Vatan gazetesi yazarı ve gazeteci Ruşen Çakır, hükümet ve Cemaat arasındaki gerilimde "dershaneler bahane diyebiliriz" diyor dünkü yazısında. Ama uzun yıllar Gülen hareketini ve siyaset sahnesindeki ilişkilerini yakından gözlemlemiş bir gazeteci olarak yine de gerilimin şiddetine şaşırmaktan kendini alamıyor:

"(...)her ne kadar farklı ve birbirine mesafeli İslami geleneklerden geliyor olsalar da bu iki güç odağı 2007-2012 yılları arasında çok zorlu bir dönemde kader birliği edip, kendi iktidarlarına karşı en büyük tehdit olan, TSK’nın başını çeker göründüğü “derin devlet yapılanmalarını büyük ölçüde tasfiye etmeyi başarmışlardı.

Normal şartlarda pekâlâ yıllarca sürebilecek olan bu ittifakın bu kadar hızlı, tahripkâr ve bütün tarafların kaybedeceği bir şekilde neden dağılmış olduğu sorusu önümüzde duruyor. Son dershane krizinde iki tarafa yakın bazı isimlerin, ittifakın dağılmasının sorumluluğunu karşı tarafa yüklerken geliştirdikleri komplo teorileriyse tek kelimeyle inanılır gibi değil."

Akademisyen Esra Arsan da tartışmalara tweet’lerle katılıyor. Arsan’a göre “ana çatışma yargı, emniyet ve gizli istihbarata ilişkin karşılıklı güven kaybı.”

Arsan'ın yorumu şöyle:

“kanımca akp ve cemaat dinin huzur veren limanına demir atıp dünyalığı büyütmekte sorun yaşamıyor.

iktidarın iki paydaşı arasındaki ana çatışma yargı, emniyet ve gizli istihbarata ilişkin karşılıklı güven kaybı.

akp'liler ve başbakan erdoğan cemaatin istihbarat ve yargıda güçlenmesiyle kendilerinin de hedef olabildiklerini gördüler. izlediğimiz kadarıyla asıl çatışma mit-emniyet karşıtığından çıktı.

nitekim bu çatışma medyada da yansımasını buldu. taraf gazetesinin kurucu kadrosu belki de bu nedenle dağıldı. medyada, özellikle cemaate ve/ya akp'ye yakın medya organlarında bu çatışmanın çok kaba manifestolarını izliyoruz.

cemaate yakın zaman ile akp'ye yakın yeni şafak, sabah ve star gazeteleri de bu çatışmada habercilikleriyle rol alıyor.

yanlı, partizan ve cemaatçi gazetecilik analizi açısından bu günler biz haber araştırmacıları için çok büyük data sunuyor.”


Cemaat ve AKP arasındaki gerilimin sona ereceği görüşünde olan Cemil Saçar da görüşlerini Facebook sayfasından paylaşıyor:

"Beyninizi elinize aldığınızı farzedin. Bir seçim yapmak zorunda olsanız: sağ yarısını mı kesip atarsınız yoksa sol tarafını mı? Her iki yarısından da vaz geçemezsiniz. İki kesim birbirine düşmüş görüntüsü verilerek muhaliflerinin rehavete kapılması sağlanıyor. 4.kez seçimleri kazandıktan sonra kaldıkları yerden devam edecekler."


TARTIŞMALAR DANIŞIKLI DÖVÜŞ, DERSHANELER ÖZEL OKULLARA DÖNÜŞTÜRÜLECEK

Görüşlerini Facebook hesabından paylaşan Uğur Pınar, dershaneler konusunda yaşanan gerilime değiniyor:

"İnsanları kutuplaşmaya iterek seçim yapmaya zorlayan bir sistem oluşturuldu ,sonucunu anlamak için tarihe bakmak yeterli. Hitler dönemi buna örnek olabilir.

Açıkçası dershaneler, özel okullara dönüştürülecek, Cemaat için pek bir şey değişmiş olmayacak, böylece cemaat devlet güvencesinde vergi alınan daha çok para kazanan özel okul sistemine kavuşmuş olacak.

(Bir öğrenci düşünün bir sene dershaneye mi gitmeli yoksa tüm eğitim sistemi boyunca özel okula mı? Ticari zeka ile düşünün)

Geniş açıdan bakılınca hepsi danışıklı dövüş ...

İnsanlara hiç çaba göstermeden kolayca her şeye ulaşabilecekleri tüketim toplumuna dönüştürüyorlar, şimdi de eğer aksi olursa biz gidersek, bunların hepsini kaybedeceksiniz diyerek tehdit ediyorlar.

Düşük eğitimli kesim ise basit doğal mekanizma ile düşünüp ona göre desteğini sürdürüyor.

Peki bunun kime ne faydası var?! Bunun cevabı, ne yazık ki Türkiye vatandaşlarını pek düşündürmüyor."

TEMEL SORUN 28 ŞUBAT 1997'YE DAYANIYOR

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden İlahiyatçı-yazar Cemile Bayraktar, AKP ve Cemaat arasındaki gerilimin 28 Şubat sürecine dayandığını söylüyor.
Taraflar arasındaki sert dilin gerilimi tırmandırdığını belirten Bayraktar’a göre “Cemaat kaybederse Ak Parti; Ak Parti kaybederse Cemaat kaybeder”.

Bayraktar’ın yorumları şöyle:

"Ak Parti ve Cemaat arasındaki gerilim maalesef artık bilinen bir realite, bu gerilimin hiç olmamasını temenni ederdim. Taraflar arasındaki sert dil ise bu gerilimi tırmandırıyor.

Ak Parti 28 Şubat'ın sonucunda oluştu, Cemaat ve Ak Parti içindeki temel sorun 28 Şubat 1997'ye dayanıyor, Cemaat'in o dönemki kısmi tepkisizliği dindar kesim içindeki bir kırılma.

Ardından Mavi Marmara saldırısına Gülen Hocaefendi'nin "Otoriteden izin alınsaydı" açıklaması, Başbakan Erdoğan'ın "one minute" çıkışı sonrası İsrail ile aramız geriliyor diye bundan rahatsız olunması ve sonunda "Barış Süreci"ne destek olmayan tavır bu gerilimi oluşturdu. Yani mühim sorunların çözümü için farklı siyasetler güdüyor olmaları bu ayrılığın sebebidir.

Bugün Ak Parti'yi destekleyenler olsun, Ak Parti içinden isimler olsun kimse durup dururken Cemaat'le çatısmaya girmedi. Ancak Cemaat'in medya organlarından ve kalemlerinden “bazıları” Ak Parti'ye yönelik itham ve saldırılarda bulundu, Ak Parti camiası da haliyle kendini savundu arada Cemaat içinden "fitne ateşi sönsün" diyenler ise maalesef fitne ateşinin arka plan tutuşturucusuydu. Bu çok üzücü.

Dershaneler eğitimde ikilik yaratması, MEB öğretmenlerini başarısız kılması, çocuklara vakit bırakmaması, eşitsizlik oluşturması açısından kaldırılmalı, eğitimde bir reform lazım tabi ama bu olurken dershanelerde istihdam edilenler mağdur edilmemeli."

Gerilimin bitmesi için; Cemaat "Barış Sürecine" destek olmalı, Ak Parti Cemaat’e kulak vermeli. Gerilim son bulmalı, bu gerilim hepimize zarar verir, temennim ve duam akıbetin hayır olmasından yana. Cemaat kaybederse Ak Parti; Ak Parti kaybederse Cemaat kaybeder. Tartışacağız, tartışmalıyız ama bunu kardeş olduğumuzu unutmadan yapmalı, cemaat ve parti taassubuna düşmemeli, eleştirilerden paye çıkarılmalı eleştirene “düşmanımızsın” diye bakılmamalı."

AKP PARTİ DEVLET OLDU, CEMAATE İHTİYAÇ DUYMUYOR

‘Altın Nesil’in Peşinde: Fethullah Gülen’de Toplum, Devlet, Ahlak, Otorite’kitabının yazarı, Tunceli Üniversitesi Öğretim Üyesi Yavuz Çobanoğlu’na göre gerilimin temel nedeni, “AKP’nin ne fikrî ne de sayısal anlamda Cemaat’e artık ihtiyaç duymayacağı bir pozisyona ulaşması”.

 Çobanoğlu şunları belirtiyor:

İktidar partisi artık fikrî desteğini alacağı kurumsal yapılara sahip, bunun yanı sıra ‘oy kaybederim’ gibi bir sıkıntısı da hiç yok. Üstelik AKP ile cemaat ilişkileri bugüne kadar sürekli bir karşılıklılık şeklinde seyretti.

Yani iktidar, cemaatin sosyal tabanda ve medyadaki gücünden faydalanırken, cemaat de kendi menfaatleri çerçevesinde isteklerini (kadrolaşma, devlet ihaleleri vb.) kolayca yerine getirdi. AKP ne zaman ki siyasî alanda hegemonyasını kurup ‘parti devlet’ oldu, cemaat o an işlevini kaybetti.”

Hakan Fidan Olayı' ile başlayan süreçte AKP, kendi içerisinde büyüyen ve güçlenen bir cemaat yapısının ilk defa ve hayretle farkına vardı, neler yapabileceklerini gördü ve esasen bu aşamadan itibaren tasfiye sürecine girişti. İktidar partisi gibi ‘tek adama’ dayalı bir siyasî yapının, kendi bünyesi içinde ortaya çıkan böylesi bir palazlanmaya izin vermesi zaten düşünülemezdi.

Dahası bu yapının, Erdoğan sonrası parti başkanlığı için aday çıkarabileceği ve olası bir çekişmede parti başkanlığını alma, alamadığı durumda da partinin ikiye bölünme ihtimali olasılığı, AKP kurmaylarını cemaatin tasfiyesi konusunda iştahlandırdı."

"Has Parti ve DP’nin AKP’ye katılımının da cemaat tasfiyesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Öyle ki, belki DP değil ama özellikle Has Parti tasfiye edilenlere kucak açabilecek yegâne siyasî çekim merkeziydi. Meselenin bir de ‘yer açma’ durumu var tabi ki... Devlet kadroları, ihaleler ve özellikle bürokrasi için AKP tabanından gelen kadro ve ihale baskılarının, cemaat kadrolarının yavaş yavaş tasfiyesi ile hafifletildiğini de söyleyebiliriz”

Çobanoğlu kişisel olarak da Gülen ve Erdoğan’ın arasının da hiçbir zaman iyi olmadığı görüşünde:


“Resmî ilişkilerin getirdiği ‘tatlı muhabbetleri’ bir kenara bırakırsak, yazdıklarından tanıdığım kadarıyla Gülen’in Erdoğan’ı bir lider olarak beğenme ihtimalini çok uzak görüyorum. Buna karşın Erdoğan’ın da Gülen’i siyasî olarak ‘başarısız’ olarak gördüğü tahmin edilebilir.

Keza Gülen, bu ‘beğenmeme’ durumunu, çoğu kez örtük olarak defalarca dile getirdi. Geçmişi anlatırken kullandığı ‘firavunlaşma’, ‘kibir’, ‘bencillik’ vb. kavramlar, aslında hep bugünü ve Başbakanı anlatıyordu.”