Duruşma 11 Mayıs'a ertelendi. 

Davaya TBMM, Başbakanlık, CHP ve MHP müdahil oldu.

İhtilalle ilgili MİT'e bilgi sorulacak.

Tutuklama talepleri reddedildi.

Sanıklar hakkında yurtdışına çıkış yasağı getirildi.

SAVCI TUTUKLULUK TALEBİNİN REDDİNİ İSTEDİ

12 Eylül Davası'nda görüşü sorulan Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin, müdahillik taleplerinin kabulünü,  ve 'nın tutuklanması taleplerinin ise ''sağlık durumları ve yaşlılıkları gözetildiğinde, daha önce verilen adli kontrol kararı yeterli olduğu'' gerekçesiyle reddini istedi.

Duruşmanın öğleden sonraki bölümünde, Cumhuriyet Savcısı Çetin'den görüşü soruldu.
Savcı Çetin, davaya müdahillik talebinde bulunan kamu kurum ve kuruluşları, özel kurum ve kuruluşlar, bunların temsilcileri ve gerçek kişilerin yargılama konusu eylemden ve sonuçlarından zarar görme ihtimalleri bulunduğu gerekçesiyle, müdahillik taleplerinin kabulüne karar verilmesini istedi.

Ceza usul kanununa göre, yargılamada istenilen amaca tutukluluk dışında bir tedbirle ulaşıldığı takdirde, sanıklar hakkında tutuklama kararı verilmemesi gerektiği yönünde düzenleme bulunduğunu ifade eden Çetin, sanıkların sağlık durumları ve yaşlılıkları gözetildiğinde, daha önce verilen adli kontrol kararının yeterli olduğu görüş ve kanaatinde olduğunu bildirdi ve tutuklama isteklerinin reddini talep etti.

Ancak sanıkların savunmalarının alınmasına yönelik olmak üzere, duruşmada hazır bulunmaları halinde sağlıkları açısından hayati tehlike oluşturup oluşturmayacağı konusunda İstanbul Adli Tıp Kurumu'ndan rapor aldırılmasını isteyen Çetin, duruşmada tanıklık yapacaklarını belirten kişilerin tanık olarak dinlenmek üzere davetiye çıkarılması talebinde bulundu.

"SEDYEDE DAHİ OLSALAR..."
Avukat Hasan İlter, darbe öncesinde Merkez Bankası kasalarında 170 ton altının bulunduğu bilgilerinin olduğunu ve bu konunun araştırılmasını istedi. İlter, Evren ve Şahinkaya'nın sedyede dahi olsa h'kimin karşısına çıkarılması gerektiğini ifade etti. 

Kenan Evren'in avukatı Bülent Hayri Acar, yazılı beyanlarını aynen tekrar ettiğini ifade etti. Müvekkili hakkında adli kontrolün devamına ve tutuklanmasının reddine karar verilmesini isteyen Acar, müvekkilleriyle ilişkisinin davayla sınırlı olduğunu belirtti. Acar, "Müvekkilin ne şekilde dinlenmesi gerektiğini daha öncekileri tekrar ediyoruz. İlkesel olarak aldığım davalarda müvekkillerin basına açıklama ve demeç vermelerini, bilgim dışında uygun görmemekteyim. Bu davada da bu ilkeye uyulmuştur. Müvekkilim herhangi bir şekilde açıklamada bulunmamıştır. Basında yer alan ler gerçeği yansıtmamaktadır." diye konuştu. 

3. DURUŞMADAN DETAYLAR

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 3. duruşmasına, iddianamede adı geçen ''mağdur ve müştekiler'', katılma talebinde bulunanlar, avukatlar ve izleyicilerle basın mensupları alındı. Duruşmada, müdahil olma talebinde bulunanların beyanlarının dinlenmesine devam edildi.

Mahkeme Başkanı Süleyman İnce, Ankara'da daha büyük bir duruşma salonunun bulunup bulunmadığına ilişkin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazılan müzekkereye cevap geldiğini bildirdi.
İnce, cevaba göre, Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü yerleşkesinde 2 ayrı duruşma salonunun bulunduğunu, büyük olanının, sanık kapasitesinin yüksek olduğunu ancak seyirci ve müdahil olma talebinde bulunanların oturabileceği bölümün küçük olduğunun tespit edildiğini belirtti.

İbrahim Tunç, kardeşleri Mustafa ve Mehmet Tunç'un 12 Eylül'den sonra gözaltına alındığını, ağır işkencelerden geçirildiğini kaydederek, 12 Eylül'ün bütün sorumlularının yargı karşısına çıkarılmasını istedi.

Mukaddes Çelik de 12 Eylül sürecinde kendisinin ve eşi İrfan Çelik'in ayrı cezaevlerinde bulunduğunu belirterek, eşinin 14 Eylül sabahı Davutpaşa Askeri Cezaevinde asılı olarak bulunduğunu, bunun 12 Eylül'ün ilk cinayetlerinden olduğunu söyledi.

Çelik, eşinin ölümüyle ilgili savcının işkence iddialarını görmezden geldiğini savunarak, ''Dava sembolik kalmasın. Binbaşı Adnan Özbek hem benim hem de eşimin kaldığı cezaevlerinde işkencelerde bulundu. O dönem işkenceye karışan diğer kişiler de yargı önüne çıkarılmalı'' dedi.

Gülşah Taç da evden bir kitapla çıkan oğlunun gözaltına alındığını, daha sonra işkence görüp hapse atıldığını anlatarak, ''Oğlumun yaşadıklarından o kadar etkilendim ki 7 yıl uyuyamadım, koltukta yattım'' diye konuştu. Taç, oğlunun cezaevinden çıktıktan sonra çatışma süsü verilen bir olayda öldürüldüğünü ileri sürdü.

Katılma talebinde bulunan bazı kişilerin avukatı Serdal Namkoç da milliyetçilerin, darbenin ardından gözaltına alınarak sistematik işkenceye tabi tutulduğunu, 8'inin idam edildiğini söyledi.

MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında sanık olan dönemin İstanbul İl İkinci Başkanı Yılma Durak'ın ağır işkencelerden geçirildiğini anlatan Namkoç, ''Berfo Kırbayır'ın devem eden acısına şahit olduk ama bu acılar sadece Cumartesi Annelerine ait değildir. Abdülkadir Yanık, Mamak'ta 12 gün işkence altında kalmış, itirafta bulunması için annesi Ümmühan Yanık, cezaevine getirilerek dövülmüştür. Sonra gözlerinin önünde oğluna işkence yapılmıştır'' dedi.

Duruşma sırasında yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren gibi 17 yaşındaki ülkücü Bekir Bağ'ın da işkenceyle öldürüldüğünü kaydeden Namkoç, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın işkence, kötü muamele ve cinayetlerden dolayı yargılanmalarını istedi.

''RÜYAMDA POLİS ÖLDÜRDÜM''

Salondaki bazı müdahil talebinde bulunanlar, mahkeme başkanına, kendilerine konuşma hakkı tanınmadığını, böyle yargılamanın olamayacağını söylediler. Bu sırada bazı kişilerin, salonu terk ettiği görüldü.

Ömer Öneren de ihtilal olduğunda Balıkesir de öğretmen olduğunu, gözaltına alınıp ağır işkencelerden geçirildiğini belirterek, ''Cezaevinden çıktıktan sonra her gece rüyamda polis öldürdüğümü gördüm. Mahkeme sadece iki kişiyle kalmamalı, işkenceci kişiler ve amirleri hakkında da işlem yapmalı'' dedi.
İsa Tekin ise 12 Eylül'de Diyarbakır'da gözaltına alındığını belirterek, ''Diyarbakır 5 nolu Cezaevi'nde 70 çeşit işkence yapılmıştır. Gayrimüslimlerin zorla sünnet ettirildiği akla hayale sığmayacak birçok işkenceye metodunun uygulandığını gördüm. Emir komuta zinciri içerisinde ere kadar herkesin yargılanmasını istiyorum'' diye konuştu.

Temel Demirer de 12 Eylül'ün bir ekonomik politika olduğunu savunarak, ''Burada sistemin yargılanmasını istiyorum'' ifadesini kullandı.

''DARBE TSK'YA DA ZARAR VERDİ''

Rahmi Yıldırım da Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yaparken darbenin ardından Kenan Evren'in imzasıyla 1982'de görevine son verildiğini belirterek, kendisinin de işkenceden geçtiğini, darbenin sadece sivil halka değil, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne de zarar verdiğini söyledi.

Bayrak Harekat Planı çerçevesinde teğmen olarak görev yaptığı Çanakkale'nin Çan ilçesinde sağ ve sol ayrımı yapmaksızın dernek, sendika, sivil toplum kuruluşu yöneticilerini gözaltına aldıklarını anlatan Yıldırım, ''Tahsin Şahinkaya'nın eşi Çan'daki seramik fabrikasının ortaklarındandı. Emrimdeki kuvvetlerle birlikte hem Çan'ın giriş-çıkışını tuttum hem de bu fabrikayı korudum'' dedi.

Rahmi Yıldırım, mahkeme başkanının soruları üzerine ''Bulunduğumuz yerde protokolde ben en ön sıradaydım. Kaymakam bile benim arkamda yer aldı'' cevabını verdi.

MÜDAHİL AVUKATLAR "DEVLETİN MAHKEMEYE BELGE YOLLAMADIĞINI" İDDİA ETTİ 
12 Eylül davasına müdahil olanların avukatları "devletin mahkemeye belge yollamadığı" iddiasında bulundu. 

12 Eylül davasına müdahil talebinde bulunanların avukatları, saat 14.00'a kadar verilen arada açıklama yaptılar. Müdahil avukat Senih Özay, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 3. duruşması devam eden 12 Eylül davasına ilişkin, "Devlet mahkemeye belge yollamıyor" iddiasında bulundu. 

Avukat Ömer Kavili, "Bugün Türk milleti adına yargılama yapan mahkemeden devlet sırrı gerekçesiyle mahkemeye belge yollamayanlar, hakimlere bir de yol göstermeye kalmışlardır" dedi. 

"Devletin hafızası yok edilmiştir" diyen Kavili, "Belgelerin asılları mahkemeye yollanmadığı gibi devletin arşivlerinde de yoktur. Bu dava çok ciddi bir tehdit altındadır ve bugün bu durum ortaya çıkmıştır" ifadelerini kullandı. 

Mahkeme Başkanı Süleyman İnce'nin "devlet sırrı niteliğinde gönderilmeyen hiçbir belge yoktur" yönündeki açıklamalarının hatırlatılması üzerine Kavili, şunları kaydetti: 

"Kurumların resmi yazışma usullerinde 'bir üst makamın bir alt makama bu hususunun dikkate alınmasını rica ederim' cümlesinin ne anlama geldiğini devlet terbiyesi olanlar bilir. Biz de devletin o işleyişini biliyoruz. Türk mahkemelerindeki yargıçlar neyi nasıl değerlendireceğini bilemiyor da onlardan akıl mı alması gerekiyor." 

Bir diğer müdahil avukat "belgelerin yerini bildiğini" kaydederek, "Daha önce bu deneyim yaşandı. Osmanlı'dan beri devlet geleneğinde belge tutma vardır. Belgelerin yerini biz biliyoruz. Eğer samimilerse kozmik odadır belgeler. Hakimin yetkisi vardır, kozmik odaya gidebilir. Bunun örneği daha önce yaşandı, Ankara'da bir hakim kozmik odaya girdi ve belgeleri inceledi. Eğer samimilerse biz burada mahkemenin ve hükümetin samimiyetini test edeceğiz" ifadelerini kullandı.

DEVRİMCİ 78'LİLER'DEN AÇIKLAMA 
Ankara Adliyesi önünde Devrimci 78'liler Federasyonu tarafından yapılan açıklamada ise, demokratikleşmenin devlet eliyle gerçekleşmeyeceği belirtilerek, "Meclis'i göreve çağırıyoruz" denildi. 

Darbe rejiminin ortadan kalkması için Meclis'in siyasi idare göstermesi gerektiği vurgulanarak, darbe döneminde vatandaşlıktan çıkarılanların duruşmayı izleyebilmeleri için yasal düzenleme yapılması istendi. Evren, Gürsel ve Sunay'ın cumhurbaşkanı sıfatlarını geri alınması istenilerek, darbecilerin mal varlıklarına el konulması gerektiği vurgulandı. Darbe mağdurları için telafi edici düzenlemeler istenilen açıklamada, 1982 Anayasası'nın derhal yürürlükten kaldırılması gerektiği belirtildi. 

Ayrıca grup adına avukat Mehmet Horuş, mahkemede kamu kurumlarından cevap gelmemesini eleştirerek, Bayrak Planı'nına ilişkin halen dosyaya ulaştırılmadığını kaydetti. 

Öte yandan yapılan açıklamada, MHP Lideri Bahçeli'nin dün yaptığı sağ-sol gerilimin bitirilmesine yönelik açıklamasına tepki gösterildi.