Erdoğan’ın hafta başında yaptığı Brüksel ziyaretinin yankıları Avrupa’daki burjuva medyasının gündemini bir hayli meşgul ediyor. AB kamuoyu açısından siyasetin ana konusu mülteci sorunu olduğundan, burjuva medyasındaki yorumlar bu konuda AB’nin Türkiye’ye ne denli muhtaç olduğunu vurgulamaya ve AB reel politikasının »Erdoğan’ı kazanmak için« hangi bedeli ödeyeceğini tahmin etmeye yoğunlaşıyor.

Ancak burjuva yorumcularına ve »mülteci krizini« iç politik kazanımlar için araçsallaştıran muhafazakâr politikacıların söylemlerine bakarak AB-Türkiye ilişkilerinin yönünü tahmin etmek aldatıcı olur. Çünkü asıl belirleyici olan, tüm kısa vadeli reel politik kaygılara rağmen, AB emperyalizminin uzun vadeli çıkarlarıdır. Ve bu çıkarlar, Erdoğan’lı veya Erdoğan’sız, Türkiye’nin stratejik konumunu dikkate alarak şekillenmektedir.

Bu yazı kaleme alınırken AB’li iç ve dış işleri bakanlarının Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Balkanlardaki meslektaşları ile Luxemburg’da yaptıkları toplantı henüz bitmemişti. Ama buna rağmen bazı öngörülerde bulunmak olanaklıdır.

Bir kere AB uzun süredir AB sınırların çok ötesinde mülteci dalgalarını durduracak, AB’ne geçişi engelleyecek ve mülteci akımlarını kontrol altına alacak büyük mülteci kamplarının kurulmasını planlıyordu. 2004 yılında dönemin SPD’li Alman içişleri bakanı Schily »Kuzey Afrika’da kamp kurma planlarını« kamuoyuna tanıtmıştı. O zaman bu planlar gerçekleştirilememişti, ama planların amacı hâlâ geçerli: Emperyalist savaşların ve uluslararası tekellerin sömürüsünün sonuçlarından kaçmak zorunda kalan kitleleri Avrupa’dan uzak tutarak, refah merkezleri üzerindeki baskıyı hafifletmek ve daha önemlisi, emperyalist savaşları ve yoksul ülkelerin sömürülmesini göç akımlarına maruz kalmadan sürdürebilmek.

Şimdi, kapitalizmin merkez ülkelerinin refah şovenisti toplumlarını, mültecilerin yaşadıkları sefaleti kapılarının önüne kadar getirip, korku toplumlarına dönüştüren AB emperyalizmi planlarını gerçekleştirmek için önemli bir fırsatı yakaladı. Bu fırsatı sunan bizzat Erdoğan’dır. Çünkü Balkanlarda AB sınırlarını zorlayan mülteci kitleleri oraya gökten zembille inmediler, büyük bir bölümü Türkiye’den geliyor.

Siz Erdoğan’ın Brüksel’deki kibrine bakmayın. Suriye’ye »güvenli bölge« talebini karşılayacak bir AB yok. Olacaklar belli: AB, Türkiye sınırları içinde toplam 2 milyon mülteciyi barındıracak altı kampın kurulmasını finanse edecek. Üyelik süreci fonundan 1 milyar Euro’yu destek olarak verecek. 500 bin seçilmiş mültecinin AB’ne alınmasını sağlayacak. Türkiye de, Yunanistan ile birlikte Ege Denizini, Suriye, Irak ve İran sınırlarında da AB’nin kara sınırlarını mültecilerden koruyacak.

Buna karşın Türk vatandaşlarına kısmi vize kolaylığı getirilecek ve Erdoğan’ın bu »başarıyı« seçim kampanyasında malzeme olarak kullanmasına müsaade edilecek. Elbette Türkiye’nin şu an yürüttüğü kirli savaşa ses çıkartılmayacak, hatta Almanya’da olduğu gibi, tutuklamalar ve yasaklamalarla destek çıkılacak. Sonuçta Suriye’de tampon bölge kurmak için çırpınan Türkiye, AB emperyalizminin tampon bölgesi olacak. Kaplan gibi kükreyip, kediciğe dönüşmek böyle olsa gerek...