Her seçim kendi açısında özel bir önem taşımaktadır. Bu genel gerçeğin dışında,  yaklaşan bu yerel seçimlerin, sadece yerel seçim olmaktan öte bir anlam taşıdığı  herkes tarafında teslim edilmiş bulunmaktadır. Türk devletini yeniden yapılandıran Erdoğan ve onun  ortağı Bahçeli’nin bu seçimleri “bekaa sorunu” olarak tanımlamalarının ve Erdoğan’ın uşaklarının her oya cennet vaadetmelerinin altında yatan gerçek budur. 

  Devleti yönetenlerin kitlelerden oy almak için bir çok yalan söyledikleri, bilinir.  Özellikle Erdoğan ve şürekasının yalan söylemekte  çok usta olduğu yıllardır izleniyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın devletin “bekaa sorunu” var diyerek yalan söylediği, aslında kendisinin ve ortağının “bekaa sorunu” olduğu iddiası, bir anlamda ve bir yere kadar doğrudur. Evet Erdoğan’ın ve ortağının da bir beka sorunu vardır ama bu defa Türk devletinin de gerçekten bir “bekaa sorunu” vardır  ve devletin bu “bekaa sorunu” ile Erdoğan’ın “bekaa sorunu” içiçe geçmiştir, dolayısıyla Erdoğan’ın kaybetmesi Türk devletinin de kaybetmesi haline gelmiştir. O nedenle gerçekten de bu seçimler, hem Erdoğan ve ortağının hem de Türk devletinin “bekaa”sının belirleneceği seçimler haline gelmiştir.      

Erdoğan/Bahçeli ikilisi ve Türk devleti, zor durumdadır. Oluşturmak istedikleri sistem, yürümemektedir. Bu gerçeği,  bizzat bu faşist ikilinin kendileri defalarca tekrar etmişlerdir. O nedenle bu mahalli seçimlerle Erdoğan/Bahçeli ikilisi, kendilerinin oluşturdukları ve varlıklarını dayandırdıkları “tek adamlık” sistemini, yerli yerine oturtmak ve tahkim etmek istemektedirler.

  Aslında bilindiği gibi Erdoğan, Kürt sorunundan demokratik çözümden vazgeçtiği günden bu yana, kitleler nezdinde oy, güç ve itibar kaybetmektedir.  Erdoğan, yaşadığı bu “kaybetme” durumuna karşın, kendisini ayakta tutabilmek için kontrolsuz bir baskı, yalan, hile ve rüşvetle vaziyeti kurtarmaya çalışmaktadır, “başkanlık sistemi” dedikleri sistem, Erdoğan’ın kendi saltanatını ve geleceğini kurtarmanın ifadesidir.  Ancak bütün bu hile ve zorbalıklara rağmen, Erdoğan, o günden bu güne, sistemini kuramadığı gibi, istediği hiçbir sonucu elde edememektedir.   

  Yakın geçmişi kısaca hatırlayalım. 7. Haziran'dan seçimlerinde hükümet kurma olanağını kaybeden Erdoğan, 5. Kasım seçimlerini, DAİŞ’le birlikte kan dökerek, katliamlarla ve daha çok oy hırsızlığı yaparak gasp etti. Seçimlerin hemen sonrasında, yukarıda belirtilen ve bugüne gelen “başkanlık sistemini” oluşturma çalışmaları yapıldı. Bu sistemin temel özelliği, Erdoğan’ın kaybetme şansının olabildiğince minimize edildiği, bir sistem olmasıdır. Bunun için yargı, mit ve ordu gibi devletin bütün temel kurumları, “tek şef” olarak Erdoğan’a bağlanacaktır. Ayrıca basın tek tipleştirilerek yandaş hale getirilecektir. Bütün bunlar olunca, bir yanda sistemi “tek şef” yönetecek, diğer yandan da sisteme demokratikmiş gibi bir görüntü verilebilecektir ve böylece, başkaca bir çok etkenle birlikte, seçimlerde kaybetme ihtimali sıfıra yakın hale getirilecektir.  Bütün bu karanlık planlarına rağmen, Erdoğan,başkanlık sistemini oluşturmaya çalışırken,  yapmak zorunda kaldığı 16. Nisan seçimlerini, 24. Hazran seçimlerini kaybetti.   

 Erdoğan’ın 31. Mart. Yerel seçimlerini de kaybedeceği gün gibi ortaya çıkmıştır. Bunu gören Erdoğan, her yol ve yöntemi kullanarak seçimlerde yaşayacağı hezimeti önlemeye çalışmaktadır. Seçim tartışmalarının başladığı an da Erdoğan’ın “kayyum atayacağını” ilan ederek seçimlerin sonucunu, kendi lehine  değiştirmeye çalışmasının nedeni budur. Küçük bir parantez açalım. Aslında Erdoğan’ın bu “tehdit”i soyut bir “tehdit” olarak görülmemelidir. Erdoğan’ın Kürt halkının ve demokratik kamuoyunun yerel seçimlerde HDP’ye yönelerek  ortaya koyacağı enerjinin önünü kesmek için kayyum atamayı da hesapladığı çok açıktır. 

“Kayyum atamak”, yapılmadık bir işlem değildir. Ayrıca Erdoğan’ın, kayyum atamak dahil, elinde gelirse, Kürtleri o topraklarda söküp atmayı istediği de bilinmektedir. Erdoğan’ın sadece  “tehdit” etmediğini, daha kapsamlı bir saldırı planladığı hesaba katıldığında, demokratik kamuoyunun ve Kürt halkının görevler buna göre değişmektedir. Seçimden sonrası daha zorlu bir mücadele dönemi olacaktır. Parantezi kapatarak yazının ana konusuna dönebiliriz.

 Erdoğan, seçimi kaybederek, kaybeden diktatörlerin yaşayacağı “sonu” yaşamamak için, hem devletin her türlü olanağını kullarak, hem çeteleri aracılığıyla elinden geleni yapmaya çalışmaktadır.

Ancak bütün bunlara rağmen Erdoğan’ın seçimlerden de kaybedecektir. Erdoğan, seçimle gitmemek için elinden gelen her şeyi yapacak ve seöimle gitmek istemeyecektir, burası kesin. Lakin Erdoğan’ın her şeyi kontrol edebileceğini, her şeye muktedir olduğunu varsaymak doğru değildir. Bu seçimlerde, ortaya konacak olan ve  Erdoğanın  hilelerinin sonucu değiştirmeyeceği/sökmeyeceği bir yöntem ve pratik çalışma, Erdoğan diktatörlüğünün sonunu hızlandıracaktır.  

  Bu nedenle bu seçimler faşizme karşı mücadelenin  önemli bir aracı durumuna gelmiştir. Erdoğan’ın kaybetmesi demek, bütün bir sistemin kaybetmesi olacaktır. 

  Mevcut baskı ve hilelere bakarak, Erdoğan’ın gücünü abartmak veya kitlelerin “sessiz” olduğunu düşünerek, buradan  umutsuzluk üretmek doğru değidir. Böyle zamanalarda normal araç ve yöntemlerle  tepkilerini ifade edemeyen ezilenler, seçimlerde, bütün baskı ve zorbalıklara rağmen, kendi istedikleri gibi oylarını kullanabilmektedirler. Bundan önce yaşanan seçimlerde bu gerçek çok net olarak ortaya çıkmıştır.

   Bu seçimlerden de kitleler, Erdoğan diktatörlüğüne karşı öfkelerini oylarıyla ortaya koyabileceklerdir. Erdoğan’ın istediği oyu alamaması bazı yerelllerde kaybetmesi, Erdoğan’ın faşist diktatörlüğünün meşruiyetini ve dayanaklarını zayıflatan çok cidid bir rol oynayacaktır.

 Diktatörlerin temel özelliklerinden birisi kaybettikçe çılgınca saldırganlaşmaları ve dolayısıyla daha çok kaybetmeleridir. Erdoğan bu kuralın istisnası değildir. Şu anda bu sürecin gereğine uygun olarak saldırganlaşmakta ve saldırganlaştığı için de, kitlelerin büyük öfke, tepki ve karşı koyuşlarla karşılaşmaktadır. Küçük-küçük yaşanan bu öfke ve tepkiler, hem seçimde daha net görülecektir, hem de daha sonrasında. O nedenle bu seçimler, Erdoğan faşizminin kaybedişinin önemli bir aşaması olarak yaşanacak ve 1. Nisan, şakalarının yanında, ezilenlerin, halkların ve onların temsilcisi HDP’nın zaferinin kutlanacağı gün olarak yaşanacaktır.