Kuşkusuz yılların kangren olmuş bu kadar ciddi bir sorununu kısa vadede çözmek imkansız ama kamuoyunun (daha doğrusu Türkiye’de varolan farklı kamuoylarının) bir an önce aslında ne olup bittiğini anlaması şart. Dolayısıyla sürecin ilk olmazsa olmazını “şeffaflık” olarak saptayabiliriz. Devlet ile Öcalan (dolayısıyla PKK) arasındaki tüm konuşulanları vatandaşların bilmesi doğru olmayabilir, kaldı ki gerekmez de. Fakat nasıl bir yola girilmiş olduğu, buradaki imkan ve risklerin neler olduğu konusunda toplum ne kadar fazla bilgilendirilirse imkanlar o kadar iyi değerlendirilir, risklerden de uzak durulabilir.

Bu nedenle medyaya öncelikli bir görev düşüyor. Ancak Türkiye’deki medya yapısının bu görevin üstesinden gelebilmesi pek zor. Bunun sayısız nedeni var. Bazılarını sıralayacak olursak:

1) Medya Kürt sorunu ve PKK noktasında bugüne kadar çok ama çok kötü bir sınav verdi;

2) Kürt sorununa ret ve inkar perspektifinden bakanlar medyada çok kilit yerlerde yer almayı sürdürüyor;

3) Medya çalışanlarında Kürtlerin oranı son derece düşük;

4) Medya büyük ölçüde hükümetin kontrolü altında. Yeni süreçte bu “olumlu” bir durum olarak görülebilir ama hükümetin medya üzerinden görüşmeleri tek yanlı yansıtmaya kalkması istenmeyen sonuçlara yol açabilir;

5) Son Kürt açılımında hükümetin önce gazetecileri öne sürüp, açılımın durmasının ardından eski çizgilerini sürdürmekte ısrar edenlerle arasına mesafe koyması nedeniyle Kürt sorunu konusunda öne çıkan gazetecilerin çoğu hükümete kuşkuyla yaklaşıyor, güvenmiyor;

6) Çatışmanın sürmesini isteyen iç (ki bunların bazıları devlet içinde belli bir güce sahip) ve dış odakların medyanın bir bölümüne ulaşması ve manipüle etmesi hiç de zor değil;

PKK’nın fahri başkanı

“Yeni İmralı süreci” ile birlikte Öcalan devletle anlaşsa bile PKK’yı ikna edip edemeyeceği sorusu sıklıkla soruluyor, daha da sorulacağa benzer. Aslında bu hiç de eski bir soru değil. Nitekim 5 yıl önce “PKK’yı Anlamak” başlıklı bir dizi analiz kaleme almış ve bunların ilkine “Öcalan artık PKK’nın fahri başkanı” başlığını atmıştım.


O yazıda Öcalan’ın liderliğinin her geçen gün daha da sembolik bir hal aldığı, onun, başlığa da çıkardığım gibi PKK’nın “fahri başkanı”na dönüştüğünü savunmuştum. Bu fikrimi değiştirmiş değilim. Yani PKK’yı fiilen yöneten isimlerin Öcalan’ın her dediğini kayıtsız şartsız yerine getireceklerini beklemek aldatıcı olur. Ama PKK içinden Öcalan’a karşı bir başkaldırı beklemek de gerçekçi olmaz; diyelim ki oldu, bunun başarı şansı hemen hemen hiç yoktur.

Dolayısıyla çok karmaşık ve zor bir süreçten geçiyoruz, geçeceğiz. Devlet (MİT) ile Öcalan arasındaki görüşmeler ne kadar zorluysa Öcalan’ın PKK başta olmak üzere Kürt hareketiyle sürdüreceği görüşmeler de en az o kadar zorlu geçmeye aday. Üstelik bunlar, en azından ilk aşamada doğrudan değil aracılar üzerinden gerçekleşecek. Yani önce devlet Öcalan’ı, ardından Öcalan PKK’yı ikna etmek zorunda. PKK’nın, Öcalan ile devlet arasında varılabilecek mutabakatı tümüyle kabul edeceğinin garantisi yok. Bu nedenle mutabakatın süreçle birlikte şekilleneceğini, eğer gerçekleşirse, silah bırakmadan sonra iyice netleşeceğini düşünebiliriz.

Bu arada, süreci sabote etmek isteyecek iç ve dış odakların, taraflar arasında zaten çok az olan güveni iyice yıkmaya ve karşılıklı güvensizliği tırmandırmaya yönelik çaba ve provokasyonlar içinde olacaklarını asla unutmamamız gerekiyor.
(Vatan- Ruşen Çakır)