Türkiye ve Kürdistan'ın açık bir cezaevine ve kanlı, karanlık bir cehenneme dönüştürülmek istendiği dünya alemin malumudur. Zülme karşı sessizlik hakim kılınmak istenmektedir. Buna karşı Erdoğan'ın bu niyetini kursağında koymak, O'nu heveslerinin ihtirasında boğulmaya terk etmek, ezilenlerin boynunun borcu, anasının ak sütü gibi hakkıdır.

Bunun için mevcut koşullarda ne yapmalı, nasıl yapmalı?

Kürtlerin bu konuda yaptıkları aslında yol gösterici, çözüm üreticidir. Ancak bunların yeterli olmadığı bir durum yaşanmaktadır. Bu perspektifle bakıldığında neler yapılması gerektiğini görmek kolaylaşacaktır.

Öncelikle bir gerçeğin altını çizmek önemlidir. Bir yerde toplumsal mücadelenin olmazsa olmazı olan örgüt varsa ve örgütlü mücadele bastırılamamış, söndürülememiş, alt edilememişse, kitleler bunun varlığından güç alır, umut üretir ve beklentilerini yüreklerinden büyütürler. Onun için örgütlü mücadelenin korunması, büyütülmesi ve geliştirilmesi en öncelikli ve esas görevdir.

Elbette bugünün görevi sadece örgütlülüğü korumaktan ibaret değildir. Tam tersine, bugün her şeye rağmen kazanmaya en yakın noktada bulunmanın getirdiği sorumluluk ve ciddiyetle mücadelenin yöntem, araç ve biçimlerinin zenginleştirilerek sürdürülmesi gerekir.

Bu arada sırası gelmişken, Türkiye ve Kürdistan'da, sürekli beklenen ve istenen, kitlelerin yüzbinlerle sokaklara çıkması, ısrarla ve sistemli olarak dillendirilmesi, ifade edilmesi gereken ihmal edilemez bir görevdir. Ancak bu talebin bu gün gerçekleşmesini istemek ve beklemek, bu talebin olabilirliği üzerinde eylem planlaması yapmak isabetli değildir. Milyonlar sokağa çıkmayınca da bu durumu, çok büyük bir umutsuzluk, inançsızlık ve karamsarlık kaynağına dönüştürmek gerçekçi olmayan, apolitik bir tutum olur. Bugün için bu tür bir eylemliliğin yapılamıyor olması, ne mücadelenin düzeyini ve ne de mücadelenin sonuç alabilirliğini etkilemeyecektir.

Öte yandan siyasal tarihimizden milyonlarca insanın sokaklara çıktığı, ancak hiç bir pratik- somut sonuç alamadığı zamanlar ve eylemler de yaşanmıştır. Aynı şekilde farklı eylem biçimleriyle toplumda yaratılan pozitif etki'nin, toplumsal basıncı artırdığı ve sonuç alınmasını sağladığı da bilinmektedir.

O nedenle, kitlelerin sokağa dökülmesinin gerektiği boyutu yanında, mücadelenin yeni ve özgün yöntemlerini aramak, bulmak ve pratikleştirmek gibi bir zorunluluk bulunduğu bilinmelidir.

Bu anlamda ilk olarak, bugün içine girilen dönemin ve koşulların zorunlu kıldığı, ezilen ve mağdur olan toplumsal kesimlerin birlikte mücadele etmesidir. Bunu sağlayacak pratik/politik bir tutumun hayata geçirilmesi gerekir. Erdoğan'ın savaşçı diktatörlüğüne karşı, bu diktatörlükten rahatsız olan tüm toplumsal kesimlerin harekete geçirilmesinin sağlanacağı bir yol/ yöntem geliştirilmelidir. Erdoğan diktatörlüğü sadece bir toplumsal kesime baskı yapmamaktadır. Dolayısıyla her hangi bir gücün tek başına diktatörlüğe karşı mücadele etmesi gerekmiyor ve toplumsal hakikat, birlikte olmayı dayatmaktadır.

Aslında yıllardan beri ortak mücadele etme deneyleri bulunmaktadır. Bu tecrübeler, toplam enerjinin bireysel/grupsal hatalara feda edilmesini önleyecek olan önemli bir birikimdir.

Ancak ortak mücadele gerçekliği de bazen doğru anlaşılmıyor. Ortak mücadele, her zaman, aynı anda, aynı eylemlilik içinde bulunmak değildir. Ortak mücadele, birlikte, aynı hedefe vurmak olduğu gibi, bazen aynı hedefe, tek başına, ayrı, ayrı vurmak ta ortak mücadeledir. Nasıl aynı siyasal yapı olarak, bir çok yerde ve değişik zamanlarda yapılan eylemler, aynı amaca hizmet ediyorsa, farklı siyasal yapıların, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, ama aynı hedefe yönelik olarak yaptıkları eylemler de, ortak amaç için yapıldıklarından dolayı, desteklenmesi, sahip çıkılması gereken ortak eylemlerdir.

İkincisi, mücadele biçim ve yöntemleri bütün yaratıcı yetenekler zorlanarak geliştirilmeli, çeşitlendirilmelidir. Aslolan örgütlü mücadelenin sayısal durumundan çok, mücadelenin en zor koşullarda bile devam etmesidir. Mücadelenin kesintisiz ve büyüyerek sürdürülmesi, tek başına, amacın gerçekleşmesini, kitlelerin harekete geçmesini sağlayacak olan yöntemdir.

Üçüncü nokta, dünya halklarının, Avrupa halklarının ve bölge halklarının bu mücadelede bir rol ve fonksiyonlarının olacağını hesaba katmak gerektiğidir. Özellikle Avrupa halklarının ve bölge halklarının desteğinin geliştirilmesi ve bu desteğin etkili eylemselliklere dönüştürülmesi, önemli bir görev olarak ortaya çıkmaktadır. Avrupa halklarının bir çok nedenden dolayı güçlü bir Erdoğan karşıtlığı bulunmaktadır. Bunun fiili eylemselliğe dönüştürülmesi, çok zor olsa bile, imkansız değildir. Üstelik Avrupa ve bölge halklarının mücadelesi için mutlaka bir eylem biçiminden ısrar etmek, doğru ve gerekli değildir. Bir çok eylem biçimiyle Avrupa halklarının Erdoğan'a karşı mücadele etmesi sağlanabilir veya Erdoğan karşıtı bu enerji etkili bir baskı gücüne dönüştürülebilinir.

Dördüncüsü, Ortadoğu halklarıyla ilgili olarak, aynı nedenden hareketle, özgün çalışmalar ve örgütlülükler yaratılması gerekli ve önemlidir. Bütün zorluğuna ve imkansız görünmesine rağmen, böyle bir görev, çok mümkün, çok faydalı ve etkili olacaktır. Bu amaçla bir dizi çalışmanın yapılması, hiç ama hiç bir şey kaybettirmeyecektir.

Elbette bu çabaların, ilgili halkların demokratik kurumlarıyla birlikte ve onların insiyatifinde yapılması, tercih edilmesi gereken en demokratik yöntemdir.

Bunların dışında Erdoğan'ın diktatörlüğünün teşhiri konusu daha kapsamlı bir proje konusu olarak ele alınmalı ve bu gerçekleştirilmelidir. Bugün sürdürülen klasik propaganda içerikleri ve yöntemleri sorunun anlaşılmasını sağlamakta yeterli olamamaktadır.

Tipik iki örnek bu konunun anlaşılmasını sağlayacaktır. Erdoğan'ın mülteciler konusunda geliştirdiği tutum, Avrupa devletlerinin uzun süre etkilenmelerine ve buna uygun tutum belirlemelerine yol açan bir şantajdı. Bu gerçek, bu yakınlarda Erdoğan'ın kendisi tarafından itiraf edildi.

Aynı şekilde Erdoğan'ın özellikle Uzanlar ve Doğan Holdinge karşı aldığı tavır, sermayenin iç çatışması olmasından dolayı, Erdoğan'ın teşhir edilmesinden değerlendirilmedi. Halbuki bu politikalar, Erdoğan'ın kendisine ait sermaye grubu oluşturmasını amaçlayan, bugünün faşizmine zemin yaratmaya hizmet eden politikalar olarak, tarafların her hangi birsini desteklemek zorunda kalmadan teşhir ve mücadele argümanı olabilirdi.

Bilmeliyiz ki bütün bu somut sorumluluk ve görevlerden bakılarak, zorlu ama kazanılacağı mutlak olan bir savaş sürecinin öngünündeyiz. Buna göre büyük bir savaşın yaratacağı zafere hazırlanmak, faşizme karşı direnenlerin en onurlu ve birinci görevidir.