68 kuşağının önemli isimlerinden Oktay Etiman, 70 yaşında Ankara'da hayatını kaybetti.

Oktay Etiman Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin (THKP-C) kurucularındandı. Yazar, çevirmen, yayıncı Oktay Etiman, 23 Eylül 2017 günü zatürre tanısıyla yatırıldığı Hacettepe Hastanesi’nde tedavi altındaydı.

Etiman Noah Gordon'un Hekim (Yurt Yayınları, 2001), Michael Curtis Ford'un On Binler (Yurt Yayınları, 2002), Wolfgang Sacsh'ın (der.), Kalkınma Sözlüğü(Özgür Üniversite Yayınları, 2007), Bartoloméo de las Casas'ın Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi (İmge Kitabevi Yayınları, 2009, 2011) gibi eserlerini Türkçeye kazandırmıştı.

Bianet'in haberine göre Oktay Etiman'ın cenaze töreni 7 Ekim Cumartesi günü öğle namazı sonrası Ankara Kocatepe Camii'nde yapılacak. Etiman Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verilecek. Ardından Mülkiyeliler Birliği'nde anısına bir toplantı yapılacak.

Resmi Twitter'da görüntüle

Resmi Twitter'da görüntüle

Oktay Etiman kimdir?

1947 yılında Adana’da dünyaya geldi. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (SBF - Mülkiye) bitirdi. SBF’de öğrenci olduğu ilk yıldan itibaren devrimci mücadele içinde yer aldı. Bu yıllardaki mücadelesi nedeniyle tutuklandı. THKP-C’nin kurucu kadrosu içinde yer aldı.

Etiman'ın Akbank Selami­çeşme soygununa katıldığı iddia edildi. Mahir Çayan ile birlikte İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını önlemek ve tutuklu devrimcilerin serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla kaçırılması ve öldürülmesi eylemini gerçekleştirmekle suçlandı. 12 Mart 1971 darbesinden sonra açılan THKP-C davasından yargılandı ve hakkında idam cezası talep edildi. Ancak 1974 yılında Bülent Ecevit hükümeti tarafından çıkarılan af yasası ile cezası önce müebbet hapis cezasına, sonra da 30 yıla düşürüldü. İnfaz hükümleri ile hayatının 14 yılı cezaevinde geçirdi.

Etiman 68 kuşağından hapse girenler arasında en çok işkence görenlerden biri olarak bilinir. Bir söyleşisinde kendisine yapılan işkenceyi şöyle aktarmıştı:

Ben üç defa ciddi işkence gördüm. Bir tanesi 12 Mart darbesinden önce Demirel’in başbakanlığı döneminde. O zaman öğrencilere kaba dayağın dışında elektrik filan böyle şeyler yapılmazdı. İlk kez bu 70 yılında yapmaya başladılar. Demirel zamanında bugünkü Konya yolundaki Emniyet’in binasında 8. Katta siyasi şubede elektrik de dahil olmak üzere aklınıza gelebilecek her türlü şekilde işkenceye maruz kaldım.

Darbeden sonra tutukladığımda yine işkenceden geçtim. Cezaevindeki 13. yılımda Malatya Cezaevinde -12 Eylül’den sonra kurulmuştu orası- hapishanedeki tavrımdan dolayı olsa gerek böyle bir denk düşürüp beni koğuştan alıp işkence bölümüne götürdüler. Falaka da dahil olmak üzere sigara söndürmeye kadar böyle bir şey yaptılar. Hoş değil tabii. 38 yaşındasın, cezanı yatıyorsun. Hapishanedesin zaten. Ne yapabilirsin ki? Dışarıya baş kaldırdı, isyan etti, silah çekti derler. Hepsi palavradır. Bu bir hınçtır, kindir, öfkedir. Bu öfke cezaevindeki 13. yılını tamamlamakta olan bir insana karşı bile yönelebilmektedir. Cezaevindeki var oluş tarzım, kurallar karşısındaki tutumum demek ki bir yere yazıldı, yazıldı, birikti ve bir gün denk düşürüp aldılar götürdüler. Geçen yıl ameliyat olduğumda anestezist sordu bu sırtınızdaki izler nedir diye. Söyledim sigarayla yakıldığını. İki tane iz hala duruyor. Bunlar normal. Bir devrimcinin fikirlerinden dünyaya bakışından hapishanede taviz vermediği takdirde uğrayacağı, maruz kalacağı davranışlardır. Bir devrimci olarak  ben de yaşadım. Zaten bunları göze alarak devrimci mücadele içinde bulundum. Çok da şaşırtıcı gelmedi bana.

Oktay Etiman'ın 30 Mart 2016'da Mersin'de gerçekleştirilen "68'liler Paneli"ndeki konuşması.

Etiman, cezaevinden çıktıktan sonra Mülkiyeliler Birliği'nde yöneticilik yaptı. Mülkiye dergisini çıkardı. Bu dergide yazılar yazdı ve çeviriler yaptı.

2012'de verdiği söyleşide "Şu anda ne ile geçiniyorsunuz" sorusuna şöyle yanıt vermişti: 

"Şu anda çeviri yaparak geçiniyorum. 95-99 yıllarında Özgür Gündem gazetesinde yazılar yazmıştım. Hakkında davalar açılıyor işte başka bir isimle yayın hayatına devam ediyordu. O zamanlar işte dayanışma amaçlı orada yazılar yazmıştım. Aynı zamanda çevirinin yanı sıra bant deşifrasyonu denilen bir iş var onu da yapıyorum. On parmak yazmayı öğrenmişim bir zamanlar. İki saatlik üç saatlik bir konferansı icabında gözüm kapalı yazabiliyorum. İngilizce konferansları deşifre ettirdiler bana en başta. Sonra da Türkçe de yapar mısın dediler, olur dedim. Evimin balkonunda otururken gökyüzünü seyrederken de yazabiliyorum. Ama asıl çeviriden yani hapishaneden çıktıktan sonra asıl ondan para kazanmaya başladım. İngilizceyi maarif vekaletinin lisesinde okudum, orada okutulan İngilizce çok sınırlıdır. Hapishanede iken o dört duvar arasında dış dünyaya bir pencere daha açabilir miyim, başka kaynakları da okuyabilir miyim diye düşündüm. Türkçeye çevrilmeyen metinleri ya da kitapları da okumak istedim. Önce gramer çalıştım. Sonra önüme bir kitap koydum, hiç unutmam Puşkin’in Yüzbaşının Kızı diye bir kitabıydı. Pugaçov ayaklanmasını anlatır. Çok hoş bir öyküydü. Puşkin bir de çok sade yazan, modern Rus dilinin de kurucularından biridir. Çok hoştu, onunla ben başladım. Yani hapishanede ne kadar geliştiyse öyle gelişti. Sonra hapishaneden çıkınca Britannica’nın çevrisinde çalışır mısın dediler. Birkaç madde çevirdim. İyi olduğunu söylediler, devam et dediler, devam ettim. (HK)