İnsan hakları, demokratik hak ve özgürlükler için ilerici insanlık yüz yıllar boyu süren zorlu bir mücadele vermiş ve bu uğurda bedeller ödeyerek bu zorlu mücadele için büyük zorluklara gögüs germiş demokratik haklarını kazanmanın özverisinde bulunmuştur.
Hatırlanacaktır, çöl ajanı olarak tabir edilen Emin Çölaşan,Hürriyet`te yoğun baskı ve işkencelere karşı mücadelen eden İHD ve bu derneğin genel başkanı Akın Birdal hakkında yaptığı kışkırtmalar sonucu Kontragerilla elemanlarının silahlı saldırısına uğramış ve bu saldırıda ağır yaralanmıştır.
Yüzbinlerce insanın işinden, ekmeğinde olduğu bir ülkede Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ise işlerine geri dönmeleri için canlarını ortaya koyarak direnmek zorunda kaldı. Denebilir ki insanoğlu, insan olmanın bilincine vardığı günden itibaren hak mücadelesi vermektedir.
Bugünkü düzeye kolay gelinmemiştir. Gerçi bugünkü düzey derken bir genelleme yapmamak lazım. Ulusal ve uluslararası metinlerde çok olumlu, iç açıcı anlatımlar ve tanımlamalar yer alsa da,çoğu ülkelerde, örneğin ülkemizde insan hak ve özgürlükleri, müttefiklerin çok gerisinden bir düzeye sahiptir. İnsan hakları uygulama alanı oldukça sınırlıdır. Hemen hemen yok gibidir. Bu bir yönü ile ülkemizde demokratik devrimin gerçekleşmemesi ile ilgilidir. Buna karşılık demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılıp korunması için mücadele verenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.
Irkçılığa, sömürgeciliğe, sömürüye, işkenceye özgürlüklerin kısıtlanıp yok edilmesine karşı mücadele veren ilerici insanlık hak ve özgürlükler için sesini yükseltmekte ve kararlıca direnmektedir.
B.M İnsan Hakları Evrensel Bildirisi,10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilip ilan edildi. Bu yıl 69 yılını dolduracak olan bu bildiride öngörülen hak ve özgürlükler, yüz yıllar süren bir mücadelenin sonucu elde edilen kazanımlarıdır. Şöyle ki ”İnsanlık ailesinin tüm üyelerinin sahip olduğu onurun, eşit ve devredilmez hakların tanınması, dünyadan özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu için; insan haklarının tanınmasına ve hor görülmesi insanlık vicadınında derin yaralar açan barbarlıklara neden olduğu,korkudan ve yoksulluktan kurtulmuş insanların içinde konuşma ve inanç özgürlüklerine sahip olacakları bir dünyanın kurulmasının insanlığın en yüksek amacı olarak ilan edilmiş olması...”
Bu bildiride özetle belirtildiği gibi, insan değeri anlaşılması için bildirinin bilince çıkarılması, insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak,onur kırıcı kötü muamelenin önüne geçmek ve işkenceyi bir insanlık suçu olarak anayasada yer almasını sağlamak olmalıdır.
Bağımsız olduğunu söyledikleri yargı, fiilen yürütme ve yasama ile birlikte devletin bir parçasını oluşturduğu gibi o devletin lehine sayılabilecek tasarruflara onay veriyor, savunmanın üretilen suç delilerine boyun eğmesi isteniyor. Yargı hukuku uygulayan bir güç/erk olarak değil, sadece denğeleri degiştiren bir enstruman/araç olarak devreye giriyor; dikkat edilirse ağırlık kimden yana olursa, yargı karşı tarafın yardımına koşup denge sağlıyor.
Böyle olunca, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi çok ciddi zorluklar ile karşılaşmakta;tüzel kişiliği olan dernekler de çok kolayca kapatılmaktadır. 15 Temmuz 2016 gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal ile 375 dernek ve benezeri çalışma yürüten kurum ve kuruluş yasadışı ilan edilip kapatılmıştır. Ülke de çok sayıda yazılı, görsel ve işitsel (televizyon)yayın yapan onlarca medya kuruluşunun mal varlıklarına el konulmuş ve kapatılmıştır. Bu kapatılan dernek,radyo ve televizyonların önemli bir sayısını Kürt illerindeki kurumlar oluşturuyor.
Bu açık talan ve soygunun sürdürülmesinde, uygulanan anti-demokratik yasalar ve yasadışı baskılar ile icra edilen açık faşizmdir. İlerici insanlığın vazgeçilmez temel hak ve özgürlükleri yok edilerek, emeğin sahibi işçilerin örgütsel sendikal mücadelesi de, emek ve hak arama araç ve olanaklarından yoksun bırakılmaktadır.Bu örgütsüzlükte, iş kazası denilen bu cinayetlerde 1963 işçi yaşamını yitirdi.(1)
Emek ve hak gasplarının çok yoğun olarak yaşandığı ülkemizde, işçi, memur,eğitimci/öğretmen, esnaf, emekli ve diğer çalışanların gelirlerindeki azalma, emekçi kitlerin sürekli yoksullaşmasına yol açarken, onlardan gaspedilen değerler, toplumsal gelişmeyi sağlayacak yatrımlardan çok, küçük bir azınlığın artan kar, faiz ve ratlarına aktarılmaktadır. Öyleki ülkemiz, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş düzeyde bir ekonomik bunalım içindedir. Özellikle 2015 den bu yana giderek artan bunalım,yaşamın tüm alanlarını kapsamaktadır.
Geniş halk kesimleri enerjilerini,günlük geçim sorunlarını çözmeye harcamakta,ekonomik bunalımın ağırlığı, halkın yalnızca yoksullaşmasına değil, tüm toplumsal ahlaki değerlerin çürümesine de neden olmaktadır. Rüşvet, yolsuzluk yaygınlaşmakta, tecavüz/taciz, kadınlara yönelik şiddet ve katliamlar (2) intihar, cinnet olayları hızla artmaktadır.
Türkiye'deki ahlaki değerlerin çürümesi öylesine sarsmıştır ki insanları, yalnızca yoksul halk değil, zengin ve varlıklı ailelerin çocukları da, bu çürüme ve yozlaşmanın kıskacından kendilerini kurtaramamaktadır. KHK` ler ile görevlerinde uzaklaştırılan öğretim üyeleri, bilim adamaları, doktorlar, öğretmenler ve memurlar görevlerine geri dönüşleri engellendiği, geleneksel toplum yaşamın hala ağırlıkta olduğu Kurdistan`da halkın başına evleri yıkılmakta, Diyarbakır Sur`da olduğu gibi şehrin tarihi yapısı yok edilmektedir.Bu saldırının amaçı,yeni rant alanaları yaratmak,halkın dogal olarak sürdürdügü ortak dayanışmacı yaşamı baskı altına alarak demokratik ortamın gelişmesini önlemektir.Ve halkın demokratik iradesini kırmaktır. Mutlak güce sahip olduğunu düşünen bu gayri meşru cuntacı Saray rejimi (3), halkın ortaya çıkaracağı öz güçle bu zorbalığı yenilgiye uğratacaktır.
Bunun ilk koşulu da, demokratik hak ver özgürlükler mücadelesini sürekli geliştiren,yeni kazanımlar elde eden, rejime geri adım attırmasıyla münkün olacaktır. Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi kazanılmadan, gerçek bir demokrasinin inşa edilmesi, proletarya hareketinin gelişmesi de mümkün değildir.
12 Eylül faşist cuntasının kısıtladığı demokratik hak ve özgürlükler,1982 anayasasi ile kurumlaştırması, siyasal baskıları sürekli kılınması,1982 anayasası temel alınarak Ceza yasasında içtihata dönüştürülmüştür. 12 Eylül askeri faşist cuntası ülke yönetimini ele geçirince, MHP`nin fikirleri iktidardaydı;15 Temmuz darbe teşebbüsünde de cemaatin idealize ettiği devlet modeli iktidarda.
Bugün çok yaygın ve sistematik hak gaspları yaşanıyorsa, sendikla haklar, grev ve tolu sözleşme hakkı engelleniyorsa, ilerici,demokrat ve yurtseverlerin meslek, kitle ve siyasi örgütlemeleri sıkı bir denetim ve baskı altında bulunuyorsa, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklamışsa, parlemento bypas edimişse, işkenceler uygulanıyorsa, idam cezası yeniden gündeme getirilmek isteniyorsa, azınlıkların-Süryanilerin-(4) mal varlıklarına el konuluyorsa, düşman mumalesine tabi tutulup göçe zorlanıyorsa, kültürler,dil ve inanç üzerinde asimilasyon hala devam ediyorsa, dolaysıyla uygulanıyorsa bu baskı ve zülme uğrayan halk kesimleri güçlerini birleştirip akılcı bir yöntemle, ortak bir mücadele geliştirmenin zamanı gelmiş demektir.
Üzerinde çok fazla düşünüp, hesap-kitap yapılacak bir zaman değildir; birlikte hareket etmenin zamanıdır. Bir başka deyişle, birlikte yürüdünüzde neyi önereceğiniz ve neyi savunacağızın önemli olduğu bir zamandır. Bizler söylediklerimizden çok, yaptığımız pratik tercihlerden sorumluyuz.
D.Ali Behrin
1. Bu sayı Haziran 2016 – Temmuz 2017 yılına ait işçi ölümleridir.
2. Temmuz 2016 ve Haziran 2017 yılında gerçekleşen kadın cinayet dolaysıyla kadın katliamının sayısı ise 372.
3. Parlamentonun açık olması bu cunta rejimini üzerini örtmektedir. Parlamento, hazırlanan KHK`leri onaylamaktan başka bir işleve sahip değildir.
4. Süryanilere ait çok sayıda kilise ve manastıra el konuldu adeta müsade edildi.