Olmuyor, susturamıyorlar! Her gün televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından, manşetlerden büyük puntolarla kustukları nefretleri, »yok edeceğiz«, »kökünü kazıdık, kazıyacağız« tehditleri yetmiyor işte. Muhtarları, öğretmenleri toplayarak, besili kalemşorlarının sadık havlamalarına çirkin böğürmelerini ekleyerek yaptıkları konuşmalar; cümlelerinin arasından vıcık vıcık egemenin kibri, sömürücünün arsızlığı, ırkçılığın zehri akan bağırtıları da yetmiyor.


       Olmuyor, susturamıyorlar! Dizginlerinden bırakılmış üniformalı çakallarının, sırtlanlarının, engereklerinin ellerindeki makinalı tüfeklerin, NATO’lu dostlarının hediyesi tankların, her biri yoksulun cebinden, öksüzün, yetimin rızkından, emekçinin terinden çalınan paralarla alınan kurşunların, bombaların, roketlerin, helikopterlerin yeri göğü titreten gümbürtüleri de yetmiyor.

      Susturamıyorlar! Mezhepçi çığırtkanlıklarının, din bezirgânı sakallı-cüppeli softalarının kulak tırmalayan iğrenç vaazlarının, akla ziyan fetvalarının, şatafatlı-rezidanslı yaşam hayali pazarlayan reklamlarının, uyuşturan pembe dizilerinin, kapı kulu yalaka spikerlerinin yalan haberlerinin, sokağa saldıkları faşist güruhun ve mafya bozuntularının ulumalarının aldatıcı, vicdan köreltici, ruh kirletici gürültüsü de yetmiyor.

      Olmuyor! Yetmiyor! Susturamıyorlar! Susturamayacaklar da! Ne kadar yalan söyleseler de, kan gölünü, değil denize, kan okyanusuna çevirseler de, NATO’nun tüm cephanesini harcasalar da, susturamayacaklar bodrum katlarında, sokaklarda, mahalle aralarında parçalanmış, yakılmış, kurşunlanmış, iğfal edilmiş cesetlerin seslerini.

      O cesetler ki, en güçlü hoparlörden daha gür bir sesle konuşuyor, deprem uğultusu gibi derinden ve kemik iliğini titreterek hesap soruyorlar. Sağır kulakları duyar hâle getiriyor, intikamları alınana, katillerinden hesap sorulana, hakları ödenene kadar susmayacaklarını burjuva toplumlarının alınlarına silinemeyecek utanç lekesini kazıyarak söylüyorlar!

      Ve sesleniyorlar sinmiş olanlara:

      »Ey yaşayanlar! Sizin sessizliğinizdir bizi öldüren, sizin kayıtsızlığınız bedenimizi parçalayan, vurdumduymazlığınızdır kanımıza ekmek doğrayan. Görmüyor musunuz? Bizim ceset parçalarımızdır onurunuzu kurtaran. Haksızlığa, vahşete, sömürüye işkenceye ses çıkarmayanlar, bizden daha çok ölü, çürümüş cesettirler. Yuvalarından oyulmuş gözlerimiz gerçekleri yansıtırken, suskun yaşayanların gözleri kör, kanları kurumuştur çoktan. Ey yaşayanlar! Dinleyin bizi! Sessiz kalmak, tek başına sessizlik değildir. Bangır bangır katillerimizin suçuna ortak olmaktır. Önünüzde iki yol var artık: ya bizim, dizlerine kadar kendi kanına batmış, kendi cesetleri üzerinde dolaşarak direnenlerin, özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesi veren sefaletin ve emeğin çocuklarının yanında olacaksınız, ya da kan emici engerek ve çıyanların, sermayenin uşaklarının! Orta yol yok artık: ya kurtuluşun, ya da esaretin tarafında olacaksınız! Ve siz egemenler! Sanmayın ki zafer kazandınız. Zafer anıtınız kum üzerine kurulu. Döktüğünüz her damla kan, parçaladığınız her beden, yok ettiğiniz her can, size duyulan öldürücü nefreti, sınıf kinini derinleştiriyor, egemenliğinizin mezarını kazacak ordunun saflarını genişletiyor. Tarihsel yasallığı durduramayacak, sesimizi susturamayacaksınız!«

Susmuyor işte şu cesetler, susmuyor...

13 Şubat 2016