Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü“, hukuk olarak tanımlanır. Buna göre, özellikle de gelişmiş bir toplumda, evrensel hukukun olabilmesi için, herşeyden önce orada bir devlet omalı. Bu devletin adı ve yönetim şekli

ister cumhuriyet olsun,

ister federasyon olsun,

ister parlamenter demokrasi olsun,

ister başkanlık sistemi olsun ,

ister RTE'ın istediği padişahlık ya da monarşi olsun,

ama devlet olmalı.

Özellikle de evrensel hukukun geçerli olduğu her hukuk devleti, kendi varlığını sürdürmesi ve yönettiği topluma ve o toplumun her bir yurttaşına, kurum ve kuruluşlarına karşı yerine getirmek zorunda olduğu hak ve yükümlülüklerinin neler olduğunu yasaları ile belirler. Bu yasaların uygulanışı ise, hukuk devletinde kanunlar ile berlirlenir. Bu kanunlar ise her hangi bir şahıs trafından tek başına değil, halk tarafından seçilen vekillerin oluşurduğu parlamentolar, senatolar ve meclisler gibi kurumlar tarafından yasalara uygun şekilde çıkartılır.

Yasaların topluca yazılı olduğu metinlere Anayasa denir. Bu anayasaya bir toplum uzlaşma sözleşmesidir. Bu sözleşme o toplumun tüm kurum ve kuruluşlarından başka, içinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar dahil olmak üzere, her bir yurttaşın uyma zorunluluğu vardır. Hiç bir kişi, bir hukuk devletinin anayasasının üstünde olamaz. Kurum ve kuruluşların, seçilmiş milletvekillerin, kurulmuş hükümetlerin, ister halk tarafından doğrudan seçilmiş olsun, isterse de parlamentolar tarafından seçilmiş olan cumhurbaşkanlarının ya da devlet başkanlarının icraatları, konuşmaları, davranışları ve kişisel yaşam biçimi ile dini inanşlarının anayasaya uygun olup olmadığını o devletin anayasa mahkemesi takip eder ve denetler. Anayasa mahkemesinin hakim üyeleri, hukuk devletinde halk adına geçici bir süre için, yürürlükte olan anayasaya göre hizmet eder, karar alır ve aldığı kararın uygulanması için gerekli kurumlarla yakın işbirliği içinde olur. Anayasa mahkemesinin aldığı kararlar herkesi bağlar. Hukuk devletinde anayasa mahkemeleri tarafından alınan kararlara tüm toplum saygı duyar. Ancak anayasa mahkemeleri tarafından alınan kararların, farklı kurumlar ve kişiler tarafından kendi kişisel görüşleri doğrultusunda eleştirilir olmaları, aynı zamanda o ülkede evrensel hukukun geçerli olduğunun bir kanıtıdır. Anayasa mahkemelerinin kararları dolaysıyla, sadece ve sadece haydutların borusunun öttüğü muz cumhuriyetlerinde “eyy cübeliler, siyaset yapacaksan cübbeni çıkar in sahaya, senin kararını tanımıyorum ve saygı da duymuyorum” diye hakaret edilebilir, ama hukuk devletinde asla.

Bilal oğlan´ın anlayacağı şekilde tane tane özet olarak çevrçevesi çizilen hukuk devleti işığında, son 145 yıldır Türkiye´de yaşanan gerçek tabloya kısaca bir göz atalım:

Türkiye´de Cumhurbaşkanlığı makamında oturan RTE, hem Başbakanlığı döneminde ve hem de Cumhurbaşkanı olduktan sonraki süreçte tüm enerjisini, Atatürk Cumhuriyetini yıkmak için ne gerekiyorsa onu fazlasıyla uyguladı ve uygulamaya da devam etmektedir. RTE, hem Başbakanlığı döneminde hem de Cumhurbaşkanlığı sürecinde ettiği yeminlee sadık kalmadı, 'namusu ve şerefi'! üzerine tarafsız olacağına dair ettiği yeminlerin tümünü çiğnedi, ayaklar altına aldı, hem fırsatta ve her süreçte laik cumhuriyeti, laik eğitimi, laik devlet rejimini ve parlamenter demokrasiyi yıkmak için taraf oldu. Ve bunun için de, yeri geldi Fetullah Gülen adlı küresel çetenin uşaklığını yapan ve bu uşağın dinci ve islamcı katiller güruhunu devletin en kılcal damarlarına yerleşecek şekilde yoğun mesai verdi, yeri geldi PKK ve IŞİD gibi teşeron terör örgütleri ile içli dışlı oldu. Ve işin garibi de tüm bu uygulamalarını ve gerçek niyetini gizlemeden, açıktan açığa, toplumun gözünün içine baka baka, büyük bir demagojik üslüp, kindar bir söylem eşliğinde, bir iç savaşı tetikleyici bir uslüp ile yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Ve böylelikle RTE, sadece T.C. devletini FETO, PKK ve IŞİD ile el ele vererek yıkmakla yetinmiyor, kendi devletini de kuruyor ve “ben devletim” diyebilme cüretkarlığında dahi bulunabiliyor. Yani tek kelime ile RTE, anayasal suç işlemeye devam ediyor, devleti yıkıyor ve devlet tüm organları ile (silahlı kuvvetler, polis, mahkemeler, özerk Merkez Bankası vs.) bu korkunç gidişata seyirci kalabiliyor, meclis içindeki muhalefet partileri milyonlarca insanı sokaklara anayasal direniş hakkını göstermek üzere barışçı tepki vermek için davet etmek yerine, deyim yerindeyse havada su dövüyor, yüzbinlerce kamu çalışanı anayasal direniş göstererek RTE ve güdümündeki çevrelerin anayasaya, kanunlara ve vicdanlara ters düşen yüzlerce uygulamalarını ve direktiflerini boykot etme yerine, sıranın kendilerine geleceği günü iple çek bir tablo sergileyebiliyorlar.

Öte yandan, son 6 aydır RTE´nin onayı, bilgisi ve talebi doğrultusunda KHK ile yönetilen Türkiye için bir hukuk devleti deyimini kullanmak, evrensel hukuka, evresel hukukun içselleşmesi uğruna verilen yılların mücadelesine ve emeğine büyük bir saygısızlık olur. RTE, aynen Emevi devleti döneminde olduğu gibi bir Muaviye-Yezid mantığı ile zalimce artık astığı astık, kestiği kestik bir konumda olduğu hususunda, Avrupa´nın önde gelen basın-yayın kuruluşları başta olmak üzere, binlerce saygın isim hem fikir.

KHK´lerin arkasına saklanaran sayıları milyonları varan insanın Türkiye´de hayatı karartıldı, verilen şehitler, şehit çocukların babasızlığı, şehit yakınlarının çaresizliği, yıkılan Atatürk heykelleri, tarikat yuvalarında ırzına geçilen çocukların, tarikat yuvalarında canlı canlı yakılan bebeleri dramları yürekler yakarken, RTE, hem FETO hem IŞİD ve hem de PKK ile aynı hedefe ateş etmeye devam etmektedir. Nedir bu hedef? Yıllarca yazdığım düşüncemi tekrar edeyim: Atatürk cumhuriyetini ve bu cumhuriyetin tüm izlerini, tüm kurumlarını, kuruluşlarını ve üniter devlet yapısı ile kendisini Atatürkçü, samimi inanç sahibi ve Türk olarak tanımlayan her bireyi yok etmek. Bu hedefe varmada son safhaya gelinmişken, bazı çevrelerin Türkiye´de halen “hukuk” dan bahsediyor olmaları, tam bir şarlatanlıktır, tam bir salaklıktır ve tam bir hedef saptırmaktır.

RTE´nin Türkiye´deki icraatlarına bakıldığında, Türkiye´nin bırakın bir hukuk devleti olduğunu, artık bir devlet olmaktan çoktan çıktığı ve RTE tarafından kendisine bir “metres” konumuna getirildiği hemen görülecektir. Öte yandan sadece kendisini değil, tüm sülalesini de RTE´nın “metresi” olması için yoğun çaba harcayan ve bunun için sırasını kendine geleceği anı dört gözle bekleyen müridlerin, din tacirlerinin, Atatürk, Türk ulusu ve Türkiye toplumunun düşmanlarının, nisan ayında yapılması planlanan referandumda “evet, neden olmasın, yeterki RTE istesin vermeye hazırım” diyeceklerini duyar gibiyim.

9 Şubat 2017