Türk devletinin tarihsel oluşum sürecinde Enver Paşa'nın önemli ideolojik- siyasal bir rolünün olduğu bilinir. Daha doğrusu İttihat ve Terakki Fırkası'nın zihniyetiyle Türk devletinin oluşum süreci arasındaki kopmaz bağ çok sık vurgulanır.

Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Fırkası, Osmanlı'nın tarihsel çöküş yaşadığı koşullarda bir darbeyle iktidarı ele geçirmişlerdi. İTF, özgürlük arayan bütün ulus ve inanç temsilcilerinden oluşan bir yapı olarak yola çıkmıştı. Ancak ilk başlarda izlenen prağmatik ve sahte özgürlükçü tutum, uzun sürmemişti. İTF'nin hakimiyetini ele geçiren Enver, Talat ve Cemal Paşalar, bir darbeyle Osmanlı iktidarını gasp etmişlerdir. İTF, bu süreçten kısa süre önceden başlayarak ırkçı, savaşçı ve katliamıcı bir çeteye dönüşmüştür .

Enver Paşa, oldukça iddiali bir Türkçü/ırkçı olarak 'bir Türk'ün dünyaya bedel olduğunu' sanmış, daha kötüsü de buna inanmıştı Kaybedişinin nedeni olarak Osmanlı hanedanının daha az Türkçü olmasını ileri sürüyor, bundan dolayı ırkçılığa daha sarılıyordu. Osmanlının kaybetmesini hazm edememiş, yeniden ve daha güçlü bir Osmanlı -Türk devleti oluşturmaya yönelmişti.

İTF şurekası, iktidara geldiğinde, Osmanlı İmparatorluğunun yaşadığı tarihsel çıkmazı aşabilmek için, ırkçılığı temel teorik dayanak yapmıştı. İTF çetesi, ırkçı politikalarla Osmanlının denetimi altındaki bölgeleri korumayı, kaybedilen alanları tekrar alabileceğini umuyordu. Bu amaçla pay kapabileceğini sanarak Alman devletiyle birlikte 1. dünya paylaşım savaşa girmiştir.

Enver Paşa ve İTF, içerde izlediği katliamcı politikasını, savaş ortamını da fırsat bilerek, hayata geçirmiştir. Bu toprakların kadim halklarından Ermenilere ve diğer gayri müslim halklara karşı uygulanan soykırım, bu politikanın sonucu olarak pratikleştirilmiştir.

Enver Paşa ve İTF çetesi, içerde Ermeni ve gayri müslim halklara uyguladığı bu soykırım esnasında ,Rus Ordusuyla giriştiği savaşa devam etmekteydi. Ermeni halkına yaşatılan soykırım, sürdürülen savaşın 'cephe gerisini sağlama almak' gerekçesine dayandırılmıştı. Böylece 'içerde katliam dışarı da savaş' sürdürülmüştür. Bu yolla aynı anda içerdeki halkların 'ihanet' ettiği yalanıyla halklar arası düşmanlıklar körüklenmiş, büyütülmüştür

Enver Paşa, bu savaşta Anadolu halklarının 90 bin genç evladını Sarıkamış dağlarında 'donarak' ölüme sürüklemiştir. Sarıkamış'ta halkların 90 bin genç evladını bu 'soğuk' ölümle katledenler, o günden beri Sarıkamış'la ilgili uydurulmuş ırkçı, sözde 'kahramanlık' hikayeleriyle halkların gözünü boyamaktadılar. Onlar sahte 'kahramanlık' hikayeleri anlatırken, halklar, yüzyıldır yürek sızlatan türküleriyle, mezarsız evlatlarını anmaktadırlar.

Enver Paşa ve İTF şürekasının sürdürdükleri, 'dışarıda savaşçı içeride katliamcı' politikalarının sonucunda Osmanlı imparatorluğu kurtulmamış, tam tersine dağılmış ve Enver Paşa ekibiyle birlikte büyük ve trajk bir yenilgiye uğramıştır. (Enver Paşa buna rağmen o denli ırkçı ve prağmatik bir dünyaya dahildi ki bu yenilginin yarattığı sonucu değiştirmek amacıyla, Orta Asya'daki Türklerle ilişki kurmaya, onları örgütleyip harekete geçirmeye çalışmıştır.)

Enver Paşa'nın bu ırkçı, savaşçı ve katliamcı politikalarını daha sonra devralan ve devam ettiren Kemalistler, İttihatçıların devamı olarak kabul edilirler. Gerçek te böyledir. Böyle olduğu içinde Kemalistlerle Enver Paşa eş tutulur, sık sık benzer politika ve uygulamalardan örnekler verilir.

Buna rağmen Kemalistler, belki de Enver Paşa'nın yaşadığı sonuçtan da etkilenerek bazı konularda farklı, daha faydacı davranmak zorunda kalmışlardır. Bu anlamda iç politikada Enver Paşa'nın ve İTF'nin izlediği 'katliamcı' politikalarını aynen sürdürmüşlerdir. Buna rağmen dış politikada Enver Paşa'nın sürdürdüğü 'savaşçı' politikanın, kolay olmadığının farkındaydılar. Osmanlı'nın kaybettiği toprakları almaya çalışmanın, başka bir ülkeyle savaşa girmenin mümkün olmadığını görmüşler ve bundan ısrar etmeyerek, bu politikayı değiştirmek zorunda kalmışlardır. Böylece Kemalistler, Osmanlı'dan kalanla yetinerek Türk devletini oluşturmuşlardır.

Kemalistlerin böyle bir politik değişiklik yapmak zorunda kalmalarının bir çok nedeni olabilir. Bu nedenlerin ikisi çok belli ve belirleyicidir. Birincisi vahşice uygulanan Ermeni soykırımı, ikincisi paylaşılmış Kürdistan ve özgürlüğü elinden alınmış olan Kürtlerdir. Bu iki sorunun yarattığı basınç Türk devletinin kurucuları olan Kemalistleri, başka ülkelere savaş açmaktan alıkoyuyor, korkutuyordu. Böylece Kemalistler, İTF çetesinden değişik bir politika izlemek zorunda kalmışlardır.

Kemalistler, Enver Paşa'dan ve İTF'den farklı olarak izledikleri bu politik değişikliği, ikiyüzlü bir biçimde, 'yurtta sulh cihanda sulh' diye bir sloganla formüle etmişlerdir. Bu sloganı dış politikanın merkezine oturttuklarını ve buna uygun davrandıklarını iddia etmişlerdir. Ancak Kemalistlerin bu sloganı kaba prağmatik bir biçimde değerlendirdiklerini de belirtmek gerekir. İşlerine geldiğinde 'sulh' çu(barışçı) gibi davranmışlar, ancak fırsat ve imkan bulduklarından da her türlü savaşa girmekten ve başka ülkeleri işgal etmekten geri kalmamışlardır. Hatay'ın gasp edilmesi Kemalistlerin hiç te 'sulh'tan yana olmadığının, fırsatlar oluştuğunda işgalcılık yapabileceğinin açık bir göstergesdir. Kıbrıs'ın işgal edilmesi de Türk devletinin fırsat bulduğunda nasıl işgalcı olabileceğinin ayan beyan görülmesidir. Batum sorunundan ise Kemalistlerın 'sulh'u, yani barış ortamını, barışçı oldukları için değil, sadece kendilerinin kazanımları için kullandıkları anlaşılmaktadır. Aslında bütün bu örnekler Türk devletinin savaşçı politikalardan esas oalrak vazgeçmediğini, farklı versiyonlarla savaşçılığı devam ettirdiğini ortaya koymaktadır.

Kemalistlerle İttihatçıların birbirininin devamı olmalarına rağmen birbirinden bu yönüyle farklı bir politika izledikleri özellikle gözlerden kaçırılmamalıdır. Ancak bu gün Erdoğan'ın izlediği politikalarla Kemalistlerin politikası terkedilmiş, yerine Enver Paşa'nın saldırgan politikası yürürlüğe konmuştur. Kemalistlerin dış politikada izlediği, 'yurtta sulh cihanda sulh' diye ifade edilen, fırsatlara bağlı olarak savaşçı olabilen politika, terkedilmiştir. Erdoğan'ın yönettiği Türk devleti, yine Erdoğanın mahkum ettiği çıkmazlardan bu politikaalrla çıkamamaktadır. Bunun yerine Enver Paşa'nın ve Osmanlı'nın işgalcı, ilhakçı politikası güncellenmiş, yürürlüğe konmuştur.

Bugün yaşanan gelişmeler, Erdoğan'ın savaşçı-katliamcı politikalarının siyasal hayata yansımaları olarak görülmelidir. Çok net olarak görülmekte ve anlaşılmaktadır ki Enver Paşa'nın ve İTF'nin yüz yıl önce izlediği savaşçı ve katliamcı politikalar, bütün boyutlarıyla yaşanmaktadır. Bugünün yokedilmesi gereken Ermenileri Kürtler ve Alevilerdir. Bugün savaş ilan edilecek ve toprakalrı gasp edilecek olanlar, Kürtlerdir. Enver Paşa'nın izlediği ve sonu hüsranla biten savaşçı-katliamcı politika, Erdoğan tarafında güncellemiştir. Erdoğan, dış politikada savaşçılığyla, iç politikada katliamcılığıyla bugünün Enver Paşa'lığını yapmaktadır.

Erdoğan, bu gün aynı Enver Paşa'nın yaptığı gibi, içerde yaptığı katliamlarla birlikte, ırkçılık zehiriyle zehirledikleri Anadolu halklarının çocuklarını, Kürdistan'ın fethi için savaşa sürmeye hazırlanmaktadır.

Erdoğan'ın böyle olmadığını düşünenler şunu unutmamalıdırlar. Politika insanların bireysel tercihleriyle belirledikleri bir durum değildir. Politikada aktif politik uygulayıcı veya bu anlamda misyon sahibi olanlar politik bir sisteme dahil olmak ve bu politik sisteme göre davranmak zorundadırlar. dolayısıyla sorunu erdoğanın kişisel tercihleri üzerinde açıklamaya anlamya çalışmak yanlış sonuçlara götürecektir. hoş Erdoğan'ın ırkçı faşist ve gerici poşitkaalrdan uzak olacağını düşünmek için de hiç bir neden yoktur.

Erdoğan ırkçılığın, savaşçı ve katliamcı poliitkanın en kanlı halini uygulamaktadır. MHP ile kurulmuş olan ittifak bunun göstergesi ve sonucudur. CHP'ye karşı izlenen saldırgan politikaya karşı CHP'nin hiç bir güç olamaması bu politikanın sonucudur. Erdoğan, IŞİD'çilikle ırkçılığı birleştirerek gerçek anlamda Türk-İslam sentezini politik bir program olarak uygulamaktadır. Erdoğan'ın Türk devletinin klasik çizgisinin savaşçı ve katliamcı noktalarını daha belirgin kılması, Erdoğan'ın ittihatçılığın güncel versiyonunu uygulamaya çalışması olarak görülmelidir.

Kuvvetle muhtemeldir ki Erdoğan'ın sonu da Enver Paşa'nın sonu gibi olacaktır. 'Tarih tekerrür etmez', yada 'aynı suya iki defa girilmez', bunlar doğru. Ancak bu belirlemelerle anlatılan ayniyetlerdir. Her benzerlik ayniyet değildir. O nedenle tarihte birbirinin aynısı olmayan, fakat birbirine çok benzeyen sonuçlar yaşanabilmektedir. Erdoğan'ın da özendiği Enver Paşa'nın yaşadığına benzer bir sonuç yaşayacağını söylemek hiç yanlış olmayacaktır. Tarihte zulüm hep kaybetti, direnenler kazandı.