dahil olmalarının önü kesilmiş olmaktadır. Ayrıca bu bireylerin her biri ve toplum olarak, devletin ırkçı/gerici yönlendirmelerine açık hale gelmektedirler. Sonuçta adı geçen kesim için evrensel insan hakları ve demokratik değerler, birey için yaşamı kolaylaştıran, yararlanılması gereken olgular olarak kalmakta, birey, bir yanda bunlardan yrarlanırken diğer yandan, ırkçı/gerici yapısını koruyup, geliştirmeye devam edebilmektedir.

Yani Avrupa'da yaşayan Türkiyelilerin ırkçı/gerici bireyler ve toplum olmaları, tesadüfen, farklı nedenlerden ortaya çıkan bir sonuç değil, Türk devletinin özel çalışma ve çabalarıyla yaratılmıştır. Türk devletinin bu çalışmaları, geçici ve döneme özgü değildir. Bu faaliyetler, Türk devletinin temel stratejik politikaları kapsamında yürütülmektedir.

Türk devleti, yurt dışına gönderdiği vatandaşlarını, haklarının korunması ve savunulması gereken insanlar olarak görmüyor. Yani Türk devleti, yurtdışındaki vatandaşlarını, ırkçı ve gerici ideolojinin yeniden ve yeniden üretmenin aracı ve unsurları olarak görmektedir. Bu nedenle Türk devleti, yurtdışındaki vatandaşlarından ekonomik, siyasal ve sosyal olarak yararlanmayı, onları Türklüğü ve İslamı dünyaya yayması gereken birer 'cihadcı,' birer ırkçı 'Alperen' olarak yetiştirmeyi özel/stratejik bir politika olarak uygulamaktadır.

Bu nedenle Türk devleti, yurtdışındaki vatandaşlarının gönderdikleri dövizleri, ekonomiyi düzeltmenin bir aracı olarak görmüş, para gönderilmesini, ısrarla, teşvik etmiş, yönlendirmiştir.

Aynı yaklaşım, sosyal-siyasal alandan da geliştirmiş, uygulamıştır. Türk devleti, vatandaşlarını ırkçı/gerici temel stratejik poitikalarına uygun hale getirmek için, özel, yoğun ve yaygın çalışmalar yapmış, örgütler kurmuştur.

Özellikle 12. Eylül'den sonra Türk devleti, bu konuyla ilgilenmiş, gerekli kurumları ve ilişkileri geliştirmiştir. 1980 12. Eylül darbecileri, yurtdışında bulunan bu toplumsal kesimi, faşizmin arka bahçesi olarak değerlendirmenin teorisini geliştirmiş, pratiğini üretmişlerdir.

Önce masum gibi görünen 'camilere destek' adıyla başlayan çalışmalar, kısa sürede özel sosyo- politik kitle çalışmasına, kadro ve kurum yaratılmasına dönüştürülmüştür.

MİT aracılığıyla çok sayıda sivil faşist, örgütlendirilip denetime alınarak, Türkiyeli devrimcilere ve Ermeni devrimcilere karşı saldırılara başlanmıştır. dan koç başı olarak kullanılmışlardır. O dönem bu çetecilerin, çok sayıda Ermeni devrimciyi katlettikleri bilinmektedir.

O dönem yaratılan bu paramiliter/ırkçı örgütten katiller, Avupan'ın ortasında insan katlettiler.Esrar sattılar, eroin ticareti yaptılar. Bütün bunlar Türk devletinin özel, doğrudan ve çok yönlü desteği ve Avrupa devletlerinin görmezden gelmesiyle yapıldı.Türk devletinin istibarat teşkilatı MİT'in yetkilileri, M. Eymür, M. Ağar ve H. Abbas'la birlikte A. Çatlı, Oral Çelik ve M. Ali Ağca ve benzeri katillerin işledikleri cinayetler, yaptıkları sayısız hukuk ve insanlık dışı faaliyetler, hepsi, çarşaf çarşaf döküldü ortaya.

Türk devleti, o dönemden başlayarak bugüne kadar, sistemli bir biçimde ve devasa imkanlarla, sayısız kurum ve kuruluşla, yurtdışındaki Türk vatandaşlarını, gericiliğin ve ırkçılığın yayıcıları ve üreticileri haline getirmiştir. Bu yönlü faaliyet yürüten, devletin desteklediği veye örgütlediği çok sayıda yurt dışı örgütlenmesi bulunmaktadır. Bu kurumlar aracılığıyla birçok faşist birey'e sayısız olanaklar sağlandı, teşvik edici lüks yaşam imkan ve olanakları sunuldu, işledikleri cinayetlerin karşılığı olarak. Bu yardım ve teşvikler,Türk devletinin desteğinin yanında/dışında, bulunulan ülke devletlerinin de yardımlarıyla daha kapsamlı ve hacimli hale gelmiştir.

Türk devletinin bu geleneksel politikasını devralan Erdoğan, Türkiyelileri, 'kefenli liderin kefenli askerleri' olarak politik hayatının önemli bir gücü gibi değerlendirmek istemektedir. Bu amaçla oluşturulmuş kurumların başında, son dönem parlatılıp büyütülen Osmanlı Ocakları gelmektedir.

Bütün bu çalışmalarla yurtdışında bulunan 6 milyonu aşkın Türkiyelinin önemli bir kısmı Türk devletinin faşist, ırkçı/gerici politikalarının sosyal temeli haline getirilmişlerdir.

Dünyanın göç veren hiç bir ülkesinin devleti, göç eden vatandaşlarıyla Türk devletiinn ilgilendiği biçim, içerik ve düzeyde ilgilenmemiştir, ilgilenmez. Çünkü hiç bir devlet, vatandaşlarını, Türk devleti kadar ırkçı ve gerici amaçların aracı olarak görmez.

Avrupa devletlerinin tamamı olan-biteni biliyor ve yakından izliyorlardı. Ancak dev şirketlerin çıkarları, Alman devletinin, Türk devletinin bu karanlık kanlı faşist faaliyet ve politikalarına karşı sessiz kalmasına, hatta destek olmasına yol açmıştır.

Bugün Alman yetkililerinin Türk devletinin bu politikalarının farkına varması önemlidir. Ancak bu durumun dönemsel bir tutum almaktan ibaret kalmamasına dikkat edilmelidir. Türk devletinin ırkçı/gerici politikaları, sadece Türkiye ve Kürdistan'da yaşayan halklara değil, aynı zamanda, hem tüm Avrupa halklarına, hem de Avrupa'da yaşayan Türkiyelilere zarar veren politikalardır.

Bu politikalara karşı yürütülen etkili, süreklilik taşıyan ve Erdoğan faşizmini yıkmayı amaçlayan kararlı mücadelenin daha çok büyütülmesi gerekmektedir. Erdoğan faşizmini yıkarak, Türkiye, Kürdistan, bölge ve Avrupa halklarını, Avrupa'da yaşayan Türkiyelileri özgürleştirecek olan, inanç ve umutla sürdürülen bu kararlı mücadeledir. Erdoğan yıkılmadan, halklara ve ezilenlere huzur gelmeyecektir. Hep birlikte sürdürülecek mücadeleyle, Erdoğan gidecek, halklar kazanacak.