Mustafa Akpolat

Belge Yayınları'nın sahibi Yazar Ragıp Zarakolu'nın konuk konuşmacı olarak katıldığı Okuma Akşamı'nın sunumunu Nurcan Keskin gerçekleştirdi.

Orhan Çelik'in yeni Romanı ''AR'', Avrupa'ya akan mülteci sorununa dikkat çekiyor. Akıcı bir dille yazılmış ve okuru daha ilk sayfalarında etkileyen "AR", Türkiye'deki 1980 askeri faşist darbesi ve daha sonrasında binlerce insanın gözaltı, işkence, katliam ve faali meçhul cinayetlerden kaçarak, Avrupa'ya sığınmalarının öyküsüne yer veriyor. 

Ragıp Zarakolu göçmen edebiyatı konusundan görüşlerini şöyle ifade etti:



''Ben göçmen edebiyatı demiyorum da, Sürgün edebiyatı diyorum. Özellikle de Almanya'da da gerçekliği olan bir kavramdır. çünkü Nazi Almanyası döneminde çok büyük bir yazar, düşünür, sanatçı kitlesi Almanya'yı terk etmek zorundan kaldı. Oluşturduğum kütüphanemde değişik ülkelerden 13 ciltlik sürgün edebiyatı antolojisi var. Nazi Almanya'sında hiç olmazsa sanatçıların ve yazarların terk etme olanağı oldu. Almanya'da Nazizmin tahribatı çok büyük oldu, bir kaç yazar haricinde1945 yılından sonra yazarlar üretemez haldeydi. Daha sonra yazarlar gelmeye başladı. Nazizmin, faşizmin yıkımının akımı olmaz. Bugün IŞİD'in yaptığı yıkımlara baktığımız vakit belki Ortadoğu'da, yüzyıllar sürecek bir çoraklaşma söz konusu olacak.



İnsanlığın bir bütün kültür mirası imha ediliyor yok edliliyor. Sürgün edebiyatı şöyle şekillendi. Fark edilmeyen bir şekilde sürgünde yaşayan yazarlar var. Bunlar, dönem dönem ülkede yaşanan sorunlardan dolay ülkelerini terk ederek başka ülkelerde yaşamak durumunda kalanlar, bunlardan bir bölümü ülkesine dönmeden sürgünde öldü. Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel gibi. Mehmet Uzun döndü ama kanserden öldü, adamı kanser yaptık. Yani öyle çelişkili bir ülke ki..

NAZIM HİKMET VE MEHMET AKİF AYNI KADERİ PAYLAŞIYORSA BİR ARZA VARDIR

Geçenlerde İsveç'te, yasak kitaplar sergisi ve sürgünde yaşayan yazarlar ile ilgili bir sergi açtım. Ülkemizde hoşgörüsüzlük ölçüsüz bence, bir Nazım Hikmet'le, Mehmet Akif Ersoy aynı kaderi paylaşıyorsa, ülkede bir arıza var demektir. Adama İstiklal Marşı'nı yazdırmışsın, ondan sonra da toplum mühendisliği yapıp benim normlarıma uymuyor diyerek, ülkeyi terk ettirmek zorunda bırakıyorsun. Mehmet Akif Ersoy, Mısır'da kaldı, ölmek için ülkeye döndü. Ama Sabiha Sertel dönemedi, Nazım Hikmet dönemedi.



TOPLUMA KARŞI DARBEDE İLK HEDEF AYDINLAR OLDU


12 Eylül faşizmi döneminde Vedat Türkali ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, Yaşar Kemal faşistler tarafından katledilmemek için gönüllü olarak İsveç'e sürgüne gitti. Yılmaz Güney cezaevinde ölmemek veya öldürülmemek için Fransa'ya kaçtı, o'nu da kanser yakaladı, Mehmet Uzun gibi.. Yazmak tabi ki direnmektir, tanıklık etmekir tarihe. Ülkede anadilinden edebiyat yapmak direnmektir, toplumun dönüşmesine katkı sunmaktır. Bunlar çok önemli değerlerdir. Topluma yönelik bir saldırı olsa veya bir darbe olsa ilk hedef alınanlar aydınlar olmuştur.'' Zarakolu konuşmasından her dönem farklı kültür ve kesimlere yönelik saldırlardan örnekler vererek, güncel konuların edebiyata yansıması konusundaki görüşlerini ifade etti.

SÜRGÜN EDEBİYATI ZORUNLUYDU

Zarakolu ''Dünya kıyıya vuran Kürt çocuğunun ölümüne ağlıyor ve üzülüyorlar insanı bir tepki olarak ama 1980'de de insanlar Faşist Kenan Evren darbesinden kaçan insanlar Meriç nehrinde boğuluyordu. Yunanlılar açısından olağan bir hale gelmişti. Hatta filmlerde arka dekor olmuştu, olağanlaşmış insan cesedi görünümü. Sürgün edebiyatı zorunlu olarak oluşturulmak durumunda kaldı. Sürgün edebiyatının tabi çok zengin bir Türkiye diasporası var, farklı uluslardan, kültürlerden inançlardan ayrı ayrı, hem birarAda olan hem ayrı olan, kendi içide oluşturmuş gerçeklilikler var. Bunların edebiyata yansıması çok önemli.

ORHAN ÇELİK TÜRKİYE' DEKİ ÖĞRETMEN HAREKATININ BİR PARÇASIDIR



O bakımdan Orhan Çelik arkadaşımıza teşekkür ediyoruz, bir çok sürgündeki yazar arkadaşımız gibi yazarak direnme eylemini sürdürüyor. Ayrıca o bir geleneğide temsil ediyor, çünkü Türkiye'de önemli bir Öğretmen Hareketi vardı, onun parçalarından biri de Orhan Çelik arkadaşımızdır. Gerilere gittiğimizde, Tükiyede'ki 40'lı yıllarda hümanist ve solcu insanların da desteklediği Köy Enstitüler geleneğine kadar gidiyoruz. O hümanist projede, Türkiye'de köy yazarları, köy gerçeklerini anlatan, nasıl ki bir Orhan Kemal işçi sınıfının, tarım işçilerinin, ırgat gerçekliğini yazan bir yazarsa, köy gerçekliğini anlatan yazarlar da, Köy Enstitüleri deneyimleri içinden yetişen birçok yazar var. Fakir Baykurt, Talip Apaydına, Mehmet Başaran, Mahmut Makal'a kadar uzanan ve baktığımız zaman köy gerçekliğini yansıtan bir öğretmen yazarlar kuşağı var.

O gelenek gittikçe daha bir bilinçli sola dönüştü 1968 patlamasıyla birlikte devrimci öğretmen örgütlülüğü de Türkiye'de kitleselleşti, daha sonran ezildi. Onun kurucusu olan Fakir Baykurt'ta, Almanya'da sürgünle tanıştı ve kanserden yaşamını yitirdi. Bunlar ülkedeki yazma direnişinin örnekleridir. Kürt özgürlük hareketinin yükselişine de baktığımız vakit, Kürt aydınlarıda aynı Ermeni aydınları gibi katledildiğini görmekteyiz. 1925'ten başlayarak Dersim soykırımı ile devam eden bir süreç var. 1950'li yılların özgürleşen, liberalleşen döneminde bazı fidelerin yetişmesi ve daha sonra o fidelerin koparılmasını izleyen bir süreç. Tüm bunlardan yola çıkarak yazan tüm arkadaşları kutlamak gerek. Orhan Çelik'i 1984 yılında Ağrı Dağı'nın eteğinde bir öğretmen olarak bir kitap yazıyor. Mütevazi bir duruşla direnişini devam ettirmiş olmasından dolayı ayrıca kutlarım."
şeklinde görüşlerini ifade etti. 



Okuma Akşamı'na Haydar Bakay müziğiyle katkı sundu. Etkinlik Orhan Çelik'in kitaplarını imzalaması ile sona erdi.


Orhan Çelik

1959 yılında Bingöl/Karlıova'ya bağlı Çiftlik Köyü'nde doğdu. 1977'de Karakoçan Lisesini, 1979 yılında Bingöl Eğitim Enstitüsünü bitirdi. Ordu'nun Akkuş ilçesinde, Canik dağları köylerinde dört yıl boyunca öğretmenlik yaptı, Karadeniz Bölgesinin yerel kültürüyle tanıştı. İlk öykü denemeleri de bu dönemde başaldı. Daha sonra Ağrı/Doğubeyazıt'a bağlı Çalı köyünde öğretmenlik yaptı. 1984 yılında ilk romanı, "Büyük Dağda Küçük Köy" yayınlandı. Sonuç: hakkında soruşturma açılması ve sürgün cezası 1988 yılında Konya/Ermenek'e tayin edildi. Toros eteklerinde 8 ayrı yerleşim biriminde öğretmenlik görevini sürdürdü. Kendini bu dönemlerde "gezici öğretmen" olarak adlandıtıyordu. 1993'ten bu yana Almanya'nın Hamburg kentinde çalışmalarınıu sürdürüyor.