İyileşecek yaralara melhem olunmadığı sürece, geçmiş hastalıklar bugün olarak kalır. 1980 sonrası solun içi çatışmalar sonucu Avrupa’da 42 kişi öldürüldü. Bu 42 kişi arasında iki akrabam bir de çocukluk arkadaşım var.

Sol ilişkilerde samimi, dost ve dayanışmacı olduğunu hissettirecek bir anlayışa ihtiyaç varken Ankara, İzmir ve İstanbul’daki çatışmalarla, sol geçmişine döndü. Sol içi çatışma olmasın, dedikçe o giderek daha kinci ve inatçı yaşanıyor. Bir hatırlatma 12 Eylül öncesi Türkiyeli örgütler/partiler arasında 128 kişi öldürüldü. Bu sayıya Kürt örgütleri arasındaki öldürmeler dâhil değil…

Sol  içi ilişkiler, örgütsel geleneklerin kendi içlerindeki adaletsizliği, örgütler arası sekterlikler, saldırılar ve çatışmalar , bu gölgeleri daha da derinleştiren bir anlam taşır. Sol içi ve dışı  çatışkılar; sola saygınlık kazandırmaz, solu güçlendirmez tam tersine yaralar.

Sosyalistlerin bir geçmişi vardır, bunun yanında bir de geçmişle ilişkisi… Aynı partide, aynı ideolojide, aynı yaşam tarzında olan sosyalistler birbirini dışlamayı, nefret etmeyi, sevgisiz ve saygısız olmayı pratikte bir kez daha gösterdiler. Bunu yer yer şiddete varan eylemlere dönüştürüp uyguluyorlar. Bu sevgisizliği ve saygısızlığı yaygınlaştıranlar, hiçbirimize (emekten yana olanlara) soluk aldırmıyorlar.

TKP bir dönemler sol içi olumsuzlukları silahlı mücadelede ve maceracılıkda doğal bir zemin oluşturduğunun politik argumanlarını yazar çizerdi. Dün  şiddet  maceracıların işidir diyenler bugün ise şiddet, saldırı, küfürle haklılık, haksızlık kavramıyla kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar.  Sol tarih, aynı zamanda ve ne yazık ki kirlenmeler, yabancılaşmalar ve anti demokratik uygulamalarla ağır gölgelere sahiptir bu sol.

Sol/sosyalistler kendi dışında bulunan örgütlere/partilere karşı kumpasçı, entrikacı, sekter, popülist anlayışlardan, böbürlenmekten kaçınmalı… Ama bir türlü senin örgütün, benim partim,  ben güçlüyüm, ben bu kadar insan topluyorum, ben bu kadar dergi satıyorum, sen ne yapıyorsun, ne kadar insan yürütüyorsun, gücünü söyle, gücün var mı, anlayışlarından kurtulmadı sol.

Tartışmalarda en ufak bir görüş ayrılığı bahane edilerek farklı görüş getirenler, eleştirenler şiddete maruz kalmakta ya da dönek/yılgın/kaçkın gibi yaftalarla dışlanmakta…

Doğru olan şeylerde herkes kendine pay biçiyor, yanlış olan bir şey varsa yapanlar ‘devrim kaçkını’ oluyor.

Sol/sosyalistler hataları ile yüzleşmek ve hesaplaşmak istemiyor. Bunun da teorisini yapıyorlar.

Sol içi çatışkılar, örgüt ve örgütler arası sekterlikten beslendi. Bunlara baş vuranlar hep “ devrimci arınmadan” söz ederek ederek kendilerini meşrulaştırmaya çalıştı/çalıştılar.

Sol hareket, yıllardır yığınların yükselen sesine, direnişine bir bütün olarak sahip çıkacak ona yön verecek, emekten yana güçlerin muhalefetini yolundan saptırmayı amaçlayan tertipleri, oyunları, sahte yaklaşımları bozabilecek, teşhir edebilecek, sosyalistlerin onurunu yükseltecek bir yaklaşımdan ne yazık ki yoksun.

Pratikte tüm örgütler kendilerinin ne kadar güçlü olduğunu tartışa dursunlar, ülkede milliyetçilik ve şeriatçılık almış başını gidiyor.

Sol içi şiddet anlayışının engellenmesi için temel hatalardan ve eksikliklerden arınmış bir sosyalist anlayışla, iyi niyet ve dilek düzeyinde bir komisyon oluşturulmalıdır. Hiç olmazsa haksızlığa uğrayan tüm ilerici, devrimci, demokrat kesimden insanların gelip danışabilecekleri, sorunlarına çözüm bulabilecekleri arabuluculuk isteyebilecekleri bir alan olmuş olur burası. Böylelikle bir vesileyle, sol partiler ‘adaletli günler’ için yıllardır yapamadıkları bir şeylerin önünü açmış olurlar.

Solculuk birbirini öldürerek, döverek,  kol bacak kırarak, derneklere saldırarak sol içi şiddeti geliştirip devletin gündemine düşmek midir?

Felsefenin ve demokrasinin olmadığı yerde, bilmenin ve öğrenmenin arka plana itildiği bir kurumda, ilişkilerde iç çatışma kaçınılmaz olur. Geçmişi görmezden gelme tutumunda diretildikçe, geçmişin bugün üzerindeki etkisi artar. Bugün yaşanan, geçmişin tezahürüdür.

Sosyalist kültürü içselleştirmek isterken, biat kültürün yaptırımlarından kurtulmadan sosyalist olmaktan bahsediyoruz. İslam kültürünün öğretilmiş/kavratılmış alışkanlıklarından kurtulmadan, geçmiş kültürel birikimi sıfırlamadan solculuktan bahsediyoruz. Düşünşenize aile içi şiddete maruz kalarak büyüyen çocuk, anne baba olunca çocuğuna şiddet uyguluyor. Büyük kardeşinden şiddet gören çocuk, arkadaşına şiddet uyguluyor.Hem  patalojik durum  hemde sosyolojik bir çatışkı değil mi?

Dolayısıyla doğal yanlışlarımızın başında gelen şiddet olgusunu sorgulayıp, özel ve toplumsal yaşamımızdan tasfiye etmeyen bir kültürün sol olma iddiası havada kalır.

Sol , öncelikle eşitliğin  ve adaletin sosyolojik boyutunu  içinde bulunduğu örgütlü çalışmada, meteryalist felsefeyi benimsemelidir. Politik ve kültürel tüm olumsuzluklardan kendini kurtarmanın yolunu bulmalıdır. Sorun  iç çatışkıları şiddete bulaştırmadan sosyalist demokrasinin etkinlik kazanabilmesinde. Sol ilkeler demokratik olmalıdır. Sol içi demokrasi kültürü burjuvaziden bin kat daha demokratik olmak zorundadır. Çünkü ideolojik olarak zorunluluğu vardır.

Sola sorulması gereken soru; söz konusu şiddet örnekleriyle „halledilen“ sorunların, başka bir çözüm olanağının olup olmadığıdır. KP/HTKP içinde olan sorunlar ve çatışkılar iddia edildiği gibi gerçekten sosyalizmden yana olmak mıdır? Söz konusu saldırılar, kavgalar, küfürler telafı edilemez olmasının mazur görülüp görülmeyeceğine kim karar verecek.

Kendimize sormaktan kaçmamamız gereken daha bir çok soru var. Sol içinde bu kadar „yılgın, dönek, hain, ajan, yalancı, üç kağıtcı dahası bu kadar kirli insan olabilir mi gerçekten?

Haksızlık, eşitsizlik  ve adaletsizlik öncelikle örgüt/parti bünyesi içindedir. Sol  birbirini öldürerek, döverek,  kol bacak kırarak, dernek yerlerine saldırarak sol içi şiddeti geliştirip devletin gündemine düşmek midir? Sol kendinden olmayanlara, ya da ayrılanlara karşı kullandığı “kariyerist, hain, darbeci hizbin uşağı, emekçi halkımız tanıyın bunları, bunlar devrimcilik adını kullanan kaçkınlar, işgalciler ve zorbalar vb vb…söylemleri sonucu halk bunlara destek mi veriyor. Kırk parçaya bölünmüş bir solun potansiyel kazanmayacağını , düşmandan çok kendisiyle uğraşıp kendi kendini yitireceğini bizzat pratikte gördük.

Durum buyken bunlara yol açan açanların bile hala en büyük solcu olarak  ortalıkta gezmesi, hala bir özeleştiri yapmaması ve buna bir gereksinim  duymaması düşündürücü değil mi?
*Son dönemlerde sol içi ayrılıklar, çatışkılar tekrar hız kazandı bunu hiç sorgulayan var mı? Nedense sorgulamayanlar öküzün altına buzağı aramaya devam ediyorlar.