Türkiye gibi çoğulcu demokrasiyi, evrensel hukuku ve bir toplumsal uzlaşı metni olan çağdaş anayasayı elinin tersi ile bir tarafa iterek yönünü siyasal İslâm'a çeviren toplumlarda „adalet“ aramak, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çoğulcu ve laik demokrasilere özgü olan adalet ya da hukuk, aynı zamanda siyasal İslâm'ın da panzehridir. Bundan dolayı katılımcı demokrasi ve evrensel hukuk düşmanı olan siyasal İslâm, ayak bastığı her yerde, kitleselleştiği her toplumda, ekonomik güç olduğu her devirde, toplumlarda var olan her türlü adaleti, kendi adaletsizliği yerine ikame eder. Dinsel bağnazlıktan nemalanan siyasal İslâm'in önceliği, toplumun bireylerini huzur, iç barış, ekonomik refah, siyasal istikrar, sosyal canlılık, kültürel zenginlik gibi değerler etrafında bir arada tutmak değildir.

Kur’an’daki İslâm'ı kendi sapık hayat tarzına uydurmaya çalışan siyasal İslâm’ın en fazla su istimal ettiği değerlerden biri de „adalet“ kavramıdır. İslâm coğrafyasında „adalet“ takısı taşıyan dernek, vakıf ve partilerin tümünün adaletsizlikle, yüz kızartıcı ve utanç dolu olaylar ile iç içe geçtiği, er ya da geç zaman içinde gün yüzüne çıkmaktadır. Deniz Feneri adlı dolandırıcılıktan hüküm giyen dernek yöneticilerinden, erkek çocuklara tecavüz eden Ensar Vakfı görevlilerine ve kendi Silahlı Kuvvetlerine kumpas kuran Fetö- RTE ikilisine kadar ne kadar siyasal İslâm'cı varsa, toplumu adaletsizleştiren, ahlaksızlaştıran, yozlaştıran, sübyancılığı meşrulaştıran, kültürel olarak tahrip eden, yurttaşları inanç bazında bölen, toplumsal uzlaşıdan uzak, zalim ve zulme dayalı bir ortam yaratmıştır.

Adnan Menderes döneminden beri güzel Türkiye’yi adım adım uluslararası çetenin (Emperyalizm) uydusu haline getiren siyasal İslâm, günümüzde, Türkiye toplumunu „inanan“ ve „inanmayan“, „taraf olmayan bertaraf olur“ diye tehdit eden, kutsal olarak kabül gören değerlerin tümünü metalaştırarak alınır- satılır hale getiren, toplumu Emevi ve cahiliye öncesi İslâm anlayışı fitratına uygun olarak yeniden formatlamayı hedeflemektedir. Bu hedefe varmada ise, toplumun hoşgörüsünü, liberal davranışını, demokratik ve insani değerlerini suistimal ediyor.

Türkiye gibi siyasal İslâm'ın iktidar olduğu her toplumda, sadece laiklik değil, çoğulcu demokrasi, sosyal adalet, evrensel hukuk, vatandaş için devlet, kadın-erkek eşitliği, parlamenter demokrasi ve kuvvetler ayrılığı gibi çağdaş değerlerin tümü büyük bir tehdit ve tehlike altındadır. Bu tarihsel olgu ve sosyolojik gerçeklik dikkate alınmadan, siyasal İslâm´ın iktidarda olduğu toplumlarda iktidar sahiplerine hitaben „adalet istiyorum“ ya da „herkes için adalet“ talebini dillendirmek, siyasal İslâm'ı kavramamak ve anlamamak demektir. Bundan dolayı, siyasal İslâm ile etkin mücadele edilmeden, „adalet için yürüyorum ve herkes için adalet istiyorum“ talebinin gerçekleşmesi, yine eşyanın tabiyatına aykırıdır.

CHP Genel Başkanı sayın Kılıçdaroğlu tarafından başlatılan „adalet yürüyüşü“, her ne pahasına olursa olsun, onlarca eksik ve yanlışlıklara rağmen, mutlaka ama mutlaka desteklenmelidir. Bu ‘adalet yürüyüşünü’ , RTE liderliğindeki siyasal İslâm'ın Türkiye'yi nasıl yiyip bitirdiğini, Türkiye´de cılız da olsa var olan parlamenter demokrasiyi, hukuk ve adaleti nasıl yok ettiğini, laik devlet anlayışını nasıl yerle bir ettiğini vurgulayarak yaygınlaştırmak ve sürdürmek bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu “adalet yürüyüşü“, uluslararası çetenin hazırladığı projeye ugun davranan siyasal İslâm'ı ve bunun tahrip ettiği evrensel değerler yerine ikame edilen, ırkçı, faşizan, ötekileştirici, doğa ve insan hakları düşmanı kindar anlayışa karşı yönelmedikçe „herkes için adalet“ , Türkiye'de sadece ve sadece bir iyi niyet belirtisinden öteye gitmeyen soyut bir talep olarak ortada kalır. Oysa Türkiye'de iyi niyetli olmanın ötesinde, siyasal İslâm'ın tahrip ettiği parlamenter demokrasi, laiklik, kadın- erkek eşitliği gibi evrensel değerler etrafında birliktenliği sağlamaya yönelik etkinliklere öncelik verilmelidir. Bu tür etkinliklerden biri de „adalet yürüyüşü“ olacaksa (ki olmalıdır da) bunun da içi doldurulmalı, ve „laiklik tehlikede diyemem“ anlayışının ne kadar yanlış ve ne kadar yersiz bir söylem olduğu görülerek, ona göre siyasal duruş yeniden yapılandırılmalı ve öze dönülmelidir.

22 Haziran 2017