Tarihi bir referandum geride kaldı. Bu referandum, Türk siyasal tarihinin en kritik bir evresinde yaşanmış olmasından dolayı özel bir önem taşımaktadır. Gerek yüklenen anlam ve beklenen amaç ve gerekse ortaya çıkan sonuç itibarıyla bu referandum, hep konuşulacak ve yazılacaktır.

Ancak güncel olan bir soru daha bulunmaktadır. Referandumun yapılmş olduğu bu andan sonra, 'neler olacak' sorusu cevabı aranan, tartışılan en yakıcı sorudur. Refarandumdan önce ve 15 yıldır süren AKP- Erdoğan iktidarı boyunca yaşananlar toplumun bu soruya kilitlenmesinin ana nedeni olmuştur.

Kürtler, Aleviler ve tüm demokratik kamuoyu, olacakların neler olacağını, yaşanmış yakın geçmişten hareket ederek, görebilmekte, tahmin edebilmektedir. Buna rağmen kimi mecralarda, bundan sonra olacaklara dair kafa karışıklığı, bilinç bulanıklığı, sahte umutlar ve beklentiler yaratılmaya çalışıldığı görülebilmektedir. Halbuki kararlı bir iradi duruş için duru bir bilinç berraklığına ihtiyaç bulunmaktadır. Ve hiç bir şey muğlak, yoruma ve izaha gerek duyulmayacak kadar net ve sarihtir.

Referandumdan sonra, Erdoğan tasarladığı Türk -İslam devletine doğru yürüyüşüne devam etmekten vazgeçmeyecektir. Bu anlamda önüne çıkan her engeli, elindeki bütün araçları ve her yöntemi kullanarak aşmaya çalışacaktır.

Yeni dönemde Türk devletinin temel kuralları, daha çok, tek adamın belirleyeceği kurallar veya daha doğrusu kuralsızlık üzerinde şekillenecektir. Bu kuralsızlığın dayandırılacağı iki temel ilke olacak, birisi islama uygunluk, diğer ise, devletin ve Erdoğan'ın geleceği. Bundan sonra bütün sosyal-siyasal hayat, bu iki kural tarafında belirlenecektir. Zaten geriye doğru kısa bir göz atılması halinde Erdoğan'ın bütün politik hayatının bu iki kurala göre yürütüldüğü ve şekillendiği görülecektir. Bu gerçeklerden bakıldığında, referandumdan sonraki temel politikaların neler olacağını anlamak zor olmayacaktır.

İlk olarak, devlet, Kürt sorununda iradesizleştirmeyi esas alan politikasını, daha vahşi baskı ve katliam yöntemleriyle sürdürmeyi devam ettirmeye çalışacaktır. Bütün Kürtlerin iradesizleştirilmesi için bugüne kadar yapamadığı ne varsa onları yapmayı, tekrar tekrar deneyecektir. İradesizleştirmenin satın alma, rüşvet verme gibi klasik yöntemleriyle birlikte daha çok şiddet, savaş, katliam ve baskı yöntemleri kullanılacaktır.

İkinci olarak Alevilerin mutlaka yok edilmesini amaçlayan politikalar daha etkin bir şekilde devreye konacaktır. Bir yanda devletin yıllardır sürdürdüğü asimilasyon politikalarının yarattığı tahribatın sonuçları devşirilirken, diğer yanda yeni baskı ve yok etme politikalarıyla direnen Alevilik yok edilmeye çalışılacaktır. Bir yerde kamp yapılacak, Maraş'ta olduğu gibi, başka bir yerde farklı bir yöntemle Alevilere boyun eğmek veya katliam dayatılacaktır.

Türk devletinin sözde temel özellikleri tamamen ve alenen yok sayılacaktır. Yani Türk devletinin anayasal tanımı olan 'sosyal, laik, hukuk devleti' olduğu belirlemesi, artık yürürlükten fiilen kaldırılmış olacaktır. Dolayısıyle çok net ve kesin olarak belirlenmelidir ki Türk devleti artık, hukuk devleti, sosyal devlet ve laik devlet değildir, öyle olmayacak, bu anlamlara gelen her düzenlemeden hızla uzaklaşılacaktır.

Kabul edilen anayasa maddelerine uygun gerekli düzenlemeler yapılmaya başlandıktan sonra, hukuk, laiklik, sosyal devlet ve demokrasi gibi kavramlar literatürde kaldırılmasalar da hiç bir anlamı kalmayacaktır. Bu kavramlar ya işlevsizleştirilerek veya çeşitli düzenlemelerle yok edileceklerdir.

Belirtilen gelişmelere bağlı olarak önümüzdeki çok yakın gelecekte, günlük sosyal hayatın islami esaslara göre yaşanması dayatılacaktır. Bu yaklaşım ilk başlarda yasal düzenlemelerle yapılmayacak, daha çok SADAT adlı paramiliter yapılanmanın ve benzer grupların yaratacağı baskılarla gerçekleştirilecektir. Bu baskılarla, yaşamın islami kuralara göre düzenlenmesinin alanı açıldıkça, destek yaratıldıkça, gerekli yasal düzenlemeler yapılacaktır. Böylece toplumun özgün yaşam olanakları sınırlandırılacak, islami kurallar 'çoğunluğun talebi' makyajıyla topluma dayatılacaktır. İnsan hakları ve demokrasi konuları, suçlama ve toplumsal linç gerekçesi yapılarak konuşulması imkansız hale getirilecektir.

Yeni dönemde Erdoğan, gücüne bağlı olarak, dış politikadan da belirgin farklılıklar geliştirecektir. Özellikle Ortadoğu'da Türk devleti, Kürtlere yönelik yeni savaş senaryolarını güncelleyebilir, yeni saldırılar gerçekleştirebilir. Özetle bölgede saldırgan ve savaşçı bir politikanın etkin bir tarzda uygulanması söz konusu olacaktır.

Bu politikanın tamamlayıcısı olarak Erdoğan ve Türk devleti, Ortadoğu'da ve Avrupa'da yaşayan müslümanların lideri olmaya çalışan bir tutum izleyecektir. Bu amaçla islami terörist gruplarla legal- illegal her türlü ilişki kurulacak ve geliştirilecektir. Aynı şekilde, müslüman ülkelerle daha kapsamlı, derin ve yaygın ilişkiler kurulacak, müslüman toplumuna yönelik, onları gerici amaçlar için kazanmayı ve örgütlemeyi esas alan özel bir politika geliştirilecektir.

Şüphesiz bütün bunlara yoksullaşmanın en dayanılmaz hali eklenecektir. Ve kitlelerin yoksullaştırılarak, aç bırakılarak, çaresizliğe mahkum edilerek, kullaştırılarak, teslim alınmasına yönelik mühendislik çalışmaları en yoğun ve en etkili bir biçimde pratikleştirilecektir.

Bütün bunlar, Erdoğan'ın ve Türk devletinin önümüzdeki dönemde, halklara yaşatmayı amaçladıklarının çok kısa bir panoraması. Ancak referandumda bir kez daha ortaya çıktı ki, muktedirler, mutlak muktedir değillerdir. Erdoğan ve Türk devleti, bütün çabalarına rağmen bu niyet ve planlarını gerçekleştiremeyecektir. Geçti Bor'un pazarı.. İbre halklardan yana döndü, rüzgar ezilenlerden yana esiyor.

NOT: Bu yazı Türk devletinin Şengal'e saldırmasından önce yazılmıştır.