Yeşiller olarak da bilinen dünyanın en büyük çevreci hareketi Batı Almanya’da doğdu. Yeşillerin kökeni bu ülke 68’indedir ve sadece bu bile bu ülke 68’inin büyük önemini gösterir.

68’in tanınmış isimlerinden Rudy Dutschke ile Daniel Cohn Bendit bu partinin kurucuları arasındaydı. Ek olarak değişik derecelerde 68 hareketinde yer almış çok sayıda isim başlangıçta Yeşiller’de yer alıyordu.

Çevrecilik denilince bunu sadece çevrenin korunması olarak düşünmemek gerekir.

Yeşiller ortaya çıktıklarında temel talepleri birkaç maddede açıklanabilir:

Birincisi; atom enerjisi kullanımından çıkıştır. Nükleer santraller bol ve ucuz enerji üretiyor gibi görünmektedir ama tehlikelidirler. Ek olarak bu santrallerden çıkan ve atom çöpü denilen artıkların nasıl depolanacağı da büyük bir sorundur. Nükleer enerjinin yerini yenilenebilir enerjiler (rüzgar, güneş gibi) almalıdır.

İkincisi; üretim ve tüketimin her aşamasında çevre kirliliğinin dikkate alınmasıdır. Sonraki yıllarda uygulamaya konulan meşrubat şişelerine depozit alınması, çöplerin ayrılması, kamyon ve otomobillerde çevreyi daha az kirleten motorların üretimine geçilmesi, biyolojik tarımın artması bu anlayışın sonucudur.

Üçüncüsü; göçmenlere yönelik uygulamaların değiştirilmesi, göçmenlerin bu toplumun bileşenleri olarak görülmesi… 1980’li yıllarda genellikle “yabancılar” olarak nitelendirilen göçmenlerin haklarının savunulması Yeşiller’in belirleyici özelliklerinden bir tanesiydi. Bu yıllardaki “Yabancılar, bizi bu Almanlarla yalnız bırakmayın” afişini halen hatırlarım.

Dördüncüsü; Yeşiller yerel inisiyatiflerin savunucusu, doğrudan demokrasi yandaşları olarak ortaya çıktılar. Başlangıçta açık bir sol yönelimleri vardı. Kapitalizmi olduğu kadar reel sosyalizmi de eleştiriyorlardı.

Batı Almanya 68’inin önemli özelliklerinden bir tanesi de reel sosyalizm eleştirisidir. Benzeri bir durum bizdeki 68’de de vardır: Varşova Paktı ordularının Çekoslovakya’ya girmesi üzerine Aybar’ın eleştirileri ve TİP’te yaşanılan ayrılığın yanı sıra, dönemin Çin Komünist Partisi’nin SBKP’ye yönelik “sosyal emperyalizm” eleştirisi taban bulmuştur. ÇKP’nin Batı Almanya 68’inde etkili olabildiği söylenemez.

Dünyanın en büyük çevreci hareketi dönemin Batı Almanyasında komünistlerin ve sosyal demokratların bakışları altında ortaya çıkacak ve gelişecekti. 1980’li yıllarda Almanya Komünist Partisi’nin (DKP) gençlik örgütü SDAJ’un şöyle bir afişini görebilmek mümkündü: Onlar güneşten söz ediyor, biz sınıf mücadelesinden…

Güneşle kastedilen doğanın önemi ve yenilenebilir enerji konusuydu…

O yıllarda yaşanılan siyasi körlüğün sonraki yıllarda özeleştirisi yapıldı ama çok geçti…

DKP’liler bu tutumlarında haksız da sayılmazlardı çünkü Yeşiller, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni de değişik uygulamaları nedeniyle eleştiriyordu. Ek olarak, resmen kabul edilmiyordu ama reel sosyalist ülkelere gidenler çevre kirliliğinin ulaştığı boyutu görebiliyordu. Sosyalist ülkelerden geçerek Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri’nin “akan bir lağım”a dönüşmesine ek olarak, SSCB’de dünyanın en büyük iç denizleri olan Aral ve Baykal gölleri yanlış sulama nedeniyle küçülüyordu.

Bulgaristan ise en önemli örnekti denilebilir. Bu ülkede hava kirliliğiyle ilgili yapılan ölçümler “devlet sırrı” gerekçesiyle açıklanmıyordu. Resmi açıklamaya göre kirlilik normal düzeydeydi ama ülkenin sanayi merkezi Pilovdi’de durumu anlamak için ölçüm yapmak gerekmiyordu, zehirli havayı anlamak için nefes almak yeterliydi.

KIRK YIL SONRA…

Yeşiller’in kurulmasından yaklaşık 40 yıl sonra farklı bir durum karşısındayız. Parti yaşadığı ayrılıklarla ve politik çizgisinde düzeltmelere giderek neo liberal bir yapıya büründü.

Üretim ve tüketimde doğanın gözetilmesi konusu sadece bütün partilerde değil toplumun genelinde de hakim duruma geldi. 40 yıl öncesinde çevreciliği eleştirenler vardı, bunlar kayboldu. Üretim ve tüketimde çevreyi dikkate almak ve enerji tüketimini azaltmak bir hayat tarzı durumuna geldi. Bu konuda eksikler vardır ama durum 40 yıl öncesiyle karşılaştırılamayacak kadar değişmiştir.

40 yıl önce Almanya’nın nükleer enerji kullanımından vazgeçme kararının hem de Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) iktidarında verileceğini kim düşünebilirdi?

Yeşiller’in bazı eyalet yönetimlerinde CDU ile ortaklık kurması ve bu ortaklığın federal çapta da yapılmasının düşünülmesi, bu partinin politik çizgisindeki değişimi de gösterir.

CDU da değişti ve bu değişimi Almanya’da kapitalizmin değişmesi olarak görmek gerekir. Bu ülkede kapitalizm “yeşil kapitalizm” olarak da adlandırılabilir. Kapitalizm Yeşiller’in görüşlerinin toplumda karşılık bulması sonucu kendini değiştirip, bu görüşleri bünyesine kattı. Bunun sonucu ise Yeşiller’in politik öneminin azalması oldu. Bu azalma aldıkları oyların düşmesinde de görülebilir. Yeşiller’in kendilerine özgü, alameti farika denilebilecek özellikleri iyice azaldı. Almanya toplumu önemli bir kültürel değişim yaşamış ve eksikleri ne olursa olsun çevreci olmuşsa, çevrecilik temelinde politika yapmanın etkisi de eskisine göre oldukça gerilemiş bulunuyor.

Yeşiller’in Hartz-IV gibi liberal piyasa reformlarına SPD ile koalisyon ortağı oldukları dönemde onay vermeleri de bu partinin politik değişiminin önemli göstergelerinden bir tanesidir. Neo liberalizm ile Yeşilcilik birbirine uyabiliyor.

Almanya’nın ABD Başkanı Trump’un reddettiği “Dünya Çevre Anlaşması”nın savunulmasında öncü rol üstlenmesi, yenilenebilir enerji üretimini savunması ve teknolojik olarak bu konuda dünyada en ileride olması 40 yıl önce kimsenin düşünemeyeceği gelişmelerdi.

Kapitalizm başta karşı çıktığı çevrecilik gibi olguları zamanla içselleştirebilir, kendini buna uygun olarak yeniden üretebilir. Bu durumda hala esas olarak çevrecilik temelinde politika yapmaya çalışanlar da boşlukta kalırlar.

Almanya’nın çevrecilik politikasındaki eksikler eleştirilmelidir ama burada da önemli bir açmaz bulunuyor: reel sosyalist ülkelerin çevreyi nasıl katlettiklerinden söz etmeden doğanın tahribinin sorumluluğunu kapitalizme yüklemek inandırıcı olmuyor.

Bir dönem önemli ve toplumda karşılık bulan taleplerle ortaya çıkıldıktan sonra bunların sürekli geliştirilmesi, çeşitlendirilmesi gerekir. Kapitalizm başlangıçtaki talepleri içselleştirerek kendini yeniden üretebilir (yeşil kapitalizm) ve karşısındakileri de kendisinin parçası olmak ya da marjinalleşmek ikilemiyle karşı karşıya bırakabilir.

Toplumda önemli bir kültürel değişimin başlatıcısı olan Yeşiller’in 40 yıllık tarihi bu sürece örnektir.