Türk devleti ve Erdoğan, yeni savaş gündemleri yaratarak  mülteci sorununu güncelleyerek ve bu soruna dayarak yarattığı “frenkenştay”larla kendi geleceğini kurtarmaya çalışmaktadır. Mültecileri içinde bulunduğu çıkmazda kurtulmanın aracı olarak kullanmak istemektedir.

Türk devleti ve Erdoğan, sanki gerçekten Suriye’de insanların yerlerinde kopartılmaması için çırpınıyormuş gibi bir görüntü yaratmak istiyorlar. Türk devletinin varoluşunun mültecilere dayandığını bilmeyenler, Türk devletinin ve Erdoğan’ın, gerçekten insani nedenlerle, yani kimse mülteci olmasın diye çırpındığını, mültecilere de bu nedenle sahip çıktığını ve onları barındırıp beslediğini sanacak.     

Halbuki gerçek bunun tam tersidir. Türk devleti böyle bir algı oluşturarak, bu yolla izlediği katliamcı/soykırımcı ve asimilasyoncu politikaları gizlemeye çalışmaktadır.  Yani Türk devletinin mültecilere sahip çıkma yalanı, soykırımcı politikaları gizlemenin ambalajı olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle Türk devletinin sahte mülteciseverlik pozunun teşhir edilmesi önemli ve gereklidir.

İddia edildiğinin aksine, Türk devletinin hiçbir zaman mültecilere yönelik pozitif bir politikası, kültürel atmosferi ve siyasal yapısı olmadı. Aksine Türk devleti, tarihsel/toplumsal süreç içinde, mültecileri varoluşunun toplumsal dayanağı  olarak değerlendirdi. Yani Türk devleti, toplumsal dayanağı mülteciler olan bir devlet demek hiç te yanlış olmaz.  

Bu gerçeği ifade eden sayısız belgenın yanında, Ecevit’in arşivinde çıkan ve Can Dündar ile Rıdvan Akar’ın yayınladığı “Ecevit’in Gizli Arşivi” adlı kitapta bu konuyla ilgili olarak şunlar yazılmaktadır.

"(1) Hali hazırda iskân kanunu ve tatbikat, tespit edilen politika ihtiyaçlarını karşılayacak ve asimilasyonu temin edecek şekilde ve ilmi olarak incelenmeli ve icabında tadil edilmelidir.

"(2) Bölgenin, kendilerini Kürt sananlar lehindeki nüfus sürtüktürünü, Türk lehine çevirmek için, bölgedeki iktisadi şartların zorluğu karşısında, başka taraflara hicrete mecbur kalan, Karadeniz sahillerindeki fazla nüfusla, memleket dışından gelen Türkleri, bu bölgeye yerleştirmek, bölgedeki kendilerini Kürt sananlar; bölge dışına hicrete teşvik ve bu hicreti finanse ederek, memleketin Türk çoğunluğu bulunan yerlerine iskân etmek işini planlamak...(38)

İşte Türk devletinin gerçekliğini belirleyen temel politka budur.  Türk devleti ilk oluşum sürecinden beri, bu toprakların kadim halklarını, katliamlar ve soykırımlarla yok edip onların yerine mültecileri yerleştirerek, kendisine bağımlı, ırkçı/gerici bir toplumsal yapı oluşturmuş ve bu toplumsal yapıya dayanarak varlığını sürdürmektedir. Bu “etnik ve dinsel arındırma” politikası türk devletinin temel/stratejik politikasıdır.

Türk devletinin bugün “etnik ve dinsel arındırma” politikasının unsuru olarak kullandığı ve Türkleştirmek istediği mülteciler ise Suriye’de gelen/getirtilen göçmenlerdir. Türk devletive Erdoğan, Suriyeli mültecileri, “etnik ve dinsel arındırma” politikasının aracı olarak, hem Türkiye ve Kürdistan'ın sosyal dokusunu bir kez daha değiştirmek, hem  de Avrupa devletlerine karşı santaj aracı olarak kullanmaktadır.

 Bu nedenle Türk devleti ve Erdoğan, Suriyeli mültecileri, ne Avrupa’ya ve ne de Suriye’ye göndermeyecektir. Onların bir kısmı kendi imkanlarıyla ülkelerine dönebilirler, bir kısmı değişik yollarla Avrupa’ya çıkabilirler, ama Türk devleti, onların büyük çoğunluğunu Türkiye ve Kürdistan’ın gerekli gördükleri  yerlerine iskan ederek asimilasyon politikalarını uygulayacak ve kendi ırkçı/dinci toplumsal zeminini güçlendirmek için bu mültecilerden yararlanmaya çalışacaktır.

Bu anlamda, Suriyeli mültecilerinin yerleştirildiği Maraş/Terolar köyü önemli ve açıklayıcı bir örnektir.  Maraş/Terolar köyü “pilot  bölge” olarak seçilmiştir. Sözkonusu mülteciler, daha uygun yerler olmasına rağmen, oralarda iskan edilmeyerek, Kürt-Alevi köylerinin tam ortasına kurulan  kampa yerleştirilmişlerdir. Bu yerleştirmenin hiçbir makul  Bu ne mültecilere yapılan bir iyiliktir ve ne de insani bir politikanın sonucudur. Zaten oraya yerleştirilenlerin  sosyal yapıları da göz önüne alındığında gerçek daha net ortaya çıkmaktadır. Üstelik Maraş ve benzeri bölgelere yerleştirlenler, devletin amaçlarına uygun olarak, DAİŞ ve benzeri çetelerin toplumsal dayanağı  olan kesimlerden seçilmektedirler. Türk devleti, bu unsurların  genel kitlesini toplumsal  dayanağı olarak şekillendirirken, gençlerini de paramiliter katiller olarak değerlendirecektir. 

Ne yazık ki bu gerçek, kamuoyunda ve özellikle Avrupa devletlerinin ilgilleri tarafında yeterince doğru algılanamamakta, Erdoğan’ın “santajları” ciddiye alınarak taviz üstüne taviz verilmektedir.

Bu nedenle Erdoğan’ın mültecilerle ilgili politikasının ve bu konuda kurduğu her cümlenin sahte ve santaj amaçlı olduğunun teşhir edilmesi, özellikle Avrupa devletlerinin karar vericilerine bu konunun doğru enforme edilmesi önemli bir görev olarak belirlenmelidir. Daha çok ta Avrupa’lı halkların ve Avrupa’da yaşayan farklı mülteci halkların bu konulara ilgisini çekmek, bu insanları Erdoğan’ın santajları konusunda bilgilendirmek, bu santajlara boyun eğilmemesi açısında çok önemlidir.

Savaş ve sömürü yalansız olmaz. Erdoğan, savaşı, katliam ve soykırımları büyük yalanlarla sürdürmektedir. Erdoğan’ın katliamcı politikalarına karşı mücadele Erdoğan’ın yalanlarına karşı mücadeleyle birleştirildiğinde, zulmün sonu daha da yakılaştırılacaktır.