İlhami Yazgan

Giyim/Kuşamda önemli bir marka olan H&M satış reyonlarını gerilla kıyafetleri ile süslerken, gerilla kıyafetleri Avrupalı kadınlar tarafından gururla taşınıyor.

İnsan kendi kendine sormadan edemiyor. 

Kürtler`in savaşkan ve dirençli duruşları, nereden geliyor? 

Bir çok kişinin bu soruyu kendisine sorduğunu biliyorum. Bu sorunun cevabıyla yıllardır üzerinde çalıştığım tarih araştırmalarında bir çok kez karşılaştım. Evet Kürtler savaşkan bir halk. Bu işin hakkını gerçekten veriyorlar. Tarihe geri dönüp bakıldığında, Kürtler`in savaşkanlığını Türkler de çok iyi bildikleri için Kürtler‘in yanlarında savaşmaları için uğraşmışlar. 

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yavuz`un Şah İsmail`e karşı başarısı Kürt beylerinin verdiği destek sayesinde olmuştur.

Atatürk kurtuluş savaşında en büyük desteği Kürtlerden görmüştür. 

Kuşkusuz önümüzdeki süreçte Kobanè direnişininin edebiyata yansıması mutlaka olacaktır. Ama biz gelin tarihe bakarak bu direnişi biraz anlamaya, hissetmeye çalışalım. Aşağıda verdiğimiz „Botan’ın Yiğitleri“ öyküsü,  Kütler`in Osmanlı ordusunun kuşatması altında verdikleri kahramanlık destanını anlatmakta. Şarkiyatçı Augen PRYM und Albert SOCİN`in 1881 yılında „Sagen und Märchen aus dem Volkşmunde“ adlı çalışmada yayımladıkları bu halk öyküsünü okurken Kobanè‘den yansıyan fotoğraflar ile parelellik kuracaksınız.    
 

Botan’ın Yiğitleri
Botan, gücün ve isyanın simgesi olmuştur. Bağrından nice yiğitler, ölümsüz kahramanlar çıkmıştır. Botan yiğitleri kılıç sallayıp at koştura dursun. Biz dönelim öte tarafa, kulak kabartalım, seslerine ses verelim, bakalım, görelim neler olmuş Botan’da.

Ucu bucağı olmayan bir yerdi Botan. At binip dolaşsan 40 yıl sürerdi. Botan’da yaşayan insanlar, öyle maârif, öyle kudretli, öyle yiğit, öyle direngen diler ki, orada yaşayan yiğitlerin sayısını ancak mevlâ bilirdi. Bir zamanlar adları şanları tüm ülkeye yayılmış Baran ve Barzan adında iki kardeş de  Botan’da yaşıyordu. Evleri göğe varan karlı dağların doruklarındaydı. Berfin adında bir de dünya güzeli bacıları vardı. Dağların karlı doruklarını mesken edinmiş kardeşler, Osmanlı sultanına ayak diriyor, sultanın fermanlarını tanımıyorlardı. Sultanın kapı kulu olan Cizre Beyliği‘ne  yaşamı dar ediyorlardı

Bıkmıştı Cizre Beyliği bu yiğit kardeşlerden. Baş edemez olmuştu. Yine kardeşlerin başkaldırdığı bir dönemde Cizre Beyliği toplanıp karar aldı. Derelerden yel gibi, tepelerden sel gibi akan bir ulakla haber uçurdular sultana. El etek öpüp  huzura çıkan, boynunu kıran ulak anlatı bir solukta olanları. Bire bin katıp; soyguncu, vurguncu, yolları kesen, öldüren, uçan kuştan haraç alan eşkiya diye de de ekledi. Bunu duyan sultan öyle bir gürledi, öğle bir kalktı ki yerinden, yer yerinden oynadı! Vezirini çağırıp, ‘Hazırlayın hemen bir ferman, terk etsinler Botan’ı‘ diye emretti.

Botan’daki evlerini barklarını geride bırakan iki kardeş, dillere destan olan, yürekler hoplatan güzel bacılarını de yanlarına alıp Musul’a göç ederler. Musul’da bulunan Rus şehbenderiyle temas edip, ‘Sultan'a karşı cenk edeceğiz, bize silah temin‘ edin derler. Rus şehbenderi yiğit kardeşin isteğini geri çevirmez. Silahları temin ederler. Baran ve Barzan kız kardeşlerini Musul’da bırakıp Botan’a doğru yola koyulurlar. Cizre’ye geldiklerinde coşkuyla karşılanan iki kardeş Kürt ağalarına haber salıp bir araya gelmelerini isterler. Haberi alan ağalar hemen bir araya gelip büyük bir merakla sorarlar. ‘Bizleri neden topladınız yiğitler?‘

Anlatırlar tane tane ne yapmak, ne etmek, ne eylemek istediklerini. Sultanın zulmünden, özgür yaşamanın yüceliğinden bahsederler. İki kardeşin bu konuşmalarından sonra ağalar kuş gibi uçarlar geldikleri yerlere. Hemen ertesi gün çığırtkanlar, bağırtkanlar düşer yollara. Yediden yetmişe, büyükten küçüğe herkese duyurulur  buyruklar. Atlar çekilip, kılıçlar bilenir. Mavzerler kılıflarından çıkarılıp yağlanır. Cenk buyruğu verilir Botan’da.

Binlerce atlı ve yayadan oluşan silahlı Kürt süvariler Cizre’nin boş alanında toplanırlar kısa zamanda. Tarla, toprak saray, maray, ev, hamam, konak monak ne varsa..... yerle bir edilecektir.  ilk saldırı emri verilir. İlk saldırı hükümet konağına yapılır. Hükümet konağından kaçmayı başaran bir kaç insanın dışında 40 tanesi esir alınıp öldürülür hemen orada. Dağ taş insan sesleriyle inler. Yerde, açıkta derede, tepede, meydanda, konakta başlar bir kovalamaca... Daha sonra bir noktada toplanan Kürt süvariler iki kola ayrılır. Bir kolun başında Baran diğerinde ise Bazan vardır. İki koldan talana devam edilir.

Cizre’yi yerle bir eden Kürt süvariler, atlarını sürerler Midyat’a. Midyat’da taş üzerinde taş komazlar. Şehir yerle bir edilir. Kürtlere direnemeyen sultanın adamları  şehri boşaltırlar. Dağlara doğru kaçarlar. Kürtlerin elinden kurtulabilen bir kaç kişi yalınayak, yarı çıplak düşer yollara. Bir kaç gün yol alırlar aç susuz. Gelirler İstanbul’a... Saç sakal, giyim, kuşam, perişan bir halde, yırtık pırtık elbiselerle çıkarlar sultanın huzuruna. El etek öpüp anlatırlar başlarından geçenleri. Kendilerine yapılan zulmü... Kürtler’in soygununu, vurgununu, yol kesmelerini, bel bükmelerini.... Sultan, sert ve aşık bir yüzle dinler sessizce. Daha anlatılanlar bitmeden yerinden kalkıp gürler vezirine, ‘Toplayın hemen seçme yiğitleri, koyun yola yirmi bin atlı, yirmi bin yaya.‘ diye emreder. Vezir el ayak öpüp koşar komutanın yanına. Hemen toplanıp yola çıkmasını emreder emirkuluna.

Osmanlı askeri yol alıp dursun, biz bakalım Kürtler’in tarafına, onlar ne yapar ne eder bu arada. Sultan'ın Musul’a doğru yirmi bin atlı, yirmi bin yaya askerle yola çıktığını duyan Baran ve Barzan, hemen Kürt süvarileri toplayıp sultan ve askerlerinin yola çıktıklarını duyururlar. Söz ikilenmeden Botan’ı ele geçirmenin verdiği güçle sultanın askerlerine karşı cenk etmek, onları da dize getirmek için Musul’a doğru yola çıkma kararı verirler.  Bir kaç gün yol, konaklama  monaklama derken, eski tarihi kalıntı ve mağraların bulunduğu Nineve Dağı önlerine gelirler. İki taraf birbirleriyle buluşmuştur bir noktada. Hemen cenk edilmez. Sultanın askerleri atlarından inip sultanın çadırını hazırlamaya başlar. Kürtler ise asırlardan beri kendilerini güvenli hissettikleri dağlık ve mağralık bölgeye girip mevzilerini alıp son hazırlıklarını yaparlar.

Ertesi gün güneş doğmadan mavzerler eteşe hazır hale getirilir, kılıçlar çekilip bilenir, cenk buyruğu beklenir. Hücum emri ile mavzerler ateşlenir, kelleler havada uçup toprağa doğru inişe geçerken göz gözü görmez, yeri göğü bir sis, bir duman kaplar. Sultanın askerlerinden akan kan sel olup akar gider. Dağa taşa düşer asker başları. Öyle saldırır ki Kürtler, gökte uçan kuşlar seyre dalar. Gizlendikleri mevzilerden üzerlerine gelen sultanın askerlerini birer ikişer indirirler. Asker ve at kişnemeleri birbirine karışır. Neye uğradığını şaşıran sultanın askerleri geri çekilmek zorunda kalır. Ama geri çekilirken Kürtler’in bulunduğu bölgeyi bir çember halinde kuşatırlar.

Dört ay sürer kuşatma. Boyun eymez Kürtler. Mevzilerini korurlar. Dört aylık kuşatmadan bir sonuç alamayınca sultan komutanlarını çağırıp, ‘Kürtler bize karşı dört aydan beri cenk ediyor. Bunlara dışarıdan yardım da gelmiyor. Erzakları çoktan tükenmiş olması gerekirdi. Ama bu adamlar hala bize karşı direniyorlar. Nasıl oluyor bu? Siz bu kadar mı beceriksiniz‘ diye kızar bağırır komutanlarına.

Sultanın bu konuşması Baran ve Barzan’in kulağına kadar ulaşır. Hemen bir plan hazırlar iki kardeş. Barzan’in dişi atından sağdıkları sütü sultana gönderirler bir elçiyle. Elçi, el etek öpüp verir sütü sultana. Baran ve Barzan‘in selamlarını da ekler ardından. Elçinin getirdiği sütü gören sultan komutanlarına dönüp, ‘‘dört ay oldu bu çapulcu sürüsünü hala dize getiremediniz. Bende erzaklarının tükendiğini zannediyorum. Bakın ve utanın. Adamlar bana süt gönderme cesaretinde bulunuyorlar.  Nedir bu rezillik‘ diye komutanlarına çıkışır, kellelerini uçurmakla tehdit eder.

Efendim biz uzatmayalım sözü…….. Sultanla komutanları arasında bu konuşma süre dursun. Gelin biz Baran ve Barzan’in süvarileri ile neler yapıyor bu arada bakıp öğrenelim.

Baran ve Barzan,  Botan’daki Kürtler’e bir haber uçurup, ‘Dağın altından bulunduğumuz yere doğru bir tüzel kazmaya başlayın. Biz de buradan kazmaya başlıyoruz. Yolu yarıladığımızda dağın tam ortasında buluşuruz. Orta yerde birbirimize kavuştuğumuzda dağın altında gizli bir tünelimiz olur. Bu tünel sayesinde ihtiyacımız olan herşey sağlarız‘ derler. Haber ulaşır ulaşmaz Botanlı Kürtler, tünel kazmağa başlarlar. İki taraftan başlatılan tünel çalışmaları kısa bir sürede sonuçlanır. Dağ dağa kavuşmaz derler. Kürtler, dağları delip birbirine kavuşurlarken sultanın askerlerine karşı, hikaye bu ya üç yıl daha cenk ederler. Üç yıl sonra Kürtler’i dize getiremiyeceğini anlayan sultan vezirini çağırıp, ‘Biz bu Kürtler’i dize getiremiyoruz. Bir elçi gönderip sulh istediğimizi iletin‘ diye emir verir. Vezirin bulduğu elçi hemen giyinir kuşanır elinde beyaz bir bayrakla Kürtler’in bulunduğu yere gider. Sultanın elçisi iki kardeş tarafından konuk edilir, ikramda bulunulur. Bir okka tütün doldurulan lülelerden dumanlar yükselirken gelinir ana konuya.

Elçi, ‘Sultanımız cenke son verip sulh antlaşması imzalamak istiyor‘ der. Baran ve Barzan kendi aralarında yaptıkları kısa bir müzakereden sonra sultanın elçisini dönüp, ‘Sultanın sulh  antlaşmasını kabul ediyoruz ama Osmanlı yiğitlik bilmez, hilesi, yalanı, dolanı boldur, sultanına bunları ilet, biz bu anlaşmayı kabul etmiyoruz‘ derler. Elçi bir solukta koşar gelir sultanın yanına. El, ayak öpüp bir bir anlatır kendisine söylenenleri. Sultan vezire, ‘Git söyle, onlarla benim aramda bir Allah var. Eğer bana güvenmiyorlarsa Allaha güvensinler‘ der. Sultan'dan aldığı emirle doğruca Kürtler’in yayına giden elçi anlatır sultanın istek ve dileklerini. Allahın bir buyruğu olarak kabul görür sultanın bu isteği Kürtler arasında. Elçiye, ‘Tamam sultanın teklifini kabul ediyoruz. Git söyle sultanına yarın sulh antlaşması imzalayalım‘ derler. Elçi, bir solukta kendini sultanın yanında bulur. Anlatır bir bir Kürtler’in sülha evet dediklerini.....

Bir anda herkes duyar haberi. Dağ taş insanla dolar. Davullar zurnalar vurulurken, tutsaklar karşılıklı salıverilir. Koyunlar kesilir, adaklar adanır. Kebaplar sisler yanar. Cıvıl cıvıl olur bir anda cenk meydanı. Sultan,  Kürtler’in gizlendiği Ninova Dağı’ndaki tarihi kalıntı ve mağraları merak edip gezmeye başlar. Uzun bir süre kendilerine karşı koyan Kürtler’in kaldıkları yerleri ilgiyle izler. Uzun zamandan beri kendisini meraktan çatlatan sırrı öğrenmek için sorar, ‘Bize karşı üç yıl dan çok  cenk ettiniz. Ekmek ve sularınızı nereden temin ettiniz? diye. Gelin size gösterelim, dağın altında neler yaptığımızı.‘ diyerek gururla gizli tüneli gösterirler sultana. Yapılanlar karşısında şaşkına dönen sultan, bir süre sessiz bir şekilde sağa sola bakmakla yetinir. Sonra Baran ve Barzan’e dönerek, ‘Demek savaşı kaybetmeniz halinde buradan kaçacaktınız‘ der. Sultan, iki kardeşi ertesi gün çadırında beklediğini söyleyerek ayrılır yanlarından. Ertesi gün sultanın huzuruna çıkan iki kardeş törenle karşılanır. Sultan, iki kardeşe kırk katır, kırk deve yükü mal, para, kumaş hediye ederken , ‘Bundan böyle Kürdistan’ı siz yöneceksiniz‘ der. Sultanın  geriye dönüş emri üzerine hazırlıklar sürerken Kürtler’de dağın altında açtıkları gizli tüneli taşlarla kapatırlar. Botan’a sultandan aldıkları yetkiyle geri dönen iki kardeş, bağırtkanlar ve çağırtkanlarla yediden yetmişe, büyükten küçüğe haber salıp, tüm Kürdistan üzerindeki salahiyeti ellerine aldıklarını, doğumdan ölüme kadar mertlerin, yiğitlerin, doğruların ülkesi olan Kürdistan için çalışacaklarını duyururlar.

Musul’da bıraktıkları kızkardeşleri Berfin’i da yanlarına alırlar.

O günden bu güne Kürdistan’ı yönetenler, hüküm sürenler, at koşturanlar, Baran ve Barzan’ı anmadan, onların ruhuna bir fatiha okumadan işlerine güçlerine başlamazlar, onların isimlerini zirk etmeden geçen güne gün demezler.