Ahmet Taner Kışlalı’nın eşi, Nilüfer Kışlalı Ankara’da yaşıyor. Ramada Plaza Otel’in SPA’sı Salix’in müdürü. Odaları, restoranları ve SPA’sı ile kapısından girdiğiniz anda Ankara’da olduğunuzu unutacağınız bir otel. Gazetecilere bunu göstermek için bir basın turu düzenlediler geçen hafta ve SPA müdürlerinin Nilüfer Kışlalı olduğunu duyduğum anda daveti kabul ettim. İtiraf etmeliyim ki, çok uzun süredir röportaj yapmayı istediğim ve bir türlü tanışma yolunu bulamadığım Nilüfer Kışlalı ile konuşmaktı amacım… Her yıl 21 Ekim’de yapılan anma törenlerinde vakur duruşu ve güzelliğiyle dikkat çeken; kocası öldüğü gün patlama sesinden sonra Çayyolu Engürü Sitesi’ni "Kocacığım" diye çınlatan ve 14 yıldır ’o sabahki gibi’ koruduğu evinde kızını büyüten Nilüfer Kışlalı çok çok uzun süredir konuşmuyordu.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi; Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi olaylarının da aralarında bulunduğu çok sayıda olayı kapsayan ’Umut’ operasyonuna ilişkin davayı bir kez daha karara bağlamıştı birkaç gün önce; üstelik o gün bu davada ’davadaş ve kaderdaş’ oldukları Mumcu’nun ölüm yıldönümüydü. Faili meçhuller arasında en sessiz kalan aile Kışlalı Ailesi’yken kendisiyle konuşmak, duygularını sormak şarttı.

NAİF VE SAMİMİ

Konuşmayı kabul etti ama işinden gücünden de bahsettiğimiz söyleşi için çok hassas... Kolay değil, Ahmet Taner Kışlalı, bilimsel ve siyasi birikimi, duruşu, misyonuyla simge bir isim. Dolayısıyla yazarken Nilüfer Kışlalı’nın naifliğini belirtmek isterim en başta… 14 yıl önce, henüz iki yıllık kocasını kaybetti... Kızının babası, âşık olduğu adam, Türkiye için simge bir isim, önemli bir bilim insanı; haliyle hatırasına çok kıymet veriyor…

- Yılan hikâyesine dönen Umut Davası bir kez daha sonuçlandı. Takip ettiniz mi?

Aslında bir şey itiraf etmeliyim; çok üzülüyorum… Onun için de çok takip etmiyorum. Bu belki de benim çıkış yolum. Bunlar, yıllar geçse de bizim canımızı acıtmaktan başka bir işe yaramıyor. Kızım büyüyor. 14 yaşına girdi. Canı acıyor çünkü… Çok taşımıyorum bu nedenle. Uzaktan takip ediyorum.

- Eşinizi kaybettikten bir yıl sonra bir söyleşi vermiş, evi o günkü gibi tuttuğunuzu söylemiştiniz. Eşinizin portmantoda paltosu, kapıda terliği duruyor mu hâlâ?

Tutuyorum, portmantodaki paltosu da, terlikleri de duruyor. Nilhan’ın yatağının başında duruyor babasının şapkası... Çünkü kızım babasını onlarla tanıyor. Ve çok seviyor babasını. O benden daha bağlı. "Babamın, elleme! Babamın aldığı o, dursun." Benden daha çok sahipleniyor. Diyor ki bana "Anne, yaşasaydı çok da önemi olmazdı bu şapka ama olmadığı için onun her şeyi benim için çok değerli" diyor. Hatta evlenirken, evimizin eşyalarını olduğu gibi götürecekmiş. Çünkü onlar babasının kullandığı eşyalar.

BAZILARI İÇİN HASTALIKLI


- Peki, bu bir seçim ama zor değil mi?

Bazıları için hastalıklı bir durum olabilir. Ama Nilhan’ın bu kadar sağlıklı büyümesinde bence bunun olumlu etkisi var. Evde bizim için Ahmet başka bir yere gitmiş gibi. Odası da duruyor, terlikleri de. Masanın üstünde gözlüğü, ajandası duruyor…

- Nilhan için iyi ama sizin açınızdan zorlaştırmıyor mu hayatı?

Yo, benim için de iyi. Nasıl ifade edeceğim… Çok öldü gibi değil, dediğim gibi bir yere gitmiş gibi. Acıyla baş etmenin birçok yolu var. Bazı insanlar her şeyi kaldırıyor; bizde tam tersi, onu hissetmek iyi geliyor bana. Hep iyi geldi, hep güç alıyorum.

- Herkes kendi yöntemini buluyor, öyle mi?

Evet, herkes kendi çıkışını yaratıyor. Bana iyi gelen başkasına hastalıklı bir ruh hali gibi gelebilir. Bu benim doğrum. Evde görünmeyen bir baba var. Hep konuşuyoruz. Nilhan, "Babam öldü" cümlesini hiç kullanmadı.

- Kızınız artık suikastin, faili meçhulün ya da fikir için öldürülmenin ne olduğunu anlayacak yaşa geldi mi? Anlatıyor musunuz?

Biliyor aslında… Nilhan, özellikle büyüdükçe etkilendiği için davaları takip etmiyorum. Yoksa her şeyin farkında. Bu yılki anma töreninde ona sordular, "Ne olmak istiyorsun?" diye, "Ne olmak değil de ne olmamak istediğimi biliyorum" dedi. Gazeteci olmak istemiyor. "Düşüncesinden dolayı insanlar ya öldürülüyor, ya hapse atılıyor" dedi. Her şeyin farkında… Kızgın aslında. Son 3-4 yıl okul bahanesiyle anma törenlerine bile katılmıyordu. Bu yıl pazar günüydü, katıldı. "Nilhan, baban yatağında kalp krizi geçirip de ölebilirdi. Babana bunu yapmak isteyenler aslında onu ölümsüzleştirdiler. Çünkü bizler ölümlüyüz, hepimiz öleceğiz. Ben öldüğümde beni sen anarsın, beni tanıyanlar anar, onlar da ölünce beni kimse anmayacak. Ama Ahmet hâlâ anılıyor" diyorum. Bu yıl Yeditepe Üniversitesi öğrencileri çok güzel bir belgesel yaptı. O çocuklar Ahmet öldürüldüğünde 9-10 yaşlarındaydı, araştırmışlar ve bir belgesel yapmışlar. Bu ne kadar gurur verici bir şey. Ahmet, istediği yolda ölümsüzleşti.

- Birkaç kişi ceza aldı. Dava da uzadıkça uzadı, zaman aşımı var bir yanda; ceza almış kişiler olması sizi rahatlatıyor mu?

Hiç ceza almasalar bile zerre kadar umursamadım, çünkü hiçbir şey bana onu geri getiremez. Tabii suç varsa ceza da olmalı. Onlara verilecek hangi ceza Ahmet’i geri getirir.

- "Hayatta olsaydı" cümleleri kuruyor musunuz? Mesela işinizle ilgili, bugün bulunduğunuz konumu nasıl karşılardı?

Tabii, her zaman ’yaşasaydı’ yorumları yapıyoruz kızımla… Biz Ahmet ile tanıştığımızda benim güzellik merkezim vardı. İlk iş bana "Canım" dedi, "Aman benimle evleniyorsun diye işini bırakmaya kalkma." İşimi severek yapıyordum, o da biliyordu. Ben de Ahmet ile evlendim diye hayatımı değiştirmedim. Hoşuna giderdi benim bugün olduğum konum; bol bol da masaj alırdı (gülüyor).

DEĞERLİ İNSANLAR HAPİSTE

- Bugünkü siyasi iklime bakınca yaşasaydı, Silivri’de olur muydu peki?

Bilmiyorum ama öyle olurdu herhalde. Şu anda orada olanlara bakınca çok üzülüyorum. Çok sayıda değerli düşünce insanı orada. Böyle olmamalıydı.

- Pek ortada görünmediniz, hatta görünmemeyi tercih ettiniz, siyaset teklif edildi size ama girmediniz; neden?

Siyasetle ilgim yok. Gündemde olmak da istemem. Ahmet’in soyadını taşıyorum diye siyasete giremezdim. O konuda fikir ve ideal sahibi olmak gerek. Bu ülkeye bir yararınız olacaksa siyasete girmelisiniz. Sadece takip ediyorum siyaseti.

- Eşinizden önce siyasetle ilginiz yokmuş, kitaplarını onu tanıdıktan sonra okumuşsunuz.

Yatağa yatınca "Bugün ülkem için ne yaptım?" diye sorgulayan biri olmadım ki hiç. Ama Ahmet öyleydi, öyle bir adamla evlendim ve bunun nasıl bir şey olduğunu gördüm, çok da hoşuma gitti, etkilendim. Bu başka bir şey. Böyle insanlar çocukluğundan buna hazır oluyor. Ahmet’in 16 yaşında yazdığı bir şiiri var; Kabataş Erkek Lisesi’ndeyken yazmış, o şiir şöyle bitiyor: ’İnsanoğlu, Ey İnsanoğlu için ölmeli…’ O zamandan kendine böyle bir misyon belirlemiş. Bütün değerli insanlar için böyle, düşünce insanları sonradan olmuyor, en başında öyleler zaten.

- Kızınız kısa bir süre oyunculuk yaptı; büyüyünce ne olmak istemediğini söylediniz ama ne olacak var mı hedefi?

Oyunculuktan sıkıldı, bıraktı. Doğrusu, ne yaparsa yapsın, sevdiği işi yapsın. Sevdiği işi yapan zaten başarılı oluyor. O mutlu olsun, ben onu izleyeyim.

Nilüfer Kışlalı ile 14 yıl önce kaybettiği eşini konuşurken gözlerimiz yaşardı karşılıklı, arada kahkahalar da attık. Tabii sonunda beni asıl buraya getiren SPA meselesini de uzun uzadıya konuştuk. Nilüfer Kışlalı’nın mesleği güzellik uzmanlığı... 1987’den beri bu sektörde. 1995’te kendi salonunu açtı, birkaç yıl önce de SPA sektörüne geçti.(...) Akşam- Gülay Altan