İlk sayısı Eylül ayında okuyucuyla buluşan YOL dergisinin ikinci sayısı çıktı. İlk sayıda 10 bin baskı adedine ulaşan dergi, yeni sayısında 15 bin baskı yaptı.

Türkiye’de ve dünyada yaşanan siyasal gelişmelere ilişkin tartışma ve görüşlere yer verilen dergide, dikkat çeken bir analiz yazısı yer aldı. “Liberalizm, Kimlik Politikaları ve Sol Hareketler” başlığını taşıyan yazıda, Kürt hareketinin fikri ve örgütsel konumlanışı ile liberal politikalar arasındaki bağın yanı sıra sol hareketin Kürt hareketi ve liberalizmle ilişkin yaklaşımındaki temel hatalar eleştirildi.

Yazıda, "Bu dönemde solu hareket edemez hale getiren bir diğer çok önemli faktör PKK, PYD gibi Kürt örgütlerinin Suriye’de ABD ile geliştirdikleri ilişkilerdi" ifadeleri yer alırken, "Bütün bu sürecin sonunda Türkiye solu bu gelgitler içinde salınırken, bu yolda yürütülen bütün çabalara karşın bağımsız bir birleşik devrimci hareketin yeterli bir gelişme sağlaması mümkün olmadı. Dolayısıyla ülkenin içine sürüklendiği karşı devrimci saldırı dalgasını geriletmek de durdurmak da mümkün olmadı" denildi.

YOL dergisinin ikinci sayısında yer alan “Liberalizm, Kimlik Politikaları ve Sol Hareketler” başlıklı yazının ilgili kısmı şu şekilde:

"Türkiye solu, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı kendi sorunlarını atlatamadan iki temel sorunla yüz yüze kaldı. Bunlardan birincisi Özal dönemiyle büyüyen liberalizmin ideolojik saldırısı ve yine sosyalist olarak adlandırılan ülkelerin umulmadık bir hızla çöküşüydü. Bu 'çifte yenilgi' sosyalist fikirlerin dünyada ve Türkiye’de hızla inandırıcılığını yitirmesine yol açtı.

Sosyalizmin tarihsel bir döneminin sona erişi bir dolu ideolojik ve teorik sorunu anahtar sorun haline getirdi. Yeni bir sosyalist anlayışın kendi sorunlarıyla boğuşurken önüne çıkan temel problemlerden birisi de sol saflarda etkisini hissettiren ‘yeni moda’ liberal fikirlerdi. Örgütlü her türlü mücadeleyi mahkum eden, sosyalizm gibi toplumsal kurtuluşu hedefleyen düşünceleri ilkel, modası geçmiş fikirler olarak sunan bir düşünsel iklim egemen hale getirildi.

Özal döneminde pompalanan ‘kendi devrimini kendin yap’ türünden bir 'bireysel kurtuluş' felsefesi sol saflarda 'birey olamamak', hayatı ıskalamak, örgütlü olan her şeyin bireyi ezdiği vb. safsatalarla adım adım geliştirildi. Bu yeni kültürün taşıyıcıları ise sol-sos- yalist saflardan devşirilen gazetecilik, reklamcılık vb. işlerle uğraşan kişilerdi. Nokta, Sokak vb. gazete ve dergiler önce kaba saba bir sosyalist militan ya da örgüt karikatürü çiziyor ve bütün tarihsel bağlamından kopartılmış,saçmaya indirgenmiş bu karikatürün eleştirisi üzerinden de liberal fikirleri piyasaya sürüyorlardı.

Bu magazinsel-popüler fikirlere teorik planda sosyalizmin yerine ikame edilen başta etnik politika olmak üzere kimlik politikası eşlik ediyordu. Bütün sınıfsallığından koparılan dinsel, etnik, cinsel vb. kimlikler eklektik bir bi- çimde post-modern bir bakış açısıyla birleştirilerek 'yeni' diye sunuluyordu. Post-modernizmin büyük anlatıların sonu diye hedef aldığı şey, esas olarak sosyalist fikirlerdi.

Liberalizmin etkisi kitlesel düzlemde değil ama 'düşünsel' düzlemde belirleyici oldu. Özellikle siyasal İslamın iktidara gelmesi, düşünsel planda güçlü bir ideolojik liberalizm desteğiyle mümkün olabildi. Cumhuriyet rejiminin, ulus devlet inşa edilirken gündeme gelen laiklik dahil bütün uygulamaları hedef tahtası haline getirildi.

Kürt sorununu bütün toplumsal ve konjonktürel bağlamından kopararak etnik bir kimlik sorunu olarak sunan liberallerin siyasal İslama karşı bakış açıları bu süreçte Kürt hareketiyle ortak bir zemin buldu. AKP iktidarı bir yandan ilerici, devrimci olan her şeye saldırır ve neo-liberal sınırsız sömürü politikalarının taşeronluğunu üstlenirken, aynı zamanda gündeme gelen Kürt sorununa ilişkin'çözüm süreci' de Kürt hareketiyle liberallerin daha fazla yakınlaşmasına yol açtı.

Kürt Hareketinin Açmazları ve Sol Hareketler

Kuşkusuz bu dönemin en kritik eşiklerinden biri, Kürt hareketinin ve liberallerin yeni bir rejimin kuruluşu için kilit önemdeki 12 Eylül referandumu karşısında takınmış oldukları tutumdur. Liberaller 'yetmez ama evet' politikasıyla yeni rejimin kurulmasının 'düşünsel' kolaylaştırıcısı olurlarken, Kürt hareketi çözüm süreci bağlantılı bir boykot politikası geliştirerek siyasal İslamın önünü açmayı tercih etti. Sonrası malum; bu sayede elde edilen güçle yeni bir İslamcı devlet inşasına hız verilirken ortaya çıkan siyasal İslamcı kliklerin iç kavgası ve 15 Temmuz kanlı darbe girişimi... Bir yandan kaybedenler tasfiye edilirken, diğer yandan çözüm süreci rafa kaldırılarak hendek savaşlarıyla birlikte Kürt hareketinin yanı sıra bütün ilerici, demokratik, emekten yana güçlere yönelik tutuklamalar, tecrit ve baskı politikaları yoğunlaştırılarak, yeni rejim yoluna devam etti.

Bu dönemde solu hareket edemez hale getiren bir diğer çok önemli faktör PKK, PYD gibi Kürt örgütlerinin Suriye’de ABD ile geliştirdikleri ilişkilerdi. ABD emperyalizminin bölge politikaları çerçevesindeki sıkı ilişkiler içinde kazanılan mevziler 'Kürtlerin zamanı' olarak sunulurken, değişen emperyalistler arası dengeler yeni durumların ortaya çıkmasına yol açtı. Kuzey Irak’ta devreye sokulan referandumun Kürtlerin mevzi kaybetmesiyle sonuçlanması, Afrin’den çekiliş, Rojava’da PYD militanlarına ABD askerleri tarafından eğitim verilmesi, IŞİD karşısında gösterilen direnişlerle kazanılan prestijin yitirilmesine yol açtı.

Bütün bu sürecin sonunda Türkiye solu bu gelgitler içinde salınırken, bu yolda yürütülen bütün çabalara karşın bağımsız bir birleşik devrimci hareketin yeterli bir gelişme sağlaması mümkün olmadı. Dolayısıyla ülkenin içine sürüklendiği karşı devrimci saldırı dalgasını geriletmek de durdurmak da mümkün olmadı.

Sonuç ortada, artık mezhepçi-İslami referanslara dayanan bir tek adam rejimi altında yönetilen, kayyumlarla, baskı, tehdit ve tutuklamalarla bütün muhalefetin baskı altında tutulduğu, özgürlüklerin kısıtlandığı, yapılan bütün hataların bedelinin yoksul halklara ödetildiği bu karabasanın içinden çıkmak için çare arıyoruz.

Oysa meclisin ve meclisteki muhalefet partilerinin misyonlarının büyük ölçüde sınırlandığı bu koşullarda da çare kendimizde..."