İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır sürgün ya da sürgünlük halleri. Komünal toplumlarda toplumsal güvenliğe ilişkin olarak yani üretim araçlarının ortak mülkiyetine karşı işlenen suçlarda ortaya çıkan sürgün uygulaması, sınıflı toplumlarda egemen sınıfların egemenliğinin korumasının bir aracıdır artık. 

Tehlike ile kucak kucağa olanlar için başlangıçta korunma güdüsüne dayalı bir zorlamadır. Sonrasında ise, kendi egemenliklerinin geleceği için tehlike olarak gördükleri muhalifleri kendi iktidar alanlarının dışına atmak için kullanılan bir politik baskı aracı.


Yerlerinden, yurtlarından edilişler, gerideki köprüleri yıkarak geri dönüşü olmayan Fizanlara, yalıtılmış tecrit adalarına sürülüşlerin tarihi, insanlık kadar eskidir o halde. Sınıflı toplumlarla birlikte devlet iktidarlarının sürekli geliştirdiği bir baskı aracıdır. Önce mekanlar üzerinden uygulanır bu araç, sonrasında geliştirilerek maddi ve manevi yaşamın her alanında uygulanabilir hale sokulur. Post modern dönemlerde sürgün ve sürgünlük, ulus devlet dönemlerinden daha geniş kapsamlı, planlı, derinlikli ve daha çok çeşitlilikte bir hal almıştır artık. Bir cezaevinin on metre karelik odasında tecrittir örneğin sürgünlük hali.
Bu uygulama, bugün “göçmen, mülteci, sürgün” olarak dünyada 300 milyon insanı aşmıştır. 


Sürgün ve sürgünlük 

Edebiyatta, sanatta, tarihte ya da anı kitaplarında “sürgünlük ve sürgün olma hali” için değişik tanımlar kullanılmıştır. Uluslararası hukuk literatüründe ise bu tanımların dünya ölçeğinde ortaklaştırılmasına çalışılmıştır. Avrupa Sürgünler Platformu’nun programında “sürgünlük ve sürgün olma hali” için, bu alanda yapılan çalışmaların gelişkin bir özeti de sayılabilecek bir tanım yer alır: “Sürgünlük; sosyal, politik, inançsal farklılıklar veya savaşlar ve benzeri nedenlerle ya da doğal afetlerle gerekçelendirilerek insanların doğdukları toprakları ya da yaşam alanlarını terk etmek zorunda bırakma veya bıraktırma halidir. Kendi iradesi dışında bir dayatma olarak bu hal içinde yaşamak zorunda bırakılan kişi ise, sürgün olarak tanımlanır.”

Sürgün, bir insanın yaşadığı topraklardan yani yurdundan dilinden, kültüründen ve inancını yaşama alanlarından koparılarak, yani kimliğini yaşatacak bütün özgürlük olanaklarının elinden alınarak farklılara, ötekilere, ayrıştırılanlara yönelik bir yok etme, tüketme, soy kırma hareketidir. Sürgünlük, egemenlerin egemenliklerine karşı bir itirazın, bir karşı duruşun, bir direnişin varlığının da göstergesi, kanıtı, hatta onun bir başka adıdır.

Türkiye’de sürgün sorunu


600 yıllık Osmanlı döneminden kalan en eski, en ağır devlet geleneklerindendir sürgünlük. Üstelik sürekli yok sayılan sorunların başında yer alır. Osmanlı’nın son döneminde muhalefetin daha da gelişmiş ve yaygınlaşmış olmasından dolayı muhalif aydınlara yönelik en çok uygulanan cezalandırma ve tecrit sistemidir sürgünlük. Namık Kemaller bu tarihin sürgünlerde ölen tanıdık simalarıdır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce farklı dil ve kültürler de soykırıma uğramıştır. Ermeni ve Asuri-Keldani halklarına yönelik soykırım, dünya tarihinde en ağır, en kapsamlı ve planlı uygulanan ilklerdendir.
Ve Cumhuriyet döneminde Dersim’de hava bombardımanlarıyla sürdürülen büyük Alevi Kürt katliamı, Ermeni soykırımındaki tehcir politikası ile güçlendirilerek bir insanlık faciasına dönüştürülmüştür. Alevi aileler birbirinden koparılarak köy köy dağıtıldılar. Cumhuriyet’in son çeyreğinde ise bu uygulama, esas olarak kendi topraklarında yaşayamaz hale getirilen toplulukların “kendi iradeleri” ile göçertilmeleri biçiminde yaygınlaştırılmıştır.

Sürgüne zorlamanın değişik yolları vardı elbette. Varlık Vergisi nedeniyle mallarına el konularak yaşam olanakları sınırlandığı için kendi topraklarını “kendi iradeleriyle” terk etmek zorunda kalan sürgünlerin yanı sıra, topraklarından devlet zoruyla sürülen gayrı müslimler de köle gibi zorla çalıştırıldıkları madenlerde ya da ağır işlerde buluşturuldular. Bugün kendi organizatörleri tarafından da açıkça itiraf edildiği gibi, 6-7 Eylül (1955, İstanbul) olayları, devletin planlı olarak düzenlediği göçertme eylemlerinden biridir.

Bugün de sürdürülmekte olan bu politikanın uygulandığı diğer geniş bir coğrafya ise Kuzey Kürdistan’dır. Bu uygulamanın temel özelliği, “tekçi” (üniter) bir anlayışla, toplumda var olan bütün farklılıkların egemen olanın formuna dönüştürülme ya da ona hizmet eden konumuna getirilmesi çabasıdır. Fiziki şiddetten bağımsız olarak sürdürülmeyen ve devletin kendi yasallığı dışında devreye soktuğu yasadışı ilişkilerle de (derin devlet) dayattığı ulus, dil, bayrak gibi kimliğe ilişkin alanlarda tekçiliğe karşı sürdürülen mücadelelerde bugüne kadar on binlerce insan yaşamını yitirdi. 7 milyondan fazla Kürt, köyleri yakılıp kendi topraklarından zorla atılarak Türkiye batısında metropol varoşlarına sürgüne çıkarıldılar.

12 Eylül ve sürgünler 


12 Eylül faşist darbesi ülkeyi kan gölüne çevirdi ve siyasi göç ve sürgünlük tarihin en ağır, en geniş kapsamlı uygulamasına neden oldu. Tabloyu kısaca özetlersek; 650 bin kişi gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, on binlercesi tutuklanıp zindana atıldı. 50 kişi idam edildi, 180 kişi işkencede öldürüldü, yüzlercesi gözaltında kaybedildi... Resmi rakamlara göre sürecin hemen başlangıcında 13 bin kişi vatandaşlıktan çıkartıldı ve ileriki yıllarda bu sayı 29 bine ulaştı. Evrensel insan hakları kararlarında hukuken “suç” sayılan “sürgün cezası” askeri mahkemelerce açıktan ve yaygınca uygulandı. Faşizmin bu zorbalığından, zulmünden kurtulmak için doğup büyüdükleri toprakları terk ederek sürgüne gidenlerin sayısı resmi rakamlara göre 100 bini aşkın.
Bilinmeyene doğru gerçekleştirilen bu zorunlu yolculukta, sürgün yollarında birçok insan da sınırlardan geçiş dönemlerinde katledildiler. İpsala’da oluşturulan Kimsesizler Mezarlığı sakinlerinin büyük çoğunluğunu, yaşam olanaklarına ve özgürlüğe kavuşmak için Türkiye’deki zulümden kaçarak Yunanistan’a sığınmak isterken Meriç Nehri’nde ölen muhalifler oluşturmaktadır.

Sürgün halleri

Sürgünler kendi topraklarını terk edip çıktıklarında, “yaşamlarını kurtardıkları” ve elbette “özgürleştikleri” düşüncesiyle önce seviniyorlardı. Durum fiziksel boyutlarıyla ya da yüzeysel olarak düşünüldüğünde haksız da sayılmazlar elbette. Çünkü “göçmek” bir anlamda sorunları arkada bırakarak kurtulmak değil miydi?

Oysa kısa süre sonra durumları farklılaşıyor, yeni topraklarda yeni bir dönem başlıyordu. Sürgünlük, psikolojik ve politik kimlik üzerinde yaşanan bir karabasan haline gelmektedir.
‘’Kişi, ‘zorlanma’ denilen psikolojik sıkıntıyla belki de ilk kez tanışıyor. Dil ya da kültür farklılığı gerçekte yabancılık refleksini aşırı uyaran bir duyarlılık da yaratır. Başkalarının yabancı demesine gerek yok, birey kendi kimliğinde ve en derin boyutlarda yaşıyor yabancı olmanın dayanılmazlığını. Bireyi kendi iradesi dışında böylesine bir konumlanışın seçilmiş olması kadar zorlayan başka bir karar olamaz. Ve böylece başlar metropol kentlerinde milyonların arasında yaşanan büyük yalnızlık. Yurdunuzdan, halkınızdan, ailenizden ya da sevdiklerinizden ayrı olma durumunu yüksek ideallerinize ya da çocukluk hayallerinize dayandırarak açıklasanız da gerekçelerinizin, hüzünler ve öfke nöbetlerinizin sadece bahanesi olduğu gerçeğini silemezsiniz beyninizin derinliklerinden: Gerçek, zorla kendinizden koparılmış olmanızdır. İşte sürgünlük!” (Metin Ayçiçek. Sürgünlük Halleri. Diyalog Dergisi. 1998.)

Göç toprakları ve sürgünler


Sürgünler, gelirken her şeylerini de beraberlerinde getirirler; özlemlerini, hayallerini, sevdalarını ve değerlerini… Bunlar bazen güç ve moral verir, bazen dayanılmaz bir yük olur. Çünkü sadece terk edilen ülkede değil, sığınılan ülkenin de yabancısıdır onlar. Yaşamları risk altındadır genellikle. “Onlar günümüz dünyasının her daim siyahlarıdır.” Avrupa’da gelişen ırkçılığın, yabancı düşmanlığının ana hedefleridir.

Çalışma izni alamaz, en ağır işlerde ve genellikle kaçak ve ucuz iş gücü olarak çalışmak zorunda kalırlar. Paris’te konfeksiyon, Almanya’da temizlik işçileri onlardır. Bütün ülkelerde sağlık açısından riskli işler onların çalışma olanağı bulabildikleri yerlerdir. Üstelik terk edip kaçtıkları ülke devletleri göç ülkelerinde de bırakmaz sürgünün peşini. Büyükelçiliklerini ve konsolosluklarını, göç ülkelerindeki lobileri ile harekete geçirerek sürgünü “mahalle baskısı” altında tutmaya çalışırken, gidilen ülkenin çıkar hukukunu da göçmeni hareketsiz bırakmak ya da yok etmek için sıkça kullanır. Mümin Kurt, Selçuk Sevinç, Kemal Cemal Altun ve Kürt siyasetçi Cemal Kavak ile birlikte 30 civarında sürgün bu koşullarda yaşamlarına kendileri son vermişlerdir.
Sürgünlerde kavuşma istemi bir takıntı boyutunda yaşanır. Ülkesine, sevdiklerine, ailesine kavuşma duygusu ve umudu tazedir. Nereye giderlerse gitsinler, bu duygular arkalarından gelir. Anıları, hayalleri, sevdaları onları hiç bırakmaz. O kadar ki, sıkça, gezdikleri gördükleri yerleri bile yurdundan tanıdığı bir yerlere benzetir,  kıyaslamalar yaparak oralarda olamadıkları için hüzünlenirler. Bu hüznü sürekli ve derinlikli olarak yaşarlar. Her zaman bir arayış içindedirler ve kendilerini bir yere ait hissedemedikleri için göç topraklarında da genellikle dışarıdan izleyici konumunda ve ‘’yabancı’’ kalmakta ısrarlıdırlar. Bu yüzden yaşamına katıldıkları yeni topluma uyumları zaman alır ve zordur. 

Sürgünleri talepleri 


Yasaları, anayasaları değiştirdiler, ceza yasalarını değiştirerek aflar çıkardılar, çeşitli konularda ‘’iyileştirmeler’’ yaptılar ama sürgünlüğe neden olan politik duruşunu reddetmeyen, değiştirmeye yönelmeyen sürgünler hiçbir zaman bu hak iadelerinden yararlandırılmadı. Zira sürgünler her daim iktidar karşıtıydı. Özellikle devrimci-demokrat sürgünler bu özelliklerinden tavize yanaşmamakta ısrarlılar. Onlar emekten, özgürlüklerden, barıştan, demokrasiden yana ve iktidarlara karşı taraflar. Faşist darbelerin, kirli savaşların, hem mağdurları hem karşıtlarıdır ve savaşımlarını göç ettikleri ülkelerde olduğu gibi, göçertildikleri ülkelerde de sürdürürler.

Sürgünlüğün son bulması için de ortak talepler şöyle sıralanabilir:

* Zorla gasp edilen vatandaşlık haklarının kayıtsız şartsız iadesi;
* Terkedilen topraklara geri dönüşün sağlanabilmesi için o topraklarda düşünce, düşüncenin ifadesi ve düşüncenin örgütlenmesi özgürlüğünün yasal ve anayasal düzenlemelerle güvence altına alınması;
* Sürgünlük hali nedeniyle sürgünlerden özür dilenmesi ve sürgünlerin maddi ve manevi kayıplarına yönelik tazminat ödenmesi;
* 12 Eylül askeri mahkemelerinin aldığı kararların sonuçlarıyla birlikte yok sayılması;
* Başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere, halkların hak ve özgürlükler açısından eşit koşullarda bir arada yaşamın gerçekleştirilebilmesi için bütün haklarının verilmesi ve korunmasına yönelik güvence alınması;
* Koşulsuz şartsız genel af ilan edilmesi.
***

* Avrupa Sürgünler Platformu. Yürütme Kurulu Üyesi.
Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi ve Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa Komisyonu Üyesi