İzmir’in kurtuluşu sırasında yakılması ile ilgili bir arkadaşla tartışıyorduk… Ben kaynak kitapların çok dikkatli okunmasının gerektiğini ifade ederken kendisi tartışmanın sonunda “Dikkatli olup sürekli sorguladığım için bulunduğum noktadayım.” dedi. Kibre bak dedim kendi kendime... Tartışmayı bitirdim ama çok da şaşırdım. Zira sosyal bilimler, tarih vs matematik, fizik gibi değildir. Bir formülle doğru sonuca ulaşamazsın. Araştırmak, incelemek, düşünmek bunları bazen defalarca yapmak gerekir.

Ben “Dikkatli olup sürekli sorguladığım için bulunduğum noktadayım.” cümlesine takıldım. İnsan ilişkileri, aile ve dostluk gibi bağlarının güçleneceği yerde giderek zayıflaması alınan eğitimle de ilgili olsa gerek. Hiç kimsenin birbirini beğenmediği ya da her anlamda birilerine mürit olduğu bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Müritlik, çoğu zaman dini bir kavram olsa da her hangi birine, bir yazara, bir lobiye vs de müritlik derecesinde bağlanılıyor. Bir konuda araştırma yapan insan o konu ile ilgili birçok kaynak okur ve sonunda kendi fikri oluşur. Fikirler de zaman içerisinde yeni doneler elde ettikçe gelişir ve değişir.

12 Eylül olduğunda ben 7 yaşındaydım. Ne olduğunu pek bilmezdim ama duvarlara yazılar yazılırdı. Bizim sokakta yazı yazılmayan tek ev bizimkiydi. Sağcılar da solcular da bir tek bizim evin duvarına yazı yazmamışlardı. Çocuk aklımızla bir hayali dünya yaratıp, silahlı ordular kurardık arkadaşlarımızla. “Benim babamın tabancası senin babanın tabancasından daha büyük!” Oysa ne tabanca vardı gördüğümüz ne de tüfek… Bildiğimiz tek tabanca ve tüfek, gecekonduların arasındaki taş ocağının içinde kovboyculuk oynarken abimin tahtadan yaptığıydı…

Benim büyümem Özallı yıllara denk geldi. Hani devlet yöneticilerinin zenginleri sevdiği, memurların işini bildiği zamanlara…

Bir de “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” derlerdi kimi adamlar. “Haritadan yer beğen kendine!” diye de büyüklüğünü tescil ederlerdi adeta. Ama bunların kim olduğunu, büyüklüklerini bir türlü öğrenemezdik…

Uzun zamandır ise açıklamalarda, ekranlarda, mitinglerde yine en çok duyduğumuz “Sen kimsin?” sorusu oldu. Aslında bir soru değil aşağılama. Ben hepinizden iyi bilirim. Ben hepinizden zekiyim. Ben hepinizden üstünüm. Ben… Ben… Ben…

İşte “Dikkatli olup sürekli sorguladığım için bulunduğum noktadayım.” sözü de bu kibir… Bir tepeden bakma… “Sen kimsin?” in başka versiyonu…

Sadece siyasetin gündemini belirlemiyorlar insanın kibrinin derecesini de belirliyorlar…