Kuzenim Ressam Nesrin Demirel bana penceresinden cep telefonuyla karelediği iki kısa video yolladı. Arabalar yaya yolunu kapatmış. İnsanlar arabaların su akıntısı gibi sürekli gittiği yolda kimi kollarını sallaya sallaya, kimini de elleri ceplerinde yürüyor. Ne karşıdan, ne de arkadan gelen arabalara aldırıyorlar. Ancak aynı caddede bir balkonun demirliklerine konan bir karga çevresini gözlüyor# kimsenin olmadığını anladığı an balkonda bulunan masaya uçuyor ve orada bir parça ekmek alıyor, çatıya uçuyor. Karga aldığı ekmeği yedikten sonra gene önce balkon demirliğine konuyor. Çevresine bakıyor. Kendisini sağlama aldıktan sonra balkonda bulunan masadan gene bir parça yiyecek alıyor ve çatıya uçuyor. 

Bir kaç yıl öncede Almanya’da arkadaşım olan Maraşlı Hacı İstanbul Zeynep Kamil hastanesinin yakınında bulunan evlerinin bahçesinde bir araya gelen yüzlerce karganın fotoğraflarını göstermişti. Bu kargalar bahçenin üstünde bir topaç gibi kanatlarını çırparak dönüyorlar. Çığlık atıyorlar. Sürekli birkaç tanesi odanın camını gagalarıyla tıklıyorlar çığlık atıyorlar. Nedendir bu kargaların çığlığı, durmadan cama vurmalarının gerekçesi?  Bir karga yavrusu bahçelerine düşüyor Hacı’nın ablası olan Nazlı Hanım onu alıyor içeride beslemek istiyor. Ama yavru karganın annesi çığlıklarla kendisini sürekli çama vuruyor. Yüzlerce karga toparlanıyor anne kargayı çığlıklarıyla destekliyorlar. Yavru kargayı aldıktan sonra hepsi birlikte dağılıyorlar.
 

Kuzenim Ressam Nesrin Demirel’den bu kareyi aldığım gün akşam haberlerinde de dünyamızda yaşayan halkların Akdeniz ve çevresinin turizm merkezi olarak bildikleri Antalya’da, bir kadıncağız trafiğin çok işlek olduğu bir caddenin ortasına uzanmış. Sarılık hastalığından mı, kalp krizinden mi, uyuşturucudan mı nedenini bilen kimse yok. Kimse yardımına koşmuyor. İki polis geliyor, yerde yatan kadına ellerindeki cop ve tekmelerle vuruyorlar. Kadın ayılıyor cop ve tekmelerin darbesiyle ama yerde kalkamıyor. “Vurmayın, vurmayın” diye çığlık atıyor.

Bu davranışların üçünü bir kareye alarak düşünelim. Türkiye halklarıyla dünyanın en yardım sever, misafir sever, kurallara, gelenek ve göreneklere saygılı olarak bilinirdi. Bu nedenle olacak ki Türkiye 1980 sonra kapılarını turizm’e açınca kapılarını her yıl milyonlarca insan tatillerini Türkiye’de geçirmeye başladı.

Ben bunları düşünürken gene bu akşam Almanya haberlerinde bir gazeteci olan Meşale Tolu üç yaşındaki çocuğuyla doğduğu yer olan, bütün akrabalarının bulunduğu Türkiye’ye tatile gidiyor. Dönerken havaalanında polisler alıyor. Üç yaşındaki çocukla birlikte aylardır cezaevinde halen mahkemeye çıkarılmamış. Ve serbestte bırakılmıyor. Tutuklanmasının nedeni haberden verilen bilgiye göre, Türkiye’nin yasakladığı bir sol grubun düzenlediği bir yürüyüşüne katılanlar arasında fotoğrafı varmış. Bu bir gazeteci, aşırı, sol grupların bulunduğu alana da gider, aşırı sağ grubun bulunduğu alanlara, düğünlerin, depremlerin bulunduğu alanlara da gider, gitmesi gerekir.

Kısacası nerede haber yapılabilinecek bir şey varsa oraya gider. Yoksa doğru bir haberi nereden alacak ve kitlelere ulaştıracaktır. Türkiye‘yi sevmiş olmalı ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkmamış. Burada gazeteci anne Meşale Tolu’dan ziyade acı çeken, çektirilen üç yaşındaki çocuktur.  Üç yaşındaki bir çocuğun ceza evlerinde kalmasına se çıkarmayan bir toplumun üyeleriyiz.

Aynı akşam TV haberleri Irak ve Suriye topraklarından cenazeleri gelen gençlerin annelerin çığlıklarını verdi.  Bu gençleri öldürmeye ve ölmeye gönderenlere karşı sessiz kalan toplumu düşündüm. Ve sonra bir yavruyu kurtarmak için toparlanan, onu kurtarmak için mücadele eden kargaları düşündüm… 

Biz toplum olarak yavrularımızın yaşaması için kargalar kadar bile neden duyarlı olmadığımızı üzerinde düşündüm ve Alman şairi Bertoldt Brecht’in bu dizeleri aktı dudaklarımdan.
 

 "Haksızlığın olduğu bir kentte suskunsa toplum, gün akşam olmadan yansın, kül olsun o kent…“