Ne yazık ki 21. yüzyılda, bu haykırış karşısında: “Konuşun, korkmayın, itaat ne demek!” diyerek tüyleri diken diken olabilecek erkek sayısı hala çok az!

Ne yazık ki 21. yüzyılda, “kadın-erkek elele”ye vurulan kırbaçlar inanılmaz kan kaybı yaratırken: “Elimiz kimin elinde” tarihsel sorusunu analiz etmeye, cevaplamaya çalışan erkek sayısı hala çok az!

Ne yazık ki 21. yüzyılda, “sürüne sürüne nasıl erkek olduk. Bu ‘erk’ uğruna hangi çağı yaşatıyoruz bu insanlığa” diyen erkek sayısı hala çok az!

Ağırlıklı aydın-ilerici-devrimci erkek yazıları-söylemleri dahi, hala hep kadına salık verici!!!

Oysa kadınlar, hayatın her alanında ‘cins’ muamelesi görenler; bunu hep konuştular, konuşmayı denemek için dahi nice bedeller ödemek zorunda kaldılar!

Kadın ve erkek kelimeleri, insanın hangi cinse ait olduğunu ifadelendiren biyolojik terimlerdir. Yani kişilerin ne olduğunu ifade etmez, cinsiyetlerini ifade eder. Ancak tekrar etmemize gerek olmayan toplumlar tarihi boyunca; giyiminden kuşamına, oturuşundan kalkışına, toplumda yüklenmesi gereken işlere-işlevlere göre ‘kadın’ kavramı alabildiğine ağırlaşmıştır. Aynı zamanda erkek kavramı da! Kadın ve erkek kelimelerinin sadece cinsleri ifade ettiği unutturulmuştur. Bu kavramlar, birbirine karşı itme çekme gücü-yetkileri olan iki gülle gibi salınmaktadır ortalıkta. Ve yine-yeniden birbirine kırdırılmaktadır adeta!

Evlilikler! “İnsanlık, hayvanlar arası cinsel ilişki biçimlerini tamamen aşarak insanlaştı”, der Engels yığınla çözümleme sonrası. İlkel toplumlarda, çocukların babalarının değil de annelerinin belli olmasından dolayı kadına olan saygınlık... Köleci toplumlarda, kadının kullanılabilir bir cins olarak da alınıp satılabilmesi... Ortaçağda mülkün-iktidarın devredildiği çocuklar üretilmesinin zorunluluğu ve siyasi bir iş olarak “evlilik” denen akitler imzalanışı... Ve kapitalizmde “bireylerin özgürlüğü”ne iznin verildiği, aşk-tercih evlilikleriyle nikah! Boşanma yasaları ise, iki cinsin arasında örülen ekonomik tutsaklıklar yolculuğunun aynası!

“Nasıl dilbiliminde, iki olumsuz sözcükten bir olumlama çıkarsa, tıpkı onun gibi, evlilik ahlakında da iki fuhuştan bir iffet çıkar” der Fourier.

“Eğer sadece aşk üzerine kurulu evlilik ahlaki ise, sadece aşkın devam ettiği evlilik ahlaki demektir” der Engels.

Lenin’den Clara Zetkin’e, Marx’tan Rosa Lüxemburg’a, ardından bu miraslarla 60’lı yılların kapitalizme karşı alternatif oluşturma mücadelesinde olan kuşağından yığınla kadınla erkeğine; “cinslerin birlikteliği, evlilik, aile, kadın-erkek” kavramları üzerine sayısız araştırmalar, analizler-tezler bize miras bırakılmış. Türkiye topraklarında da, kanayan yaralar içerisinden; sayısız değerli ürünler üretilmiş bu konuda... Hala da, zamanın zorluklarına paralel neler üretilmekte... Okunması-değerlendirilmesi hep ertelenen!

Hadi onu bırakalım; yalın-tertemiz, kapitalizmin şaşalarından etkilenmemiş çilekeş kadın dilleri bile, duyulması hep ertelenen!

Ancak görürüz ki; ‘yasa’ dediğimiz şeylerin, daha Ortaçağdan bu yana işlediği güzergah kadın cinsinin aleyhinedir. Cinselliği üzerinedir! Fuhuş dahi, hala yasalara nasıl geçmesi gerektiği tartışılan fuhuş dahi; o dönemden bu döneme binbir yasal yol katetmiştir. Bu yol katedişler hiç olmamış gibi –ki egemenler bu yolların hepsinin tarihsel bilgisine sahipler-; tecavüz edilen bir kız çocuğunu ‘karılığa’ kabul eden erkek, yasalar karşısında suçsuz hale gelebilmektedir!!! Avrupa ülkelerindeki ileri tezahürü ise; “fuhuş yapan

kadınların ücretli emekçi sayılabilmesi” biçimindedir!! Ortaçağdan 21. yüzyıla dek; kadının cinsel olarak kendini erkeğe seferber etme durumunun özenle korunması meşrudur!

Bu yüzyılda, dünya çapında; düşünce-ifade özgürlüğüne dahi getirilen, getirilecek olan sınırlamalar, ekonomik kriz, bu kriz içerisinde kadın emekçilerin de hem evde hem dışarıda yoğun sömürülüşü, erkeğin ekmek getiren olma erkini bile hissedemediği bu yüzyılda, eril şiddet tabi ki daha da boyutlanmıştır!!!!

Nihayetinde kadın hayatın her alanında, tarifi kelimelere sığmayacak yoğun bir emekle; zaten hep varolmuş, varolan, varolacak olan bir insan cinsidir!!! Kadın her çağda cinsiyetinden dolayı kendisine vurulan zincirleri kırmak için kitapların alamayacağı sayıda-içerikte direnişler gerçekleştirmiştir. Yazık ki hala, görmeyen gözlere bunları göstermek için nice bedeller ödemek durumunda olandır.

Bedeni kullanılabilir, satılabilir, pazarlanabilir, evlilik kurumu içerisinde tutsak edilebilir (erkeğin aldatması hala meşrudur çünkü); bu kullanım değeri üzerinden, susturulabilir, korkutulabilir, itaate zorlanabilir olandır. Ve hala sadece bir “cins” değil, düşünebilen-üretebilen bir “insan” olarak da görülebilmenin can bedeli mücadelesini sürdürmektedir kadın!

Ele almayı hep ertelediğimiz cinselliktir ki; kadının tarihte ikinci sınıf cins olarak kalmasını garantileyendir! Ve bu, en gelişmiş ülkelerde dahi eşitlenmeyen emek ücretine dek süre gelmiştir...

Bir 8 Mart vesilesiyle daha, ERK-ERKEK SORUNUNU tarihe-bilinçlerimize kazıyan; hayatı pahasına direnen New York kadın işçilerine ve onu hayatları pahasına hayatımıza katan kadın-erkek tüm direnişçilere-düşünürlere saygıyla, sevgiyle....