Bu satırları, çevresi tümüyle polislerce çevrilmiş bir binadan yazıyorum. Binanın önünde bir TOMA bekliyor. Sokağın girişleri ise barikatlarla kapatılmış durumda…
Birkaç cadde ötede, geçen hafta iktidar baskısıyla yönetimi ve yayın çizgisi değiştirilmiş iki gazete ve iki televizyon binası var.
Başkentte 100’ü aşkın cana mal olan, Türkiye’nin en büyük katliamının üzerinden sadece üç hafta geçti. O üç hafta içinde birçok muhalefet partisi mitinglerini iptal etti. HDP lideri, bomba endişesiyle yurtdışına çıkmak zorunda kaldı.
İki seçim arasında bir yüksek ateş hali yaşadık.
Ve yüksek ateşli insanlar nasıl davranırsa, toplum da öyle davrandı.
Korku, seçmeni esir aldı.

***

Korkunun pençesine düşen toplumlar, örgütlü direnç imkânları yoksa kendilerini koruyacak bir güç odağına sığınmak ister.
Birçok diktatörlüğün doğum yeri, bu korku tünelidir.
Bu, korunaksız toplumların “masum” davranış özelliğidir.
Davutoğlu’nun bombalar sonrası AK Parti’nin oylarının arttığını söylemesi ilk işaretti.
PKK’nin de gönüllü dahil olduğu bir çatışma süreci ve birbiri peşi sıra patlayan bombalar, AK Parti’nin seçim zaferinin barutunu oluşturdu.
Sonra Erdoğan, “Ya kaos, ya biz” konuşmalarına başladı.
İktidara teslim olmuş medyanın teksesli propagandası altında, farklı haber alma imkânları boğulmuş toplum, “400 vekil verseydiniz, bunlar başınıza gelmeyecekti” şantajına inandırıldı.
Gerilim siyaseti ve kutuplaşma, faşizan bir tırmanışın manivelası olarak kullanıldı.
İstikrar ve güvenlik, ihtiyaç listesinin başına yazıldı.
Buna, “Ya istikrar ya ölüm” sloganını satın alan piyasa ve sermaye çevreleri eklendi.
Seçim sonucunda, “ölümü görüp sıtmaya razı olan” bir ruh halinin rolünü görmek lazım.

***

Göbeğinde Erdoğan’ın yer aldığı, tam ortadan ikiye yarılmış bir toplumla karşı karşıyayız şimdi…
Erdoğan’a ölesiye bağlı olanlarla, ona daha fazla katlanamayacak olanlar, iki uca savruldu.
Siyasi tablo, bildiğimiz Türkiye manzarasından pek de farklı değil aslında…
Çok partili hayatımıza damgasını vuran, “3’te 1’lik sol oya karşılık 3’te 2’lik muhafazakâr seçmen” dengesi aynen sürüyor.
12 Eylül sonrası benzer yüksek ateş koşullarında yapılan seçimde sağın toplam oyu yüzde 68’di. Sol, yüzde 30 oy alabilmişti.
Bugün bu denge, yüzde 61’e, yüzde 36 düzeyinde...
Burada asıl sorun, daha önce farklı sağ partilere dağılan muhafazakâr oyların, tek partide buluşması ve o partinin de demokratik değerlere uzak, dini siyasi amaçlarla kullanmaktan çekinmeyen, totaliter bir yapı olması…
Dolayısıyla yaptıklarının, yapacaklarının garantisi olduğunu öngörerek ve iktidara daha rahat hükmetme kudreti verecek bir anayasa değişikliğinin kapıda olduğunu bilerek, daha ağır bir baskı dönemine hazır olmak gerekir.
Korkunun ecele faydası olmadığını biliyorduk; ama iktidara faydası olduğunu görmüş olduk.
Önce korkuyu, sonra korkudan beslenenleri yenmek için bugünden itibaren seferber olmak gerekir.