"Anayasa'ya aykırı olduğunu biliyoruz ama yine de dokunulmazlıkların kaldırılması için oy vereceğiz" diyen sözün sosyolojik hatırlatmasını okumak istiyorum. 

Her sözün bir hatırası vardır. Bunun yanında bir de geçmişle bir ilişkisi. Partiler, bireyler, toplumlar geçmişlerini hesaba katarak geçmişle ilişkilerini harakete geçirip  yüzleştirmiyorsa, görmezden geliyorsa ve hala tek dil tek din ve tek millet tutumunda diretiyorsa, geçmişin bugün üzerindeki etkisi artar ve korkulan, kaçırılan geçmişin bir ürünü haline gelir. Malesef bugün böyle olmaya devam ediyor.Geçmiş yakamızı bırakmıyor. Biz adalet, eşitlik, bağımsızlık ve özgürlük dedikce yok sayılıyoruz. Oysa  birileri, birilerini geçmişe uysal bir hizmetkarlık mumamelesi yaptırmaya çok alışıktır; onu istediği zaman çağırır, istediği gibi kullanır, işi bitince de karanlık düşünceye gömer, gömdü de.

Geçmişin hesaplaşma olgularını siyasal boyutlarını incelemedikçe, onun toplumsal süreciyle yüzleşme olmadıkça verimli bir yakınlaşmada olmuyor, olamaz.

Travmatik olaylar resmi ideolojinin öğretilmiş bilgileri olarak beyinlerimize sokuldu.Dolayısıyla toplumsal ve bireysel tepkiler  politik ve etik olarak kavranmadı ve  sorgulanmadı. Biat kültürünün kavratılmış alışkanlıkları hayatımıza yön vermeye devam etti, ediyor. Her zaman  meteryalistler, aydınlar, devrimciler geçmişi hatırlamanın biçimleri, içeriği hedefleri gibi meseleleri  daha fazla araştırılıp tartışma alanları açmıştır. Hafıza ve hatırlatma konuları sadece katliam, vahşet, soykırımla değil  sosyal bilimler, tıp, psikoloji, psikaniliz, kültür antropolojisi, sanat, kültür, edebiyat vb alanları haline gelmiştir.

Yeterince adalet  kültürü, yeterince eşitlik kültürü paylaşıldıkca sevgi de çoğalır.

Birileri istediği kadar tekçilik üzerinden cümle kursun, hatırlatma kültürü, tarih politikasıyla yüzleşmeye açılmıştır artık. Tartışma ve haraketlilik adalet mülkün temelidir diyen  alanda sorgulanmaktadır.

Geçmişle hesaplaşmanın yolları ve araçları nerede başlamalıdır? Adaleti kamu önünde ortaya serme, özür dileme, yargılama, yasama, ceza, anma tazminat deneyimlerinin ayrıntılı bir analizi ortaya çıkarılmalıdır. Geçmişin kirli uygulamalarını, geçmişin zorbalığını, vahşetini, baskılarını, adaletsizliğini, haksızlığını, hukuksuzluğunu tartışabiliyor muyuz? Hala devam eden tamamalanmamış yüzleşmemelerimiz var. hala devam eden süreçler ve serüvenler ve hala çözümlenmemiş gizemler var. Sorunlarımızı tek millet, tek din, tek dil üzerinden görebileceğimiz açık kapılar var. Aynıların aynı olduğu yerde aynı eşitliği ve  adaleti görebiliyor muyuz?

Benim için yürüyüş’ün adalet taleb etmesi ve yürüme’ye katkısı siyaset sosyolojisi üzerinden okunmalıdır. Beklentim ve dileğim özgürlüğün ve adaletin herkese aynı mesafede ve eşit olmasıdır. Eşitlik, Özgürlük, Adalet o ufukta görülmelidir. Bizim hissettiğimiz adalet yürüyüşümüz özgürlüğün ufkundadır. Düşlerimizle yürümenin yakınlaşmasıdır.

Geçmişi yok saydıkca, o zaman analar ağladı dedikçe,  inkara sarıldıkça geçmiş yakamızı bırakmaz, o giderek daha yakıcı ve inatçı olmaya devam eder.

Bireyler gibi toplumlar da utanç duygusu yaşamadan eşit bakabilmelidir yaşama dair olan tüm güzelliklere. Yani insan sevgisini yitirmeden farklılıkların zenginliğine şüpheye düşürmeyecek, bilakis pekiştirecek duyguları hatırlamalıyız hatırlatmalıyız.

Geçmişin yükünden kurtulmak amacıyla, geçmişin belli dönemlerini, yaşanan olaylara dair bir hatırlatma yasağı koyarak değil, geçmiş hakkında konuşma ve tartışma olanaklarının öncelikle adalet ve eşitlik ilkelerinde hukuksal, siyasal ve toplumsal araçları ortaya çıkarmalıyız. Hiç yokken iyidir mantığıyla yatıp kalkmak siyasal bir duruş değildir. Emek mücadelesine güvensizliktir.

İnsan ile insan bilincinin tartışmasız siyasal , toplumsal ve kültürel bellek yitimi konusundaki yakınmayla ilgili kutsayıcı ya da kıyamet tellallığı yapan söylemlere hafıza patlaması eşlik ediyor.

CHP‘nin siyasal tutarsızlığına rağmen CHP’nin de yetmez ama evetçileri var.

CHP parti programı ile Kürdleri sevmez, sevmediği için HDP’ye  yaptıklarından dolayı bir özeleştiri yapamaz/yapmaz. Demokratik bir parti olması beklenemez, Devletin kurucu  partisi olmaktan kurtulamaz.  „Adalet Mülkün Temelidir“ sözünün yaratıcısı olmasından dolayı,  kime biat ettiğini bilir. Sadece kendi milletvekili için istenen adalet ne adalet’tir ne demokratik bir tepkidir.  Siyaset bilimi ve kültürü açısından demokrasi mücadelesi hiç değildir.

Sonuçta, sistem aydınlanma önünde dincileri yarattı. Devletin kurucu partisi türkçüleri kışkırttı. Bir yanda dinciler diğer yandan ırkçılar siyasi çatışkılardan demokrasi ve adalet  çıkmaz. Dinci ve Türkçü dayatmalarla yüzleşmeliyiz…

Yüzleşmenin olmadığı yerde kötülükler sorgulanmaz, sorgulanamaz. 

Nerede  yaşarsak yaşayalım farklı ama eşit adalet...

„Adalet; Onurlu yaşamak, başkasına zarar vermemek, herkese kendine ait olanı vermek“tir diyor Ulpianus