Kürt sorununun devasa özelliği ve Türk devletinin soykırımcı politikaları, toplumsal hayatta beklenemedik, hayal bile edilmeyecek, önceden tasarlanamayacak çok ilginç gelişmelere yol açmaktadır.

Türk devleti, Kuzey Kürdistan’ın her parçasında, Efrin’de, Rojava’da, Güney Kürdistan’da ve Kürtlerin yaşadığı dünyanın her köşesinde, Kürtlere karşı çok yönlü bir savaş sürdürmektedir. Böylece Kürt halkının özgürlük mücadelesini, her yol ve yöntemi kullanarak engellemeye çalışmaktadır. Türk devletinin kullandığı savaş yöntemlerden birisi de ilişkili olduğu ve Kürtlerin de bulunduğu ülkelerde Kürtleri etkisizleştirmek ve zor durumda bırakmak, faaliyetlerini engellemeye çalışmaktır. Türk devletinin Kürtlere karşı sürdürdüğü bu savaşının bir cephesi de bu anlamda Avrupa ve elbette Almanya Türk devletinin Kürtlere karşı açtığı bu cephenin ilk ve en belirgin alanlarıdır. 

Zaten Erdoğan’ın yönettiği Türk devletinin, Kürt halkına karşı sürdürdüğü kirli savaşı yaygınlaştırmakta ve derinleştirmekte olduğu biliniyor.  Efrin’in işgalinden sonrasının da geleceğini söylemesi, Kuzey Kürdistan’daki saldırılar, Türkiye’nin her tarafında Kürt kurumlarına karşı sürdürülen gözaltı ve tutuklama terörü, Almanya’da Kürt sembollerinin yasaklanması, Çekya adlı devletin Salih Müslüm’ü tutuklaması, Kürt Mezopotamya yayınevinin ve Kürt yurtseverlerinin evlerinin basılması, demokratik etkinliklere çıkartılan engeller  gibi birçok saldırı, Türk devletinin savaşı derinleştirmek ve yaygınlaştırmak istediğinin en son ve en açık ifadeleridirler.

Fransa’da üç Kürt yurtsever siyasetçisini ketleden MİT, Almanya’da Kürt halkının temsilcilerini izlemekte, taciz ve tehdit etmektedir.  Her fırsatta, özellikle Türk devlet yetkilileriyle yapılan görüşmelere bağlı olarak, Kürtlerin demokratik haklarını kullanmaları sınırlandırılmaya çalışılmaktadır.  Bu çerçevede Almanya, Kürtlerin sembollerini yasaklamış bulunmaktadır. Yapılan etkinliklerde, hem kitlesel katılımın önlenmesi, hem de yapılan eylemin etkisinin sınırlandırılması için bir dizi engel çıkartılmaktadır.  Aynı düşmanca uygulamaların sonucu olarak Almanya’da Alevi kurumlarının kapıları işaretlendi, Kürt sporcu Deniz Naki saldırıya uğradı. Almanya’nın Türkiye’de tank fabrikası kurması ve verdiği silahların bedeli, Kürt kanıyla ödenmektedir.  

Gerçek olan o ki Türk devleti, Kürtlerin özgürlük mücadelesini, kurumsal siyasal varlığı için tehlike olarak görmekte ve Kürtlerin özgürlük mücadelesini bastırmayı varlığının ön şartı olarak görmektedir. Dolayısıyla Türk devleti, geleceğini sürdürebilmek için Kürtlerin önce siyasal ve örgütsel varlığını sonra da toplumsal varlığını yok etmeyi birinci, asli ve hayati görevi olarak belirlemiş bulunmaktadır. Türk devleti, bu nedenle, bütün faaliyetlerini buna göre planlamaktadır. Deyim yerindeyse, işini gücünü bırakmış, her cepheden Kürtlere karşı savaşmaktadır.

Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın her devletinin Kürtlere uzak durmasının nedeni, Türk devletinin bu politikasından kaynaklanmaktadır. Türk devleti, dünyanın her devletini, rüşvet veriri gibi silah satın alarak, ihale vererek veya şantaj yaparak Kürtlere karşı tutum almaya zorlamaktadır.   Bunun sonucu olarak devlet zoruyla gasp edilen halklarının emeği, Kürt düşmanlığı için harcanmakta, yoksulluk ülkeye kader olarak dayatılmaktadır.

 Avrupa ve dünya devletleri, özellikle Almanya, Erdoğan’ın diktatörlük heveslerine, faşizan uygulamalarına, saldırı ve katliamlarına karşı mücadele eden Kürtleri ve demokratik kamuoyunu baskılayarak, Almanya halklarına hizmet etmiş olamaz.

Türk devletinin yurt dışında faaliyet yürüten resmi ve yarı resmî kurumları ile sözde sivil kurumlarının tamamı Türk devletinin denetiminde çalışan birer ırkçı/gerici devlet aparatı durumdadırlar. Osmanlı Ocakları gibi sözde sivil kurumlar ile Türk Diyanet Kurumuyla bağlantılı sözde dini kurum ve bu kuruma bağlı bütün camiler, Türk devletin yönlendirmesi denetimi ve imkanlarıyla tamamen birer ırkçılık gericilik merkezi gibi çalışmaktadırlar.  Bu camilerin her biri ırkçılığın ve gericiliğin üretildiği ve oraya giden kitlelere dayatıldığı, ayrıca Kürtlere Alevilere   ve demokratik kamuoyuna yönelik olarak her türlü nefretin düşmanlığın ve ötekileştirmenin ana merkezleri olarak işlev görmektedirler. Bu kurumlara gidip gelenler, genellikle, ırkçılığın ve dini gericiliğin hizmetçisi durumuna getirilmişlerdir.

 Türk devletinin denetiminde bulunan çok sayıda kurum, bu bağlantıların sağlandığı en etkili organlardırlar. Devletin denetiminde bulunan bu kurumlar bir yanda topluma ırkçılık ve dini gericilik empoze ederken, bir yandan da paramiliter unsurları cesaretlendirmekte, eğitmektedirler.

Türk devletinin yaptığının anlaşılması için, şu gerçeğin ortaya konması gerekiyor. Dünyanın hiçbir devleti, Türk devletinin yaptığı gibi, yurt dışında yaşamak zorunda bıraktığı vatandaşlarını, kendi politik amaçlarına alet etmemiş, onları bu düzeyde arka bahçe olarak kullanmamıştır.  

Almanya’nın gerek devlet olarak aldığı baskıcı tutumun ve gerekse Almanya’da faaliyet gösteren Osmanlı Ocakları gibi ırkçı gerici kurumların Kürtlere yönelik saldırılarının tamamı Türk devletinin politikalarının ve karanlık ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Türk devleti, yurtdışında yaşayan vatandaşlarını bu amaçla kullanmaya, 12 Eylül. 1980 darbesiyle başlamıştı. O dönem Abdullah Çatlı gibi katiller aracılığıyla başlattığı cinayet, katliam ve saldırılarına bugünde aynı yöntemle devam etmektedir. Almanya’nın izlediği engelleyici anti demokratik tutumun da Türk devletinin özel çabalarının sonucu olduğu bilinmektedir.  

Ancak hiçbir karanlık ilişki ve uygulama, ne zalimlerinin iktidarını kurtarmıştır ve ne de mazlumların özgürlük mücadelesini bastırabilmiştir. Özgür gelecek uğruna bedel ödeyenler tarafında yaratılacaktır.