Orta ve lise öğrenimini Türkiye´de tamamlayıp, orada Türkçe Edebiyat dersine katılan herkes bilir. Dersin orta yerinde öğretmen aniden öğrencileri terletecek bir şey sorar:

Şair burada ne demek istemiştir?“

Öğrenciler şairin ne demek istediğini, öğretmenin istediği gibi açıklamak ve yorumlamak zorunda kalırlar. Ve hatta aynı soru yazılı sınavda da çıkabileceği için o şairin o şiirini ezberlemek artık elzemdir. İşte bu türdeki yüzlerce şiirden sadece biri Arif Nihat Asya´nın Bayrak adlı şiiridir. Gelin bu şiiri okul sıralarından ve milli bayramlardaki müsamere salonlarından çıkarıp, şairin ne demek istediğini -öğrencilik yıllarımızda olduğu gibi- hiç terlemeden ve korkmadan hep birlikte anlamaya çalışalım.

Bayrak

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum,

senin destanını yazacağım.

Şair burada mavi göklerin süsü olarak gördüğü bayrağı kız kardeşinin gelinliği ve şehidinin son örtüsüne benzeterek ona gerektiğinden fazla bir anlam yüklemekte, -o da yetmedi- bayrağın bir destanı olduğunu iddia etmektedir. Öte yandan bayrağa doğrudan seslenip onu kişiselleştirerek -her nedense- bayrakla arasında duygusal bağ kurmaktadır. Bu duygusal bağ bir sonraki kıtada şöyle dile getirilmekte:

Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.

Bu mısralardan da anlaşılacağı üzere; şair kutsal gördüğü, kişisellestirdiği bayrağını herkesin kendi gözleriyle görmesini beklemekte, eğer bir kişi onun gözleriyle görmüyorsa ya da herhangi zavallı bir kuş onu selamlamadan uçuyorsa, onları cezalandırmakla tehdit etmektedir. „İyi ama niye? Herkes şairin bayrağını şairin gözleriyle görmek zorunda mı?“ diye düşünüyor insan. Bu arada yuva bozmak ve mezar kazmak ifadelerinden yola çıkarsak, şairin çok ama çok güçlü/tehlikeli olduğunu ya da kendini öyle sandığını da söylemek zorundayız. Nitekim bir sonraki kıta da bu söylediğimizi doğruluyor.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.

Çok yalın ve anlaşılır bir dille yazılan bu satırların anlaşılmaması mümkün değil tabi. Şair bayrağa diyor ki „sen varsan, güneş doğmasa da olur.“ Halbuki güneş dünyadaki bütün canlıların yaşama kaynağı. Güneş olmasa, hava, toprak, su ateş de yok demektir. Dolayısıyla şairin de yaşama şansı kalmayabilir. Neyse, yine de şair diyor ki, nasılsa bayrağın üzerindeki ay ve yıldız bütün yurda yeter. Peki yurt derken kastettiği ne? Bi bakalım:

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.

Bu satırları okuyunca anlıyoruz ki, yurt ve savaş kelimesi birbirine yakın iki şey. Yani şairin bir yurdu olması için savaşması şart gibi...(?) Bu savaş bazan karlı dağlarda bazan çöllerde diye tarif edildiğine göre, demek ki şair zaman zaman savaşırken yurt olarak tarif edilen coğrafyanın dışına da çıkmış, başka yurtlara gitmiş...

Ey…! diyor şair devam eden bölümde bayrağa hitaben;

şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin dibinde öleceğim.

Buradan da anlıyoruz ki, bu bayrak bazan güvercin, bazan bir kartal, bazan da çiçek olabiliyor. Tabi sadece yükseklerde açan bir çiçek. Muhtemelen çiğnenmesin diye yüksekte açması gerek. Yine son iki mısra bayrağın şaire doğarken ve ölürken de eşlik ettiğini/edeceğini gösteriyor. Çünkü o onun tarihi, şerefi, şiiri ve herşeyi…

Devam edelim:

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!

İşte bu en son kıtada şairin ne demek istediğini kısmen anlar gibi oluyoruz. Hakikaten güzel bir final…! Son iki satırda ana fikir ortaya çıkıyor çünkü. Bu şair bu bayrağı istediği her yere dikmeye hazır…! Yeter ki bayrak bir kere dile gelip „Ben şurada dalgalanmak istiyorum...“ desin. Der mi acaba?!...

Peki gelelim bayrağın kendisine. Nedir bayrak? Kumaştan yapılmış milletin değerlerine göre üzerine motifler işlenmiş olan bir devlet sembolü. Bu sembol canlı mıdır? Hayır. Konuşması mümkün mü? Değil. Peki bu sembol bir kartal ya da güvercin gibi uçabilir mi, ya da bir çiçek gibi -hem de en yüksekte açabilir mi? Hayır.

İyi de o halde şair bayrağa neden böyle vasıflar yükleyip, sonra o vasıflardan dolayı bayrağı fetişleştirip, ona kendisinin gözüyle bakmayanları va hatta -belki kazara onu selamlamadan uçacak olan- zavallı bir kuşu tehdit ediyor? Şiirin bütününe bakılacak olursa şairin ne demek istediğini anlamak hakikaten çok zor.

Artalan bilgisi olmayanlar, diyelim ki Avrupa´da normal sartlarda, milliyetçilik ve ümmetçilik olgusundan uzakta yetişen insanlar bu şiirden bu haliyle hiçbir şey anlamaz. Artalan bilgisi olanlar, yani Türkiye´de Türkçe edebiyat dersine katılanlar, bu şiirdeki her kelimenin, her vurgunun ne anlama geldiğini çok iyi bilir. Çünkü bu şiir ve buna benzer yüzlerce şiir TC devletinin resmi politakasının propaganda malzemesidir. O propagandayla dile getirilense kendi bayrağını öteki milletlerin bayraklarından üstün görmekten, yani ilizyondan başka bir şey değildir.

Şunu eklemek de gerek, şair bayrağa seslenip onun için hem ölecegini hem de öldüreceğini haykırırken, elbette bunda bayrağın bir suçu yok. O da başka milletlerin bayrakları gibi, fabrikalarda üretilen ve bazı politik sembollerle işlenen bir kumaş parçasıdır sadece.

Köln, 24.02.2017