SONER YALÇIN 682 gün sonra özgürlüğüne kavuştu. Cezaevi kapısının önünde sevenleri, arkadaşları, dostları vardı. Ama biri daha vardı; 2 yıldır onun eve dönmesini bekleyen, birlikte Galatasaray maçlarını gitmeyi düşleyen, en çok da sarılarak uyuduğunda kokusunu özlediği oğluydu o, Aren Soner Yalçın’dı. Soner Yalçın dün sabah 9 yıllık kız arkadaşı ve birkaç yakın dostu ile Boğaz’da kahvaltı yapmaya gitti.
Boğazı görmeyi özlemişti. Gittiği yerde kahvaltı parası almadılar, yolda gördüğü insanlar geçmiş olsun demek için yolunu kesti. Yalçın ile söyleşimiz 682 gün sonra ilk kez adımını attığı Levent’teki evinde gerçekleşti. Ardı arkası kesilmeyen, “Geçmiş olsun” telefonları arasında yapıldı söyleşi. Evinin bahçesindeki şimşirler ölmüştü.

KOĞUŞA OĞLUNUN KOKUSU İLE DÖNDÜ

“Cezaevine girdiğimde oğlum bir bebekti” diyor Soner Yalçın, şöyle devam ediyor sonra: “İnsan kendisine yapılanları affedebilir. Ama çocuklarına yapılanları unutamıyor. Sadece kendi çocuğum için söylemiyorum. Bu davalarda yatanların hepsinin çocukları için söylüyorum. Çocukların, çocukluklarını yaşamalarına izin vermediler, çocuk yaşta büyüttüler onları. Oğlum minicik bir bebekti benim için cezaevine girdiğimde. Oğlumun gözündeki parıltıyı elinden aldılar. Çocukluk heyecanını elinden aldılar. Şimdi karşımda kocaman bir adam var. Gurur duyduğum kocaman bir adam var.” Aren Soner Yalçın, babasına kavuştuğu için çok mutlu. Birlikte yaşarken mutlu oldukları anları hafızasında geri getirip tekrar o anları yaşamayı istiyor. Babası ile birlikte yapacağı çok şey olduğuna inanıyor, “Artık bizi ayırmasınlar” diyor.
Oğlu Aren, Soner Yalçın’ı ayda 1 kere açık görüşlerde gördü, haftada 1 kez de yaptıkları telefon görüşmelerinde sesini duydu. Her cezaevi görüşünün ardından onun kokusunu yanına alarak koğuşuna gitti. En çok da o açık görüşlerin bitimini anlatırken duygulanıyor: “Ayrılık vaktinde herkes gözlerini birbirinden kaçırır. Ayrılacağınızı bilirsiniz. Duygularınızı birbirinizden sakınırsınız. Koğuşunuza gider, yalnızlığınıza sarılır, oğlunuzun kokusuna sarılırsınız. Sonrasında hızlı hızlı volta atar, her seferinde sizi sevdiklerinizden ayıranlardan nefret etmemeye, kin duymayacağınıza, kendi kendinize söz verirsiniz. O oyuna gelmemeye çalışırsınız.”

CEZAEVİ İRADEYİ ÇELİKLEŞTİRİYOR



“Cezaevinden çelik gibi çıktım” diyor. Kendisini geçmiş zamanda sadece yazı adamı ve asosyal biri olarak tanımlayan Soner Yalçın, “Beni itibarsızlaştırmaya çalıştırdılar. 6-7 ay hiç durmadan yayınlar yaptılar. Sanırım cezaevine atarak, itibarsızlaştırarak sindireceklerini zannettiler. Yanıldılar. Cezaevi iradeyi çelikleştiriyor. Zımba gibi yapıyor insanı. Artık mücadelenin içindeyim. Eskiden sadece gazete için yazılar yazan, kitapları için çalışan bir adamdım. Ne televizyona çıkardım. Ne siyasi bir konu hakkında konuşmuşluğum vardır. Beni herhangi bir yürüyüşte bile göremezdiniz. Artık her mücadelenin içinde varım. Yürüyüşse yürüyüş, tartışma ise tartışma. Kitaplarımı yazacağım. Gerçeğin peşini bırakmayacağım. Artık gerçeği arayanlar olarak 1 kişi fazlayız.”

Çıksın karşıma


SONER Yalçın dönemin Ergenekon savcısı Zekeriya Öz için “Kendisi artık bu davanın savcısı değil. En güvendiği dava hangisi, en güvendiği iddianamesi hangisiyse çıksın karşıma. Televizyonlarda tartışalım. Tüm Türkiye öğrensin bu davaların gerçek yüzünü” dedi.

Hanginizi boğacak?

FATİH Hilmioğlu’ndan ne istiyorsunuz? Gencecik yaşta oğlunu toprağa vermiş, kanser hastası bir bilimadamından ne istiyorsunuz? Hayatında silah, bomba olmayan bu adamı tutuksuz yargılasanız hangi birinizi boğacak? Hanefi Avcı’nın nasıl hala tutuklu kaldığını ülkedeki tüm hukukçular toplansın ve çözsünler. Neden içeride cevabını versinler. Avcı’nın içeride olmasının tek sebebi vardır; intikam. Maalesef siyasal iktidar da bu durumu görmek istemiyor. Avcı ile cezaevi aracında konuşurduk. Mesela o cemaatin yetiştirdiği nesilleri bir dönem bu ülke için iyi bir şey olduğunu düşünmüş. Şimdilerde bu yanılgısının acısını yaşadığını gördüm.

Namık Kemal ile yürüdüm


CEZAEVİNDE kaleme ve kitaplara sarıldığını söyleyen Yalçın, “Biz sol mahallenin çocuğuyuz. Sürekli yazdım ve okudum. Cezaevindeki voltalarımı Nazım Hikmet ile attım. Namık Kemal ile yürüdüm avluda” diyor, devam ediyor: “Bu ceberrut devlet anlayışı hiç değişmedi. İdealist, romantik nesilleri testere ile hep kestiler. Kuşakları biçtiler her dönemde.(...)

(Hürriyet)