AKP ve MHP ikilisi seçimleri kazanabilmek için her yola başvuracağı biliniyor. AKP,  iktidarı elinde tutabilmek adına, daha az maliyetli oldukları için  hırsızlık dahil her türlü hukuk ve ahlak dışı yöntemleri kullanmıştır.  Bu yöntemlerin yetersiz olduğu zamanlarda ve seçimlerde, AKP, çıplak zor uygulamaları  ve katliamlar  yaparak istediği sonucu elde etmeye çalışmıştır. Bugün de benzer bir durum yaşanmaktadır.

Gerçeğin anlaşılmasını kolaylaştırmak için yakın geçmişe kısaca bakmakta fayda vardır.  7. Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olma olanağını kaybeden  AKP,  seçimleri iptal etmiş ve 1. Kasım da yeni bir seçimin yapılmasını dayatmıştır. 1. Kasım seçimlerini kazanabilmek için de o kısacık zaman diliminde Türkiye ve Kürdistan’ın bir çok yerinde katliamlar gerçekleştirilmiş ve böylece seçimin sonucu değiştirilmiştir.     

Bugün de aynı Türk devletinin ve AKP/MHP  çetesinin aynı senaryoyu işletmek istediği  anlaşılmaktadır. Erdoğan/Bahçeli/Soylu/Peker/Çakıcı adlarının, sürekli bir arada anılmasının bir tesadüf olduğunu düşünmek safdillik olur. Bu isimleri bir araya getiren ortak payda, halk düşmanlığı, rant ve statü gaspıdır. Türk devletinin halk düşmanlığına dayalı karakteri, mafyatik güçlerin devletle işbirliği yapmalarına imkan sağlamakta,  bunun karşılığında elde edilen rant ve statü katliamcı mekanizmanın işleyişini kolaylaştırmaktadır.  Türk devleti ile mafyatik çeteleri  kolayca bir araya getiren bu zemindir.  Türk devletinin bütün tarihi bunun örnekleriyle doludur.   

Katliamlarla  ilgili olarak bilinmesi gereken ikinci önemli gerçeklik,  Türkiye ve Kürdistan da yapılan  bütün katliamların  egemen politik güçten, genellikle devletlerden, destek aldıkları gerçeğidir. Türkiye siyasal tarihinde yapılan  katliamlara yakından bakıldığında, bu gerçek ortaya çıkmaktadır. Yani devleti yöneten veya yönetmek isteyen eli kanlı karanlık güçler, yönetim zaafiyeti yaşadıklarında veya yönetemediklerinde, yönetim güç ve olanaklarını artırmak, yönetmeyi kolaylaştırmak amacıyla katliamlara başvurmaktadırlar. Kısacası  katliamlar,  bize anlatıldığı gibi, çeşitli toplumsal ve siyasal farklılıklardan doğan, marazi olgular değildirler.  Tam tersine Türkiye ve Kürdistan da Türk devleti tarafında yapılan katliamlar, toplumsal/siyasal  farklılıkların,  devlet tarafında,  katliam yapmak amacıyla, kullanılmasından dolayı yapılabilmişlerdir.  Hiçbir katliam egemen siyasal erkten bağımsız ele alınamaz. Türk devleti ya katliamların doğrudan örgütleyicisi, yöneticisi ve planlayıcısıdır veya o katliamın olmasının bütün koşullarını yaratan, teşvik eden veya göz yumandır.  Türk devletinin,  dahlinin/etkisinin/katkısının/göz yummasının  olmadığı hiçbir katliam,  söz konusu değildir.

  Türk devletinin tarihinde yapılan katliamlar incelendiğinde, bu gerçek çok somut olarak ortaya çıkmaktadır. Ermeni soykırımı, savaşta yenilen Osmanlıyı kurtarmak için,  Koçgiri katliamı, Mustafa Kemal ve şürekasını süreçte hakim  kılmak için, arkasında gelen Kürt ve Alevi katliamları, Türk devletinin etnik ve dinsel arındırma politikasına uygun olarak, Kürt ve Alevi toplumlarını yok etmek ve ayrıca demokratik toplumsal mücadele dinamiklerini bastırmak için, planlanmış ve pratikleştirilmiş katliamlardır.

  Yani katliamlar,  sanıldığı ve bize söylendiği gibi “bazı hassasiyetlerin kaşınmasından” kaynaklanan,  tahrik edilmiş  katliamcı güruhun yaptığı operasyonlar değildirler.  

 Bu gerçekler ışığında, kısa süre önce Erdoğan’ın kadınların Taksim eyleminde “ezanın ıslıklandığını” ileri süren  açıklamasına bakıldığında, bu açıklamanın salt parti rekabetinden kaynaklanan bir polemik olduğunu düşünmek, fazla safdillik olur.    

  Erdoğan’ın bu açıklaması ve  Erdoğan/Bahçeli ikilisinin kaybetmesine yol açan siyasal gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde,  yapılan bu açıklamanın, katliamcı güçlerin harekete geçirilmesini sağlayan bir amacının olduğu  görülebilmektedir.  Öyle olduğu içindir ki bu açıklamanın hemen ardında  katliamcı mekanizmanın en çok bilinen unsurlarından M. Ağar’ın manevi oğlu olmakla övünen sözde bakan S. Soylu’nun açıklamaları geldi.

Sözde bakan Soylu, “Maraş katliamını da, Çorum  katliamını da çok iyi bildiğini” söyleyerek, konuşmasının devamında,  “toplumun hassasiyetleri olarak Alev-Sünni, Kürt-Türk,  laik-dindar gibi kavramlardan ve bunların kullanılmasının” yaratacağı  katliamlardan söz etmiştir.

  Öncelikle yukarıdan belirtildiği gibi,  toplumun hassasiyetlerini kullanarak katliam yapmak,  Türk  devletin yaptığı bir icraattır, halklar teşvik eden, ortam yaratan egemen siyasal bir güç olmazsa,  farklılıklarından dolayı bir birlerini boğazlamazlar.

  Sözde bakan Soylu’nun Maraş ve Çorum katliamlarının, kimler tarafında, nasıl ve niçin yapıldığını bilmesi, hiç şaşırtıcı değildir. Sözde bakan Soylu, hem manevi babası eli kanlı katil M. Ağar tarafında eğitilmiştir,  hem de zaten devletin yetkilisi olarak katliamcı mekanizmanın içinde yer almaktadır.   Zaten  bunları bildiği,  katliam yapmaya çok istekli, katliamcı bir kişilik profiline sahip olduğu için  bugün bulunduğu mevkide bulunmaktadır.  

  Ancak sözde bakan Soylu’nun yaptığı açıklamanın, Erdoğan’ın yaptığı açıklamanın devamı olarak, yeni katliamlara yönelik bir hazırlığın ifadesi olabileceğini, sadece korku salma amacıyla sınırlı olmayabileceğini, özellikle belirtmek gerekiyor. Yukarıda anlatılanların ışığında  konuya bakıldığında ve Türk devletinin her zor durumda kaldığında,  halkların direnişini normal yöntemlerle bastıramadığı her durumda, katliamlara başvurduğu göz önüne alındığında, bu açıklamaların,  masum açıklamalar olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.    

Bu durumda Erdoğan’ın/ Soylu’nun açıklamaları, arkasında sokakların katiller tarafında işgal edilerek HDP binasına yapılan saldırı, mafya babalarının kısa süre önce yaptıkları açıklamaları, tümü birden yeni katliamların hazırlanıyor olabileceğini düşündürmektedir. Böyle düşünmek, ne bir fantezidir ve ne de  zorlama bir yorumdur.  Tam terine böyle düşünmek, Türk devlet gerçekliğini bilen herkesin, aklına ilk gelebilecek olan gerçekliktir.  

 Bu tespiti yapmak önemlidir, ancak marifet bu değildir.  Katliamların yapılacağını bilerek beklemek veya sesiz kalmak  tam bir aymazlık olur.  Esas veya esaslı iş, olası katliamları en etkili araç ve yöntemlerle püskürtmek ve katliamcılara,  katliam yapma  fırsat ve imkanı vermemektir.

Bu durumda,  bütün toplumu, Türk devletinin katliamlar yapılabileceğine dair   uyarmak ve duyarlı kılmak, ilk yapılması gerekendir. Ancak bu yapılırken toplumu umutsuzluğa sevk eden yaklaşımlar ve ifadelerden kaçınmak çok önemlidir.   Çünkü katliamcıların  da her durumda istediklerini  yapabileceklerini varsaymak, doğru değildir.   

Doğru değildir,  çünkü katliamcılar değil, halklar güçlüdür, ölü seviciler, katiller  değil, yaşamı savunanlar  haklıdır, ve çünkü her koşulda katiller değil,  direnenler kazanacaktır.

İkincisi, katliamcıların başarılı olmaları mümkün değildir,  çünkü bugün Kürt halkı başta olmak üzere toplumun önemli bir kısmının,  örgütlü bir gücü ve mücadelesi bulunmaktadır. Devrimci örgütlülükler var olduğu  ve mücadele devam ettiği sürece  katliamcılar  değil, halklar kazanacaktır.