Haber Merkezi
Birçok çevrenin hala 'tabu konusu' olarak görerek geçmişten günümüze üzerine kapsamlı olarak eğilmediği, ancak yeni bir 'çatışma ortamı' gündeme geldiğinde görüş bildirdiği, 'Sol içi şiddet' e nasıl karşı çıkılmalı? Şiddetin kökenleri nereden geliyor? içerikli sorumuzu Teslim Töre, Engin Erkiner, İrfan Cüre, Necati Abay ve Şemdin Şimşir'e sorduk. İşte verdikleri cevaplardan özet:

'Karşı devrimin öldürdüğü kadar devrimci, sol içi çatışmalarda öldü'

Teslim Töre-  Sol onlarca yıldır iç çatışma yaşıyor. Karşı devrimin öldürdüğü kadar devrimci de (belki daha fazlası) sol içi çatışmalarda öldü. Bazı çatışmaları karşı devrimin istihbarat örgütlerinin çıkarttığı görüldü. Solun içi temiz değil, karşı devrim sürekli bir şekilde sızıyor. Solun liderlerinden bazılarını kendi örgütleri "ajan çıktı" diyerek infaz etti. Bazıları "Gayrettepe'de" işkenceci oldu. Bazı nedenler bunlar. Bunlara : yetmezlik, cehaletin cürreti, ideolojik esaret, kendi yarattığı ideolojiye "bundan daha doğru ideoloji yoktur, bunun dışındaki bütün ideolojiler sapmadır" diyerek "kendi yapar kendi tapar" gibisinden bencillik hastalığına yakalanma vb. gibi şeyleri de ekleyebiliriz.
SOL İÇİ ŞİDDETE KARŞI ORTAK PLATFORM OLUŞTURULMALIDIR



 
"Sol içi şiddeti solun gündeminden ve mücadele alanlarından kalıcı olarak söküp atmak için" bütün solun içinde yer aldığı platformlar oluşturmak, söz konusu platformu sol siyasetin en etkili gücü konumuna getirmek, sol adına onun dışında kalan ve onu sabote eden her yapıyı tecrit etmek gerekir. 

KURTARILMIŞ BÖLGE ANLAYIŞI TERKEDİLMELİDİR

Engin Erkiner-   
Çatışma ortamının oluşmasında Nurtepe’yi “kurtarılmış bölge“ olarak ilan edenler asıl sorumluluğu taşımaktadır. Kimden kurtarılmıştır Nurtepe? Son yerel seçimde bölgede en fazla oyu AKP almış olduğuna göre, düzen partilerinden değil, solun geriye kalan kısmından “kurtarılmıştır“. Benzeri bir anlayış 12 Eylül 1980 öncesinde de vardı. Devrimci bir örgüt başka bir örgütün “kurtarılmış bölge“sine giremezdi. 12 Eyllül sonrasında ise ilgili bölgeyi “kurtarmış“ olanlar o bölgede kalacak ev bulamadılar. Esas olan, sol içi çatışma ortamının yaratılmamasıdır. Bu bazan “kurtarılmış bölge“ ya da “burası benim bölgem, başkası giremez“ anlayışıyla, bazen da başka bir anlayışla yaratılır. Herkes bu konuda gerekli hassasiyeti göstermelidir.  


TÜRKİYE BİR ŞİDDET TOPLUMUDUR

 
Türkiye bir şiddet toplumudur. Hayatın her alanında şiddet vardır. Ailede şiddet (sadece kadına değil çocuğa karşı da), erkekler arasında şiddet (silahlı cinayet ve yaralamalara sakınız), poliste ve orduda şiddet ve hatta trafikte bile şiddet… Böylesi bir toplumdan çıkmış olan solun içinde şiddetin olması değil, olmaması garip olurdu. Toplumda şiddet yaygın olarak var olduğu sürece, militanları bu toplumda sosyalize olmuş solda da şiddet şu veya bu oranda varolacaktır.  Sol içi şiddet cezalandırılmalıdır, başka çaresi yoktur. Bu cezalandırma tabii ki şiddete başvurularak olamaz, ama etkili başka yollar bulunmaktadır.

Şiddete başvuran, nefret ve çatışma ortamı yaratarak şiddeti körükleyenler teşhir ve tecrit edilmelidir. Şiddete başvuranlar bunu pahalıya ödeyeceklerini öğrenmelidir.

'MESELE DEMOKRASİ ANLAYIŞI VE KÜLTÜRÜ'

İrfan Cüre--Türkiye’de sorun, sol içi şiddet değil; daha da genel  bir çerçevede siyasi mücadelede şiddet. Eleştirilmesi gereken bence bu. Farklı düşünene şiddetle yaptırımlar uygulama hakkını kendinde görmek, çatışmayı sürekli üreten bir kaynaktır. Yani mesele daha genel anlamda demokrasi anlayışı ve kültürüdür.



'ŞİDDETİN KAYNAĞI, KENDİNDEN OLMAYANI DÜŞMAN GÖRMEKTİR'

Şiddetin kaynağı, toplumdaki çeşitliliği, farklılıkları belirli bir modele göre tektipleştiren anlayıştır. Başkasını yok sayan, kendinden olmayanı düşman gören anlayıştır. Ha bunu “Kürt yoktur, dağ Türkleri vardır” diye yapmışsın, ha “sosyalizm de devrim de bizden sorulur” diye yapmışssın fark etmez. Devletin tektipleştirmesine karşı çıkanların, kendilerini güçlü gördükleri yerde devlet gibi davranmaları çatışmayı sürekli yeniden üretir. Bu duruma çok çeşitli mülahaza ve gerekçelerle sessiz kalmak veya boyun eğmek de durumu vahimleştirir. Kısacası sol içi şiddet, toplumda varolan şiddetin özel bir halidir. Öyleyse, ona karşı çıkarken, çözümü de o zeminde aramak gerekir.

SİYASET YASAKÇILIĞI TARZI SONLANDIRILMALI VE ÖZELEŞTİRİ VERİLMELİDİR
Necati Abay-- Sorunun köklü çözümü Daha çok Halk Cephesi’nde ifadesini bulan siyaset yasakçılığı tarzının sonlandırılması ve inandırıcı özeleştirinin verilmesinden geçiyor. Eğer siyaset yasakçılığı tarzı sonlandırılamazsa bundan önceki süreçte olduğu gibi bundan sonra da “ilk taş atmanın” ardından silahların patlaması kaçınılmazdır. Siyaset yasakçılığı tarzı, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin özüne de, ruhuna da, amacına da aykırı bir tarzdır. Mutlaka bu siyaset tarzının emekçi sol hareketine verdiği, vereceği zararlar bilince çıkarılmalı, gerekli önleyici tedbirler alınmalı. Bu önleyici tedbirlerden biri, eğer konunun muhatapları özeleştiri vermezse eylem birliği platformlarına almama gibi yaptırımları da olabilmelidir.

Birbirinin değil, faşizmin kafası patlatılmalı'

Sol içi şiddeti, emekçi sol hareketinin gündeminden ve mücadele alanlarından kalıcı olarak söküp atmak için, Emekçi sol hareketinin her bileşeni öncelikli olarak, emekçi sol hareketinin diğer bileşeni devrimci güçleri, en genelde özgürlük ve demokrasi güçlerini, teşhir edilmesi gereken bir güç olarak değil, rakip bir güç olarak değil, siyaset sahnesinden silinmesi gereken bir güç olarak değil, kökünün kazınması gereken bir güç olarak değil, asgarisinden özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yoldaşları, omuzdaşları olarak görmeli, kabullenmeli, birlikte faşizme karşı mücadeleyi büyütmenin yol ve yöntemleri konusunda kafa patlatmalı. Birbirinin kafasını değil, faşizmin kafasını patlatmak için yan yana olmalı.

Bu siyaset tarzı, bu kültür geliştiği ölçüde sol içi şiddet ortadan kalkar, tam olarak ortadan kalkmasa bile bu yönelim içerisinde olanlar, emekçi sol hareketinden tecrit edilirler. Pratik yaşamda etkisiz eleman pozisyonuna sürüklenirler...

DEVRİMCİLERLE SOFRASINI PAYLAŞANLARDA ŞİDDETE MARUZ KALMIŞTIR 

Şemdin Şimşir--Bugün Türkiye devrimci hareketi içinde kahramanlık ve korkaklık, devrimcilik ve hainlik her an yer değiştirebilecek kavramlardır ihanet, işbirlikçilik, ajanlık, karşı-devrimcilik vb. kavramlar hiçbir objektif kritere sahip olmayan, yapıdan yapıya değişen ve devrimci saflarda en ucuz tüketilen kavramlar haline gelmiştir. Sadece devrimciler değil, devrimcilere evlerini açan, yoksul sofrasını paylaşan halktan insanlarda bu şiddetin gölgesi altındadır. Anlamadığı, kabullenemediği kriterlerle hain, karşı-devrimci vb. ilan edilmiş devrimcilere evini açmaya, sofrasını paylaşmaya devam ettiği için artık sadece devletin değil, kendisine devrimciyim diyen yapıların da hedefi haline gelmektedir. Gecekondusu basılmakta, kundaklanmakta, tehdit edilmekte, şiddete maruz kalmaktadır. Umutsuz bir yakarışla "hepiniz benim çocuklarımsınız, hepiniz devrimcisiniz" diyerek giriştiği arabuluculuk çabaları, ne kendisini, ne de sevdiği devrimcileri şiddete maruz kalmaktan kurtaramamıştır.

Bu ülke için, bu halk için evlatlarını toprağa vermeye razı olan, "Oğluma sütüm helal olsun!" diyen analar, ikinci evladının, düne kadar çamaşırlarını yıkadığı, yoksul sofrasını paylaştığı, polisten sakladığı, şubelerde, cezaevlerinde yalnız bırakmadığı, kendi evlatlarından ayırmadığı eski yol arkadaşları tarafından katledilişine tanık olmuştur.
ŞÜKÜRLER OLSUN Kİ POLİSLER VURDU, BEN YOLDAŞLARI VURACAK DİYE KORKUYORDUM'
Daha hafızalarda, 6 Mart 1993”te katledilen Bedri Yağan'ın annesi Nevin YAĞAN'ın, haykırışları, en sağırlaşmış vicdanları kanırtacak, kendisine devrimciyim diyen herkesin yüreğinde isyan uyandıracak çarpıcılıktadır: "Allahım, sana şükürler olsun ki oğlumu polisler vurdu. Ben yoldaşları katledecek diye korkuyordum!"