Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı romanında , canlı, parlak bir anlatıma sahip bir yazar olan Hugo, toplumsal bir adaletsizliği, yargılama sistemindeki düzensiz yapıyı, bir idam mahkumunun gözünden anlatıyor.

Ölüme en yakın olduğum anları, bu kitapta buldum. Uzun zamandır okumak istediğim bir kitap olduğu için önsöz dahil 4 saatte bitirdim, ancak size tavsiyem sindirerek, karakteri kendinizde hissedeceğiniz ruh halinde okumanız.

Kitabı okurken aklımdan geçen yegane düşünce, ülkemizdeki birçok sapıkça olayın da idamla çözülmesi gerektiğini düşünmek oldu. Meşhur bir atasözü der ki: “İti öldürme, Korkut!” aynı bu hesapta işleniyor kitabımız. 6 hafta boyunca sadece yarım saniye sürecek bir şey için, içten içe kendini tüketmek daha çok koyuyor zanlıya..

Cezanın amacı, suçu işleyen kimseyi bir daha suç işlememesi için ıslah etmektir. Ceza verilirken öç alma duygusuyla hareket etmek çağdaş hukuk düzeninin kabul edebileceği bir şey değildir. Bir suçlu için en büyük ceza vicdan cezasıdır, idam cezası getirerek onu vicdanı ile baş başa bırakarak en büyük cezayı vermek yerine onu bu çileden kurtarmak ona yapılmış en büyük iyilik olacaktır. Vicdanı olsa bu işi yapmaz diye sorabilirsiniz. Fakat, vicdanın olmadığından değil vicdanın üzerinin örtüldüğünden suç işlenir. Cezanın amacı bu örtüyü kaldırmak ve kişiyi vicdanı ile baş başa bırakmaktır.

Osmanlı Devletinde, vezirler, sadrazamlar, devlet adamları umumiyetle boğdurtulurdu. Osmanlı Hanedanı mukaddes sayıldığından hanedan mensuplarının asla kanı akıtılmaz, mutlaka boğularak idam edilirdi. yeniçeriler cellat satırıyla, sıradan şahısların başları kılıçla vurulurdu. Kılıcın tercih edilmesinin sebebi, kılıcın idam edilen kimseye daha az eziyet verdiği, ölümü çabuklaştırdığı varsayımıdır.

Günümüz politikacıları, halkın çaresizliğine gem vurmak adına sık sık meydanlarda “İDAM” goy-goyculuğu yapmaktalar…

Egemen sınıf tarihin her döneminde sınıfsal mücadele vermiş tüm kahramanları, halk önderlerini alay-ı vala ile kent meydanlarında asarak idam etmiş ve bunu aleme ibret misali günlerce teşhir etmiştir. Ancak halk kahramanı devrimci önderler “asılarak” öldürülmeyi bir onur madalyası olarak kabul etmişlerdir. Şarkılar,türküler, destanlar yazılmıştır idam sehpalarında onuru ile ölümsüzlüğe yükselenler için.

Victor Hugo’nun bu kitabını okuduktan sonra yatağımda sırt üstü uzanıp saatlerce yakın tarihimiz de idam edilmiş ve idamla yargılanmış insanları düşündüm. Kimi uğruna ölümü göze aldığı kavgası için kahramanca çıkmış sehpaya tekmelemiş ayakları altındaki tabureyi, kimi ise yağlı ilmik daha boynuna dolanmadan pelvik taban kasları felç olmuş ve altına işemiştir. Böyleleri için “korkudan altına sıçtı” metaforu kullanılır.

Bir kitap analizi yaparken konu yine aldı başını gitti, dostlarım hastalığımın psikolojimde yaptığı bir hasar olarak kabul edin lütfen bu gevezeliğimi.

Kendimi affettirmek için size idam ile ilgili çok sevdiğim bir fıkrayı anlatayım, biraz müstehcen olsa bile güncelliğe uygun düşmesi ile “cuk” oturacak bence. Bu fıkrayı başta samanlık faresi E.Kürkçü olmak üzere tüm dönek “sosyalist” eskisi kapı köpeği yandaş kalemşörlere ithaf ediyorum.

Padişahlık zamanında, bir Elazıg’lı ile bir Erzurum’lu o kadar çok hırsızlık yapmışlar ki, ikisi de tutuklanıp padişahın huzuruna çıkarılmışlar.

Padişah demiş ki: – Size öyle bir ceza vereceğim ki, elaleme ibret olsun ve siz de bir daha yapmayasınız. 
Padişah askerlere dönüp: Elazığlının kellesini vurun! Erzurumluya da sabaha kadar tecavüz edin.

Askerler ikisini alıp götürürler. İki mahkum askerlerin arasında giderlerken, Erzurumlu yol boyunca yanındaki askere dönüp devamlı uyarıda bulunur:
– Asker abi, gurban olam, garıstırmayasın tecavüz edilecek olan benim, asılacak olan o.

(Kaynak: 'Kitaptan Sanattan' Cemal Biçer)