Uluslararası tanınmış Hamburg Etnoğrafya Müzesi salonunda gösterilen belgesele yoğun ilgi dikkat çekti. Genç yapımcı Dilara Güven'in ilk belgeseli olan 'Veywek'in galasına, rejisör Selim Çürükkaya ile çok üzgün olduğu gözlenen eşi Aysel Çürükkaya da katılarak bir sunum yaptı.

Moderasyonu Stockholm Zaza FM sunucusu Ersin tarafindan yapılan gala, faili meçhul cinayetlerde kaybedilenler anısına saygı duruşu ile başladı. Salonun tamamen dolu olduğu Veywek'in (Gelincik) galasına Türkiye'den "Ayten'in Acıklı Akibetini Anlattılar" kitabı ve kızı için yazdığı "Dersim" adlı şiirin yazarı Hıdır Öztürk ile Ayten'in abisi Hüseyin Öztürk'de katıldı. Hüseyin Öztürk'ün okuduğu duygu dolu şiir yoğun alkış topladı.



Müziği Şivan Perwer tarafından yapılan ve çoğu izleyicinin göz yaşlarına sahip olamayarak seyrettiği belgeselde, baba Hıdır Öztürk şunları söyledi:



"JİTEM üyesi Yeşil ve adamları kızımı kaçırdı. Diyarbakır'a götürüp işkence ile öldürdüler. Kızımın gözlerini oydular. Kulak ve burnunu kopartıllar. TBMM İnsan Hakları Komisyonu başta olmak üzere, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve birçok makama başvurdum. Yeşil hâlâ yaşıyor. Onu kimse yakalamıyor. Dönemin yetkilileri çağrılıp hiçbir şekilde ifadeleri alınmadı. Kızımın cesedi bulunduğunda gözleri oyulmuş, vücudu parçalanmıştı. Kızımı toprağa gömmüşlerdi ve bir çoban buldu. Bir eli dışarıdaydı. Ben de bu eli dışarıda olacak şekilde anıt mezar yaptırdım. Kızımın dışarıda kalan bu eli her zaman adaletin yakasında olacak. Kızımın katillerini bulmayan yetkililerin yakasında olacak. Kızımın hesabını sormadan ölmek istemiyorum."



İki bölüm olarak süren etkinlikte "Güvercini de vurdular" ve "Yıldızlara gömün beni" kitabının yazarı ve belgeselin rejisörü Selim Çürükkaya, Veywek'in önsözüne yönelik çarpıcı bir konuşma yaptı.



"Türkiye ve Kürdistan'da faili meçhul cinayetlerin hikayesi, Çaviş Rıda hikayesinin tıpkısıdır. Ben otuz bir bin faili meçhul cinayetten sadece birisinin hikayesini size anlatmak isitiyorum: Aytenin hikayesini, yani Veywek'
i" dedi ve aşağıdaki konuşmadan sonra Veywek belgeseli gösterildi.

İşte o konuşma:



"Hukuk sözlüğünde; Fail, suçu işleyen, eylemi yapan demektir. Meçhul ise, bilinmeyen, tanınmayan demektir. Birde cinayet sözcüğü vardır, Adam öldürmek; bir kimseyi öldürmeye veya o denli yaralamaya yönelik suç demektir. Bu üç kelime bir araya gelince, Faili meçhul cinayet cümlesi oluşur! Bu cümleyi kim veya kimler üretti? Cinayeti soruşturmakla görevli jandarma, polis veya savcılık! Bunlar faili bulmayınca, bu cümleyi ürettiler! Son otuz yıl içinde on yedi bin faili meçhul cinayetin Türkiye ve Kürdistan da işlendiği söyleniyor!

Kim söylüyor? İnsan hakları derneklerinin raporları, devletin resmi kaynakları ve Af örgütünün açıklamaları! On yedi bin faili meçhul cinayet! On yedi bin!



'17 BİN FAİLİ MEÇHUL, 17 BİN ÖYKÜ VE 17 BİN RESİM DEMEKTİR'

Aranızda hanginiz bir defada on yedi bine kadar sayabilir? Bir defada on yedi bine kadar kaç saate veya kaç günde sayalabilir? Onyedi bin kişi! On yedi bin öykü demektir. On yedi bin resim, On yedi bin dosya demektir. Ama on yedi bin öykü henüz yazılmadı. Onyedi bin resim toplanmadı. Onyedi bin dosya bir araya getirilemedi! Biz bu on yedi bin kişiden kaçını tanıyoruz? Kaçının adını biliyoruz? Kaçının çektiği acıyı yüreğimizde hissediyoruz?

Ordunun kalorifer kazanlarında yakılanları duyduk, okuduk! Asit bidonlarına konulup yok edilenleri biliyoruz! Cesetleri paramparça edilip yol kenarlarına bırakılanları duyduk! Son kırk yılın ilk faili meçhul cinayetleri, Diyarbakır zindanında işlendi. 1981-1983 Yılları arasında yüze yakın faili meçhul cinayet işlendi bu zindan da. Cinayetler herkesin gözleri önünde işlendi, ama failler yoktu! Veya cinayetlerin failleri insanlar değildi!

Ya ne idi? Anlatayım size:



"YAZIN KARPUZ KABUĞUNA, KIŞIN İSE SABUNA BASIP ÖLDÜ"

Diyarbakır zindanında, bir tutuklu yazın öldürülseydi, „karpuz kabuğuna bastı, ayağı kaydı, düştü, beyin kanamasından öldü“ diye rapor tutulur, tutuklulara imzalatılırdı. Bir tutuklu kışın öldürülseydi,“sabun kalıbına bastı, ayayağı kaydı, düştü beyin kanaması geçirdi, öldü“ diye rapor tutulur tutuklulara imzalatılırdı. Ama biliyoruz ki‘ 1981-1983 Yılları arasında Diyarbakır zindanında hiç bir tutuklu ne karpuz yiyebilmiş, ne de ellerini sabunla yıkayabilmiştir!

"AMAÇLARI SAĞ KALANLARI ÜRKÜTMEK VE KORKUTMAK"

Peki içerde ve dışarda bu kadar cinayet neden işlendi? Biz sağ kalanları ürkütmek, susturmak, korkutmak, boyun eğdirmek ve kaçırtmak içindi! Korktuk, ürktük, sindik, boyun eğdik veya kaçtık! Karşı mahallede on yedi bin faili meçhul cinayet vardı. Bizim mahallede de on dört bin failil Meçhul cinayetin olduğu itiraf edildi. Toplamı otuz bir bin etti! Otuz bir bin cinayet, Ağrı Dağı kadar korku oldu ve toplumun üzerine çöktü! Aydınlarımızın üç maymunu oynaması bundandır!

Halkların çaresiz olması, edebiyatın, sanatın, güzelliklerin dünyamızdan kovulması ve herkesin güce tapması, ayakların baş olması, soru isaretleri ve ünlemlerin beyinlerden silinmesi, düşünmenin, yerini inanmaya terk etmesi bundandır! Ben burada otuz bir bin faili meçhul cinayetin faiilerini, bizzat yaşadığım bir olayla sizlere göstermek istiyorum:

Ben millatan önce, taaa Firavun döneminde, Lübnan da esirdim. Karanlık zindanın bir bölümünde kırk kişiydik! Mesulümüzün adı çaviş Rıda idi. Mısırlı olduğu için Firavun un akrabası sayılırdı. Daha çocukken yanağına sıcak su dökülmüş, siyaha yakın teninde beyaz bir leke bırakmıştı. İri yari bir adamdı, küçükken ninem Helma'nın bana anlattığı masallardaki dev gibi, „bir dudağı yerde bir dudağı gökte“ kadar olmasa da kocaman dudakları vardı.

Rida'nın iki de yardımcısı vardı. Birinin adi Said, diğerinin adı, Zakir di. Çaviş Rıda bunlarla zindanın bir bölümünde hükümranlığını kurmuştu! Yeni esir edilenler Rıda'nın zindanına atıldığında, Said ile Zakir gelenin üzerinde para olup olmadığını hemen öğrenir ve daha ilk gece gelenin parası kaybolurdu.

Mağdur kişi Çaviş Rıda'nın yanına gider, paralarının çalındığını söylerdi. Ciddi bir eda takınan Rıda biz esirlere bakar, kaşlarını çatar, uyduruk bir sesle: „kim paraları çalmışsa derhal çıkarıp versin, yoksa arama yapar, kimin üzerinde çıkarsa o zaman fena yaparım“ derdi. Tabi paraları getirip veren olmazdı. Çaviş Rıda, zabanileri Sait ve Zakire emir verir: „Paraları bulun!“derdi.

Zebaniler, biz esirlerin üzerini didik didik arar, ama para bulunmazdı. Parası çalınan, Rıda'nın bir üstüne başvururdu. Rıda'nın amiri biz esirleri zindanın başka bir bölümüne aldırır, çalınan paranın bulunması için Rıda Said Ve Zakir'i görevlendirirdi. Boşaltılan bölümde bunlar ince arama yaparlardı. Para bulunmazdı. Asla bulunmazdı. Çünkü parayı çalanlar, parayı arıyorlardı. Bulunmaması bundandı!"