Açlık grevleri kritik bir aşamaya gelmiş bulunuyor.   Yaşanan katliam, soykırım ve baskılara karşı, her biçimde ve her cephede sürdürülen can bedeli mücadelenin özgün bir cephesi olarak açlık grevleri, çok önemlidir. İradi olarak ve toplumsal bir amaç uğruna ölüme yatmak, esasında, tam bir “göğüs göğüse"çarpışma” anı’dır. Esasında açlık grevleriyle yapılan,  herhangi bir direniş değil, zorbalığa meydan okuma, zulme boyun eğmeyerek saldırıları püskürtme hamlesidir.

  Leyla Güven’in kritik bir sürece girdiği,  açlık grevlerine birçok alanda devam edilmektedir. 160  yurtsever mahpusanelerde,  15 Kürt siyasetçi Strasburg’da,  yurtsever İmam Şiş Galler’de,  Hewler’de HDP temsilcileri ve daha bir çok yerde insanlar, ölüme yatmış bulunmaktadırlar. Başta Leyla Güven olmak üzere bütün yoldaşlar, bu çarpışmanın “öncü kuvvetleri”  olarak, büyük bir kararlılık ve özgüvenle  açlık grevlerini sürdürmektedirler.

Her çarpışmada olduğu gibi açlık grevi çarpışmasının da, öncülerden başka  değişik güçlerle sürdürülmesine ihtiyaç vardır. Bir çarpışmanın kazanılması için “öncü güçlerin” dışındaki “yardımcı güçlerin” rolü ve misyonu çok büyüktür.  “Yardımcı kuvvetlerin” rolünü bilince çıkartmak açısında mevcut durumu değerlendirmekte fayda vardır.

 İnsanların canlarını ortaya koydukları bu mücadeleye karşı devlet, beklendiği gibi, üç maymunu oynamaktadır.  Ülkedeki  demokratik kurumlar ve toplum, yeterince etkili eylemler geliştirmeye fırsat bulamadan, faşist devletin baskı araçları tarafında  işlevsiz kılınmaktadırlar. Toplumun vicdanı olan aydınlar, sanatçılar ve gazeteciler ise büyük bir kaygı içinde, bazıları gelişmeleri izlemekle yetinmekte bazıları ise bütün niyet ve fedakarlıklarına rağmen,  etkili olamamaktadırlar. 

Mevcut koşullarda, ülkedeki demokratik kurumların ve toplumun   ortaya koyduğu kararlı direniş,  çok değerli ve anlamlı  olmasına rağmen, devletin  faşist uygulamalarından dolayı istenen  düzeyde engelleyici bir güce dönüşememektedir. Dolayısıyla, Türkiye ve Kürdistan da esas mesela direnişin olmaması değil, faşizme karşı sürdürülen direnişin, faşizmin sürekli ve sistematik  uygulamalarıyla bastırılması ve  kamuoyuna yansımasının  engellenmesidir.  Açlık grevlerine gösterilen destek açısından da  aynı durum yaşanmaktadır.

  Bu duruma bakarak, “Türkiye ve Kürdistan da neden bir şeyler yapılamıyor” diye hayıflanmak ve diz dövmek doğru değildir. Bunun yerine, orada yapılamayanı  burada yapmaya çalışmak en doğru tutum ve en isabetli yaklaşım olacaktır.   

İşte bu nedenle, ülkede bulunan kurumların ve toplumun,  etkili karşı koyuşlar geliştiremediği böyle zamanlarda, yurt dışında bulunanların rolü artmaktadır.   Bu durumda yurtdışında bulunanların daha çok iş yapması, daha önemli bir fonksiyon icra etmesi gerekmektedir. Böyle zamanlar, yurtdışında bulunan üretken ve fonksiyoner olan kurum ve bireylerin,  insani değerleri korumak adına yapacaklarını ortaya koyacakları tarihi an’lardır.   

 Verili durumda, son dönem gelenlerle birlikte, çok sayıda Türkiyeli ve Kürdistanlı, aydın, sanatçı, yazar, gazeteci ve  siyasetçi yurtdışında yaşamaktadırlar. Bu insanların büyük bir kamuoyu oluşturma gücünün olduğu biliniyor. Bu gücün ve enerjinin, açlık grevcilerinin taleplerinin gerçekleşmesi için açığa çıkması/çıkartılması önemlidir.  Binlerce Türkiyeli ve Kürdistanlı aydın, siyasetçi, gazeteci, akademisyen, sanatçı ve düşünce üreticisi bu açlık grevlerinin ve  amacının gerçekleşmesi için, başkaca hiçbir şey beklemeden, sadece “aydın olma misyonu”nun gereği olarak, gücünü ortaya koyabilmelidir.

Özellikle Türkiyeli ve Kürdistanlı çok büyük bir kitlesel gücün yurt dışında bulunduğu göz önüne alındığında ve ülkede  yapılanlarının etkili olamadığı hesaba katıldığında, yurt dışında bulunan bu potansiyelin daha etkili ve daha aktif  bir tutum geliştirmesi, günün acil ve hayati görevi olarak ortaya çıkmaktadır.

 Öncelikle çok net bilinmelidir ki, Figen Yüksekdağ'ın da belirttiği gibi, tecrit,  sadece Kürtlerin sorunu değil, faşizmin varlığının  dayanağı ve zorunlu sonucudur. Dolayısıyla Tecrit'in  kalkması için mücadele, faşizme karşı mücadelenin ilk adımıdır ve Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kırılmadan, bu Tecrit'i kırmak için başlatılmış olan açlık grevleri başarıya ulaşmadan, Türkiye ve Kürdistanlı hiç kimse, ama hiç kimse, nerede olursa olsun, hangi statüye sahip olursa olsun,  güvende olmayacak, olamayacaktır.

O nedenle herkes ne yapacaksa şimdi  yapmalıdır.  Devletinin bütün baskılarına ve zorbalıklarına rağmen, halkların gönlünde yer etmiş olan bu direnişin daha çok toplumsallaşması ve toplumun enerjisinin güçlü bir baskı gücüne dönüşmesi  için ne yapılabiliyor ise onlar yapılmalıdır. Ülke ve dünya kamuoyunu harekete geçirmek için, Kürt halkının ve aktivistlerinin yaptıklarının yanında, kim daha başka ve daha fazla ne yapabilecekse, bugün yapmalıdır. 

Canlarını ortaya koyarak, Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecriti kırmak isteyen açlık grevcilerini desteklemek, onların ölüme verdikleri randevularını beklemek değildir. Açlık grevcilerini desteklemek, onların uğruna ölüme yattıkları taleplerinin gerçekleşmesini sağlamak, bunun için çalışmaktır.  Dolayısıyla açlık grevi yapan başta Leyla Güven olmak üzere tüm açlık grevcilerinin taleplerini sahiplenerek, yapılabileceklerin yapılması, sürecin kazanılmasını sağlayacaktır.   

  Türk devletinin ve Erdoğan’ın faşizmine karşı sürdürülen bu “göğüs göğüse çarpışma” mutlaka kazanılmalıdır.  Bunun için, herkesin, Türkiyeli, Kürdistanlı ve dünyanın her yerindeki demokratik birikime sahip tüm kurum ve bireylerin  bu açlık grevlerine destek vermesinin gerekliliğine ve  hayati bir sorumluluk olduğuna inanıyoruz.  Leyla güven ve yoldaşları kazandıklarında, faşizm kaybedecek,  halklar kazanacaktır.

Unutmayalım ki  Leyla Güven ve yoldaşları ölüme yenilmeyecekler, ama onların talepleri gerçekleştirilemezse, çaresizliğin utancı herkesi kahredecektir.