Recep Tayyip Erdoğan, padişahlık ve halifelik yolunda önemli bir dönemeci, istediğine uygun bir biçimde geride bırakmaya hazırlanıyor.

Bugünlerde açıkça beyan ettiği gibi bu planın kendisi de bütün aşamaları da Erdoğan tarafında planlanmış ve onun denetimi ve gözetiminde yürütülmüştür.

Böyle olmak zorundaydı çünkü zaten bu plan,hem RTE'nin kişisel ikbali için, hem de Türk devletinin yaşadığı tıkanıklığın aşılması adına bir çözüm olarak düşünülmüştür. Erdoğan, mevcut koşullarda varlığını sürdürmekten zorlanan Türk devletinin önüne koyduğu padişahlık ve halifelik projesiyle hem kendi geleceğini kurtarmak istemekte hem de Türk devletinin ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Böylece bir anlamda Erdoğan'ın kişisel- siyasal kaderi ile Türk devletinin siyasal kaderi birleşmiş oldu.

Erdoğan, bu amacına varmak için devletin zor gücünü kontrolsüzce kullanmayı yegane yöntem olarak belirlemiş bulunmaktadır. Örgütlü devlet zor'unun hiç bir kurala bağlılık duymadan ve ihtiyaç duyulan her alanda kullanılması korku ikliminin etkili olmasına yol açmaktadır. Bu durum ister istemez Erdoğan'ın sınırsız bir gücünün bulunduğu, onun herşeye muktedir olduğu algısının yaratılması amaçlanmaktadır. Yaratılmak istenen umutsuzluk, motivasyonsuzluk ikliminde toplumun teslim alınacağı hesaplanmaktadır.

Faşizmin toplumda yaratmak istediği bu toplumsal duygu kırılmasına ve yanlış algıya karşı mücadele, hayırlı bir gelecek için çok acil ve önemlidir. Aslında Erdoğan'ın bu korkunç baskıcılığının, katliamcılığının ve saldırganlığının nedeninin onun gücünden değil, korkusundan ve güçsüzlüğünden kaynaklandığı toplumun tüm kesimlerine anlatılmalıdır. Bugün Erdoğan'ın ve Türk devletinin geleceğinin şekillendiği tarihi günler yaşanmaktadır. Daha doğrusu Türk devleti açısından, bugüne kadar olduğu gibi devam etmesinin mümkün olmadığı, halklar açısından da direnişin,acıların ve kazanımların yaşanacağı bir döneme girilmiş bulunmaktadır. Korkunç baskı ve zorbalıklara rağmen halklarının direnişinin kararlılıkla devam ediyor olması geleceğin kazanılacağının teminatıdır. Devlet zorunun kuralsızca kullanılması da bu nedenledir.

Yaklaşan referandumun sonucunu, güçler arasındaki bu ruhsal ve siyasal şekillenme belirleyecektir. Şu an çok net görünen o ki Erdoğan, evet demesi için toplumun çoğunluğunu ikna edebilmiş değildir. Ne Kürtler, ne Aleviler ve ne de toplumun önemli bir kesimini teşkil eden laik ve çağdaş yaşamı benimseyen kesimleri, halifelik- padişahlık projesine evet demeyecekler. Hatta, AKP içinde bazı gruplarla islamı cemaatlerin belli bir bölümünün ve MHP'lilerin önemli bir keisminin de bu projeye karşı çıkacağı bilinmektedir.

Bu durumda Erdoğan'ın dayanacağı toplumsal kesimler islamı gericilğin en kanlı türü olan IŞİD çetecilerinin dünyasına dahil olanlarla, ırkçılığın en barbar halini savunanlar olacaktır. Belki bunlara amaçları tamamen rant oluşturmak olan bir avuç asalak, medyacı, inşaatçı vs eklenebilir.

Bu kesimlerden alacağı oyun yeterli olmadığının farkına varan RTE, aradaki eksikliği gidermek için yine devletin zor yöntemlerini devreye koyacağını defalarca açıklamış ve bu yola başvurmuş bulunmaktadır. Bu durumun basit bir seçim baskısı, sıradan bir zorbalık olarak görülmesi veya görmezden gelinerek referandum sonuçlarının konuşulması tartışılması büyük bir yanılgıyla birlikte yaşamamız anlamına gelecektir. O nedenle referandumda yapılabilecek baskılarının hile ve zorbalıkların ve bunların yaratacağı sonuçların da mutlaka hesaba katılması, bu durumlarda olabilecek olanların göz önüne alınması gerekmektedir.

Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç şudur, Erdoğan, bu referandumu kaybedecektir. Ancak o kaybedişi kabul etmeyeceği için elindeki devletin zor olanaklarını veya devletin farklı imkanlarını hiç bir kurala bağlı kalmadan kullanarak bu kaybedişini önlemeye veya hile ile değiştirmeye çalışacaktır. Bu ihtimali hesaba katmayan hiç bir değerledirme isabetli olmayacaktır. Çok kısa süre önce yaşadığımız 7. Haziran seçim sonuçlarının değiştirilmesi nasıl ve neden mümkün oldu, unutmayalım. Erdoğan'ın kaybettiği bir referandumu sessizce içine sindirerek sonucuna katlanacağını varsaymak gerçekçi olmayacaktır.

Ancak buna rağmen milyonlarca 'hayır'ın ortaya koyacağı güç ve etki çok önemli bir sonuç yaratacaktır. Öncelikle böyle bir örgütlü gücün ortaya çıkmış olması gelecek açısında önemli bir birikim ve değer olarak umut kaynağı olacaktır.Yapılacak olan referandumda 'hayır'ların kazanacağına dair çok net verilerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu durum çok önemli ve değerlidir. Buradan hareketle 'hayır'ları açığa çıkartmak, büyütmek, örgütlü güce dönüştürmek, farklı çevrelerle birlikte mücadele olanaklarını değerlendirmek, yeni ilişkilerle güç biriktirmek ve nihai kapışmaya hazırlanmak açısında bu referandum büyük olanaklar sunmaktadır. Erdoğan ve kliği ne yapara yapsın bu referandumda kendisi ve Türk devleti için istediği zaferi elde edemeyecek, bu toprakları ve halkları istediği gibi yönetemeyecektir. Referandumu bu anlamda değerlendirmek en doğrusu olacaktır

Bu durumda gerçek ve maddi durum 'hayır'ların kazanması şeklinde olsa bile pratik sonuç farklı olabilir. Karşımıza çıkacak olan böyle bir sonuç, umutsuzluk ve karamsarlık gerekçesi/nedeni olmamalıdır. Devasa bir sistemle mücadele sorununu, kapsamlı ve köklü bir değişim mücadelesinin kaderini, 'evet-hayır' oylamasına indirgemek doğru bir yaklaşım olarak görülemez. O nedenle meseleyi daha geniş bir açıdan ele almak, geleceğe daha doğru bir yerden bakmak açısında önemlidir. Yoksa sanki kaybedecekmişiz gibi bir duygu üzerinde referanduma anlam yüklemek doğru değildir. Referandum sonucundan bağımsız olarak önümüzdeki süreç, direnişin daha görkemli, kazanımların daha ileri taşınacağı ancak yürek yakan acıların da daha derin olacağı bir dönem olacaktır.