İşte Nuray Sancar'ın "Brecht’in dili Nazım’ın şiiri" başlıklı o değerlendirmesi:

Ayaza rağmen üç gün boyunca salonu hiç boş bırakmayan Hamburglulara kitap-edebiyat günleri etkinlikleri, Türkiye’deki ve Almanya’daki gelişmeler hakkında fikir alışverişinde bulundukları bir fırsat sundu. Edebiyatın, sanatın zamandışı mesajları hemen güncel bir içerik kazandılar. Öyle ki Muzaffer İzgü’nün yazdığı savaş-barış temasını işleyen “Sınır” adlı oyunla gerçekleştirilen açılış gecesinde de, oyunun teması herhangi bir zamanda herhangi iki ülkenin sınırında olabilecek olayları işlemesine rağmen sanatçılarla tartışmalar kolaylıkla Ortadoğu’da süren savaş üzerine yoğunlaşabildi.

Asıl iyi olan DİDF’in farklı kesimlerden, kimliklerden ve politik görüşlerden oluşan geniş bir yelpazeyi orada toplayabilmesiydi. Ama herkesin ülkenin geleceği ile ilgili kaygısı ortaktı. Referanduma doğru gidilen bu günlerde bütün dikkatler tek adam rejiminin çerçevesini çizen Anayasa önerisinin geri çevrilmesi için neler yapılabileceğine yoğunlaşmıştı. Bütün yollar bu soruya açıldı; her etkinlik ister istemez bu sorunun yanıtıyla meşgul oldu. Kim ne yapabilir, eller ve güçler nasıl birleştirilebilir; dayanışma daha fazla nasıl geliştirilebilir, nasıl bir söylem ve yöntem kullanılabilir; ortaya çıkabilecek sorunlarla nasıl baş edilebilir sorusu defalarca yanıtlandı. Kısacası Hamburg’da yaşayan Türkiyeli göçmen emekçiler ülkenin kaderine varlıklarıyla odaklanmış durumdalar. Etkinliğe yansıyan da bu oldu. Kaygıyla umut, kaybetme korkusuyla duygusu arasındaki o kısacık mesafede birlikte olmanın, dayanışmanın, yanyana durarak çoğalmanın mümkün olduğunu gösteren bir platform oluşturmuştu DİDF.

Derneğin “ev yapımı” sunumları sadece kadınların özveriyle gerçekleştirdikleri yiyecek menüsünden ibaret değildi. O kadınların bir kısmı sahnedeki koronun bir parçası olarak da göründüler. Üyelerin herbiri göze görünmeyen işleri defalarca yapmaktan, konuklarla tek tek ilgilenmekten, onu oraya, bunu buraya koymaktan yorulmadılar.

Kitaplar imzalandı, sahneden kitaplar okundu, stand önünde birbirlerine son okudukları kitabı tavsiye edenler yenilerinin sayfalarını karıştırdılar. Brecht, sahnede teatral bir gösteriyle seyircinin başının tacıydı. Alman Dieter Mölle Türkçe oyun için sanatçıları kutlarken “Türkçe anlayamıyorum ama bu oyunun mesajını ve ruhunu anladım” derken haklıydı, Almanca bilmeyenler için de Brecht öyle güzel okunuyordu ki anlamak için bu dili bilmek pek de gerekli değildi. Oya Baydar’ın konuşmasının başlığı ise Nazım Hikmet’in bir dizesinden alınmıştı “Akrep gibisin kardeşim.” İki dilin en büyük şairleri, hayatını iki dille idame ettiren göçmen emekçilere yarenlik etmeye gelmişlerdi kolkola.

Brecht’in dilinde edebiyat ve politika Türkçe’nin yanında, içiçe yer aldı. Sadece bu değil; Alevi deyişleri, Kürtçe türküler ve hepsinden önemlisi tek başına hiçbir dile sığmayan ezilenlerin dayanışması DİDF’in etkinliğine damgasını vuruyordu.

Kitap - Edebiyat günlerinden bir sonuç bildirgesi çıkması gerekseydi eğer, üzerinde kısa bir mesaj yer alacaktı: “Kardeşlik dayanışma ve elbette tek adam rejimine Hayır! ”