Doğru eylem nedir?

Bu konuda ahkâm kesecek halimiz yok. Çünkü doğru eylemin, her dönem ve şart altında geçerli değişmezleri bulunması gerektiği, eylemi gerçekleştirenlerin kendi doğrularıyla örtüşüyor. “Ben yapıyorsam doğrudur”, anlayışının karşısında “doğru eylem nedir” tartışmasını açmak, korkarım nafile bir çaba olacak.

Kaldı ki, birilerini eleştirmeye takatimiz kaldığını da sanmıyorum. En azından benim takatim yok.

Herkesin kendi doğrularını değişmez ilan ettiği, eleştirinin kırıntısına bile tahammül göstermediği, kutsalların büyük kıskançlıkla koruma altına alındığı, herkesin bir diğerine had bildirdiği zamanları yaşıyoruz.

Ne haddimize anlı şanlı örgütleri/partileri/politik yapıları eleştirmek! Hem haddimize değil, hem de eleştirinin kıymeti yok. “Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok” hallerindeyiz. Çaresizlik midir bu, ne bileyim belki de öyledir.

54 yıllık ömrü hayatımda, bu duyguyu yaşadığım dönemler sınırlıdır. Ne günde ortalama 10-15 insanın öldürüldüğü ve benim de saf tuttuğum 1975-80 arası iç savaş ortamında ne 12 Eylül sonrası işkence ve cezaevi günlerinde çaresizlik duygusunu yaşadığımı hatırlıyorum. Nihayetinde düzene başkaldırmış isyankârlardık, devlet de isyanı bastırmakla mükellefti. Yani her şey kendi doğallığında yürüyordu. En zor şartlarda, “işte katiller, işte biz, büyüyor aramızdaki uçurum” diyebilecek netliğe ve belki de huzura sahiptik.

Daha eskilere gitmeye gerek duymuyor, dönem dönem çaresizliğe gark olduğum 90’lı yılları örnek vermeden geçiyorum.

Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç katliamlarının yaşanmasına, IŞİD gerçeğine, 7 Haziran seçimlerinden sonra yeniden başlayan çatışmalara rağmen, küçücük bir öngörüde dahi bulunma kabiliyeti göstermeyen, en küçük güvenlik önlemi dahi almayı akıllarının ucundan geçirmeyenlerin varlığı ve “mahallemizdeki” hâkimiyetleri, kabul edelim ki bizi çaresizlikle baş başa bırakacak önemdedir.

Ne zaman öleceğimizin bir başkasının kararına bağlı olması, hangi duyguya yol açarsa, hissiyat budur.

Bir eylem, yapanlar tarafından “resmen” üstlenene kadar kimin yaptığına dair tahminler havada uçuşuyorsa, yani eylemin kendisi, kimin yaptığına dair emare taşımıyorsa, tahminlerde adı geçen örgütlerin sıkıştırdığı bir ortamda yaşıyoruz demektir. Bunun açılımı nettir: Devrimcilerin kendi “mevzusunu” yaratma ve kitlelerden karşılık bulma olanakları yoktur. Bu durum, kabul etmeyenler elbette çıkabilir, solu, ha bire Orhan Veli’nin şiirini okumak mecburiyetinde bırakacaktır: “Sol elim/acemi elim/zavallı elim”.

Eylemi kimin yaptığının anlaşılamadığı, hatta önemini yitirdiği kaotik bir ortamdan devrimci sonuçlar çıkarmak mümkün diyorsak, Güvenpark’ta patlayan bombanın failini aramayı sürdürelim. Bulur bulmaz ya da yapan üstlenir üstlenmez, kendi politik durumumuzu güçlendirecek argümanlarla “yola devam” edelim; politik muarızımız yaptıysa eleştirilerimizi sertleştirelim, aksi çıkarsa gerçeği görmezden gelelim, bilinen ifadeyle, kulağımızın üstüne yatalım.

Etnik, dinî, mezhepsel farklılıklar nedeniyle insanların birbirini boğazlamaya başladığı, Kürtlerin bodrum katında, Türklerin Güvenpark’ta katledildiği bir ülkede, siyaseten ne yapacağınız ayrı bir konu olmak şartıyla, insanın sahipsiz kalması başlı başına çaresizlik değil de nedir.

“Suruç’ta bayram var” diyenlerle, “Güvenpark’ta bayram var” diyenleri reddeden, bu anlayışları temsil edenlerle arasında siyasi, insani ve vicdani uçurumlar oluşturan bir sol açığa çıkmadığı ve kendisini hayatın her alanında görünür kılmadığı sürece “bizim büyük çaresizliğimiz” devam edecektir.

Gecenin bu saatinde hangi yazıya atıfta bulunduğumu hatırlamıyorum ama dikkat çektiğim nokta şuydu: 70’li yıllarda devrimci hareketlerin sabıkasında tek bir kitle katliamı yoktur; ne bir otobüs taranması ne bir kahvehaneye saldırılması. Eylemin kendisi, kimin yaptığının doğrudan işaretiydi. O yıllarda bir kez bile yanıldığımızı hatırlamıyorum. Şimdi ise yanılmadığımız tek konu, masumların, pırıl pırıl insanların katledilmiş olmasıdır.

“Eşyayı adıyla çağıralım.” Katliamcıya, katliamcı diyelim. Eğer bunu yapamazsak, hemen herkes Güvenpark katliamının altında kalacaktır.

Yazıya “doğru eylem nedir” sorusuyla başlamıştık. Öyle de bitirelim.

Doğru eylem nedir?

(Sendika.org)