Ve yıllar sonra herhangi bir nedenden dolayı tartıştığınızda o çok bildik insanı, ağzından çıkan tek bir cümleyle aslında ne kadar eksik tanıdığınızı ama daha önemlisi onun ruhunda, aslında kendisinin bile bilmediği varlığını kendine inkar ettiği bir karanlık dehliz olduğunu ve bu dehlizde yüzlerce kilitli oda olduğunu dehşetle fark edersiniz. Biraz dikkatle dinlediğinizde ve izlediğinizde, zamanla o odaların bulunduğu dehlizlerde el yordamıyla da olsa yürüyebildiğinizi görürsünüz...
Sağduyu feneri ile o kapıları aydınlattığınızda kazılı isimleri teker teker fark edersiniz...
Yalancılık, riyakarlık, hırsızlık, dağınıklık, terk edilmişlik, güvensizlik, cimrilik...
Orası; aslında kimsenin girmesine müsaade edilmeyen, hatta varlığı kendine reddedilen, ıssız ve karanlık hemen her yer gibi can sıkıcı ve ürkütücü bir karanlık dehlizdir.
Bir an kendinize sorarsınız, 'Benim ne hakkım var buraya girmeye?' Yanıt çok basittir... Merak ve güven arayışı...
O insanın tek bir cümlede, o dehlizi ve o dehlizdeki odaları ele vermesi... Ve hemen ardından varlığını şiddetle reddetmesi, sizi buna itmiştir. Güvenmediğiniz birine nasıl sevgi duyarsınız?
O karanlık dehlizde izinsiz dolaşmanın ruhunuzda yarattığı gerilim bir parça da umutsuzluktan kaynaklanmaktadır. Tüm ilişkiyi taşıyan güven adındaki ana kolon bu alttaki karanlık dehlizden dolayı çatlamıştır... Umutsuzluğunuz, o çatlağın bu karanlık dehlize rağmen sıvanamayacağıdır.
Bu arada bir oyun oynarsınız.
Karşılıklı...
' İzinsiz gezintiler' onunla karşı karşıya yapılabilir... Az önce çıktığınız filmdeki bir sahneyi konuşurken, markette siz arabayı iterken o içine deterjan, tost ekmeği, yumurta ve hijyenik ped koyarken, yani çok başka şeyleri yaparken olur biter...
O durgunluğunuzun ve kısa yanıtlarınızın sürmesinden rahatsız, siz tüm bu 'olağan' oyunu sahnelerken, sahne arkasındaki küçük meşguliyetinizin sonuçlarından, her geçen saniye daha da rahatsız yürürsünüz...
Ve dağlar yaklaştıkça büyür.
Sonra... Sonra bir gün sağduyu fenerinin sizi yanılttığını ve öyle bir dehliz olamayacağına kendinizi inandırırsınız.
Zira, o karanlık dehlizi aydınlatmak için o yöne, arada bir, fırlattığınız ucu alevli oklara öylesine sert tepkiler alırsınız ki, bu dehlizin olmadığına inanmak gerektiğini düşünürsünüz...
O dehlizin var olmadığını varsaymak, var olmasından elbette yeğdir... Ta ki bir başka sahici tartışmaya kadar... O dehlizlerden kopup gelen tek bir cümle sizi gene dehşete düşürür.
Bir anda, o karanlık dehlizin sadece ruhun zaaflarını gizleyen odalardan ibaret olmadığını, adeta bir başka katman gibi her odanın üstünde bir başka koridorun uzayıp gittiğini görürsünüz.
O 'yeni koridorlar'ın belli bir mimari anlayışı vardır.
Yani...
Zaman içinde, sizden gizli planlanmış, inşa edilmiş ve içine yeni kiracılar yerleştirilmiştir.
'Ne zaman? Nasıl? Ve... Neden?' diye sorarsınız...
Öfke her şeyi örter...
O öfkeyle karanlık dehlizini ona anlatıverirsiniz. Ve yanıt olarak bu kez sizin karanlık dehlizinizde yapılan izinsiz bir gezintinin ayrıntıları; bilmediğiniz; daha doğrusu bilmeyi reddettiğiniz 'karanlık dehliz'inizin odalarını ondan dinlersiniz.
Anlatılanlardan, o ne kadar rahatsız olduysa, siz de o kadar rahatsız olursunuz.
Yolculuk nihayete ermiştir...
O anda bir başkasının 'karanlık dehliz'ine doğru yürüdüğünüzü hissedersiniz.
Yol uzun, siz yorgun...

(GÜRKAN HACIR- AKSAM Gazetesi)