Geçen haftaki köşe yazımızda F. Alman emperyalizminin iç politikada normalleşmeye gereksinim duyduğunu vurgulamıştık. Güncel meydan okumalar F. Alman egemenlerini buna zorluyor. Netice itibariyle emperyalist-kapitalist dünya düzeninin içinde bulunduğu hegemonya krizi ve Ümit Akçay’ın yazdığı gibi, »öngörülebilirlik ufkunun daralması« emperyalist güçlerin oluşturduğu cephenin iç çelişkilerini derinleştirmekte ve çıkar çatışmalarını körüklemektedir (Konuyla ilgili olarak Ümit hocanın »küresel ara rejim« başlığıyla kaleme aldığı güncel yazılarını okurlara özellikle önermek isteriz).

Dünya çapındaki gelişmeler ve çoklu kriz ortamları, emperyalist güçler arasındaki ihtilaf ve çelişkileri daha çok ayyuka çıkartıyor. Nihâyetinde bu çelişkiler emperyalist ülkelerin içinde de derinleşiyor, çünkü herhangi bir emperyalist ülkedeki egemen sınıflar da homojen bir blok oluşturmuyorlar. Örnek vermek gerekirse; F. Almanya askerî-sınaî kompleksi Rusya’ya karşı yaptırımcı politikaları savunurken, Doğu Avrupa ve Rusya’ya ihracat yapan sermaye fraksiyonları Rusya politikalarında gerginleşme yerine, işbirliği ve denkleştirme çizgisinin hakim olmasını istiyorlar.

1945 sonrasında ABD’nin hegemon güç rolünü kabullenen ve bağımsız bir yol izlemeyen F. Alman tekelci burjuvazisi, bugün ülkenin artan ekonomik gücünün ve derinleşen hegemonya krizinin cesaretlendirmesiyle ABD emperyalizminden daha özerk bir konuma gelmeye çabalıyor. Özellikle 2013’den sonra F. Almanya dış politikasının saldırganlığını artırması bu çabaların bir sonucudur. NATO’ya »Almanya’nın güvenlik çıkarlarını koruyan ittifak« gözüyle bakan F. Alman emperyalizmi hâlihazırda Rusya’ya karşı ikili bir strateji izliyor: Rusya’yı hem AB politikalarına eklemlemeye çalışıyor, hem de Rusya’yı etki alanını daraltarak sınırlamaya çabalıyor. Bu strateji ve akabinde ülke içerisinde yaygınlaşan Rus karşıtlığı, burjuva medyasındaki yaptırım talepleri ve Rusya sınırına Federal Ordu birliklerinin konuşlandırılmasıyla artan gerginlik, F. Alman burjuvazisi içindeki çelişkileri körüklüyor.

Trump’ın ABD başkanı seçilmesi ve ABD’nin korumacı politikalara yönelmesi, F. Alman »savunma« giderlerinin artırılmasını ve Federal Ordunun ihtilaflı coğrafyalarda »Batı’nın değer ve ilkelerini korumak« gerekçesiyle daha fazla »sorumluluk üstlenmesini« çoğunluk toplumuna kabul ettirmek için kullanılıyor. Sağ popülizmin güç kazanması da bu çabaları destekleyici bir faktör hâline geliyor. Zaten F. Hükümet silahlanma harcamalarını yurt içi GSMH’nın yüzde ikisine çıkartmak için çoktan düğmeye bastı bile.

Ancak tüm bu çabalar, silahlanma için yılda 600 milyar Dolar’dan fazla bir bütçeye sahip olan ABD’nin gerek askerî, gerekse de iktisadî açıdan uzun bir süre daha emperyalist cephenin öncü gücü kalacağı gerçeğini değiştirmiyor. O nedenle F. Alman tekelci burjuvazisinin dünya çapındaki yayılmacı çıkarlarını kollamak ve özerk konuma gelebilme yolunda ileri adımlar atabilmek için uzunca bir süre daha ABD’nin hegemon güç rolünü kabullenmek zorunda kalacağını öngörebiliriz. Ne yazık ki F. Almanya’da tekelci burjuvazi içindeki çelişkileri derinleştirip, emperyalist hırsları geri püskürtebilecek bir sınıf hareketi henüz ufukta görünmüyor.

14 Ekim 2017