“SON ÇAĞ“ AKP’NİN DIŞ POLİTİKASI KURBANI OLDU

“Son Çağ” filmi, Bosna halkının 1995 yazında yaşanan Srebrenitsa Katliamı üzerinden Bosna halkının yaşadığı dramı işliyor.

Yönetmen Veysel Atasever’in üzerinde 3 yıl çalıştığı film projesi, destek bulmak için gittiği Türkiye’de köstek buldu ve film, çekilemeden engellendi. Bütün dünyanın bildiği Bosna dramı bir tarafa itilerek filme, Türkiye’de gösterilmekte olan “Diriliş-Ertuğrul” vb.lerinde olduğu gibi AKP iktidarının şoven-dinci ideolojisi yüklenmek istendi. Buna karşı çıkan ve direnen filmin senaristi, aynı zamanda yönetmeni olan Veysel Atasever, büyük zorluklar yaşadı, tehditler aldı ve Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı.

Filmin senaristi ve yönetmeni Veysel Atasever ile Avrupa Postası için “Son Çağ” filmi ve başına gelenleri konuştuk.

Filme giden yol, Hollanda’nın Dedemsvaart şehrinde sokakta yürürken Hollandalı bir erkekle çarpışmakla başlıyor. Bu çarpışma Veysel Atasever’i sonuçları bugüne kadar gelen zorlu bir sürecin peşine takıyor:

“2014 yılıydı. Hollanda’nın Dedemsvaart şehrinde sokakta yürürken biriyle çarpıştım. Ayak üstü özür dilerken adamın kolunda ‚Srebrenitsa' diye bir dövme gördüm. Annem Bosnalı olduğu için bu sözcük bana yabancı değildi.” 

HERŞEY SOKAKTA BİR YABANCI İLE ÇARPIŞINCA BAŞLADI

Çarpıştığı kişinin eski bir Birleşmiş Milletler askeri olduğunu ve Bosna’nın Srebrenitsa kentinde askerlik yaptığını öğrenmesi, onu, bu eski askerle yakın ilişki kurmaya itiyor. Çünkü bu eski BM askeri, 1995 yazında yapılan ve 8 bin kişinin katledildiği olayın tanığıdır. Bu olay, tarihte yerini “ Srebrenitsa Katliamı” olarak yer almıştır. Tam sekiz bin Boşnak erkek, Sırplar tarafından kurşuna dizilmiş ve topluca bir yere gömülmüşlerdi.

Olayın evlerine kadar uzanan yanından ayrı olarak bir sinemacı için ilginç bir öykü bu. Veysel Atasever de merakla bu öykünün peşine düşüyor. Eski BM askeri ile yeniden buluşuyor. “Dört gün kadar birlikte kaldım,” diyor ve ekliyor yönetmen Veysel Atasever: “Araba tamircisi olarak çalışırken anne ve babasına kızarak askere gitmişti. Ve gittiği yerde sekiz bin kişinin katledildiği Srebrenitsa Katliamı gibi bir vahşete yakından tanık olmuştu.

BOSNA’YA YERLEŞİYOR

Anlattıkları beni bir insan olarak derinden sarstı. Bir sinemacı olarak da harekete geçirdi. Almanya’ya döndüm ve katliam hakkında bulduğum şeyleri okudum, filmleri izledim. Yazacağım ve çekeceğim filmin duygusunu derinden hissetmeliydim. Ekibimden birkaç kişi ile birlikte hemen uçağa atlayıp Srebrenitsa’ya gittik. Küçük bir havaalanı. Güzel bir yerdi. Ama bilmediğimiz, tanımadığımız bir yerdi. İner inmez bir arabayla mezarlığa gittik. Mezarlığa gittiğimde yaşlı bir kadının bir mezar taşını temizlediğini gördüm. Katliamla ilgili izlediğim bütün filmlerde gördüğüm kadındı bu: Hatidze Mehmedovic. Yanına gidip elini öptüm. Kim olduğumu bilmiyordu; bizi alıp evine götürdü. Onun evinde on gün kadar kaldık.”

“HATİCE MEHMETOVİÇ İLE TANIŞINCA TÜM BOSNA İLE TANIŞMIŞ GİBİ OLDUM“

Bir iki ziyaretten sonra Srebrenitsa’ya yerleşiyor Atasever. “O ilk gün Srebrenitsa Anneler Derneği Başkanı Hatidze Mehmedovic ile tanışmış olmam, bütün Bosna ile taşımak gibi bir şeydi. Hatidze Mehmedovic Bosnahersek bu katliamda ailesindeki bütün erkekleri kaybetmişti. Oğulları, eşi ve kardeşleri katledilmiş, yalnız kalmıştı. Katliamın açığa çıkarılması için büyük çaba vermiş ve bu nedenle uluslararası alanda tanınan biriydi.”

Birçok yönetmen gelip gitmiş Bosna’ya. Ama konunun dramatik yönü zorlamış bir çoğunu. Atasever bütün bu gerçekleri bile bile, sinema alanında ilk uzun metrajlı filmini böylesine zor bir konuda çekmekte kararlı olduğunu bildiriyor. Parasızlık ise bir başka sorun. Köln’de ortak olduğu reklam ajansından ayrılıp, evini de bırakarak Srebrenitsa’ya yerleşiyor. 

“İyi bir film yapmak için bunu yapmak zorundaydım” diyor. “Travmalı bir insan, yaşadığı şeyleri unutuyor, o nedenle atlayarak anlatıyor. Anlattıklarından o derinliği yakalayamıyor insan. Bu nedenle ben de onlarla yaşamaya karar verdim. Günlük yaşamlarına girerek dramatolojinin derinliğini yakalamaya çalıştım. Tarlalara, dağlara gittim onlarla birlikte. Onların anılarından, hareketlerinden buralardaki geçmişin izlerini yakalamaya çalıştım.”

DAVUTOĞLU’NDAN ANKARA’YA DAVET

11 Temmuz 2015, katliamın 20. yıl dönümü. Bu nedenle 176 devlet başkanı veya başbakan bu anma yıldönümüne katılmak için Srebrenitsa’ya gelmiştir. Türkiye’yi temsilen de başbakan Davutoğlu katılmıştır. 

“Gelenleri karşılamak için Hatice ana (Hatidze Mehmedovic) ile birlikte tören salonunun kapısında bekliyoruz. Yakamda bir görevli kartı var. Başbakan Davutoğlu gelince onun koluna girdim ve yerine götürdüm. Bu arada film projemi anlatan dosyayı orada kendisine sundum. Ayak üstü bir konuşma oldu. ‘Güzel iş yapıyorsun’ dedi. Toplantıdan sonra Davutoğlu Hatice Ananın evine gitti. Ben de gittim. Orada kendisine projeyi biraz daha detaylı anlattım. Beni Ankara’ya davet etti.”

Davutoğlu’nun daveti üzerine Ankara’ya gidiyor. Davutoğlu’nun bir danışmanı onu, Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı’na, oradan da Sinema Genel Müdürlüğü ile görüşmeye götürüyor. Orada yapılan görüşmelerde, 'Destek veririz. Ama burada bir film şirketi kurmalısınız’ diyor.

“DARBE OLDU VE BEN KENDİ KENDİME FİLMİ UNUT“ DEDİM

Sinema Genel Müdürü’nün dediği gibi yapıyorlar.

Film adında bir LTŞ. kuruluyor hemen. AKP’nin 7 haziran 2015 seçimlerini kazanmaması işleri erteliyor. 

“Ankara’da koşturuyorum. Srebrenitska Katliamı’nı filme çekmek isterken 10 Ekimde gerçekleşen katliamın içinde kaldım. -İnsanlar can çekişirken alış veriş yapan insanların duyarsızlığını gördüm. İçim acıdı. Çok duyarsız bir milletmişiz meğer- Ben sağa-sola koşturuyor, ama AK Parti seçimleri alamayınca bizimle kimse ilgilenmiyordu. Herkes kendi derdindeydi. Ortalık karışık. Film Destekleme Fonu, bütün filmlere verdiği destekleri erteledi. Ben filmi Avrupa’da çekeceğimi söyledim. ‘Hayır, burada kal’ diyerek buna da karşı çıktılar. Zaman geçiyor, bana hep ‘bekle!’ diyorlar. Sonra askeri darbe oldu. Kendi kendime ‘Artık filmi falan unut!’ dedim”

“ERDOĞAN’IN PRENSESİ WILMA ELLES” DEVREDE

“Erdoğan’ın kelime-i şehadet getirterek Müslüman ettiği ve ‘Mücella’ ismini verdiği Alman oyuncu Wilma Elles’i aradım. Wilma ile ağustos 2016 yılında Bosna’da bir film festivalinde buluştuk. Wilma projeyi beğendi ve benden filmin getirisinin yüzde 50’sini istedi. ‘Benim ismim Erdoğan demek. Bütün kapıları açar!’ dedi. ’ Ortaklarımla görüştüm ve Wilma Elles’in önerisini kabul ettim. Yapımcı şirketin yüzde 50 ortağıydı artık.”

AKP 3 Kasım seçimlerini kazanınca Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü daha önce ertelediği film başvurularını yeniden ele alıyor. “Son Çağ” film projesi, şubat 2017 yılında bakanlık üzerinden verilen destek sıralamasında 950 bin lirayla ikinci büyük film desteğini alıyor.

HOLLANDA KRİZİ SONRASI FİLME MÜDAHALE

Senaryoda filmin bir ayağı Hollanda’ya uzanıyor. Hollanda-Türkiye krizinin başlaması “Son Çağ”ı etkiliyor. Hollanda ayağının senaryodan çıkarılması isteniyor. 

“Senaryo etkilenmesin diye ben de Hollanda hükümeti düzeyinde girişimlerde bulundum. Bana ‘sen bu ülkenin başbakanı mısın, gidip Hollanda ile görüşüyorsun?’ diyerek ilk kızan Wilma oldu,” diyor Atasever.

“Ben soruna başka bir pencereden bakıyorum. Filmin Türkiye için iyi olacağını düşünüyorum. Hatta bir seferinde TRT’nin daha büyük bir miktarla ortak olması için TRT Genel Müdürü ile yaptığımız bir görüşmede ona ‘Bosna ve Balkanların Cumhurbaşkanımız için ne kadar önemli olduğunu, bu olayı duyması halinde nasıl bir tepki vereceğini söyledim. Tabii Wilma gizliden beni uyardı: ‘Adamı tehdit ediyorsun’ dedi. Yani rahatım. Filme ilgi büyük.”

Hollanda kriziyle hava birden değişiyor ve filme müdahale daha genişliyor. Atasever o günleri şöyle anlatıyor: 

“SREBRENİTSA’DAKİ SAHNELERE TÜRK BAYRAKLARI YERLEŞTİR BASKISI“

“Arkasından Wilma ve TRT yetkilisi geldi. ‘Filmin dili Türkçe, ilk başlangıç yeri İstanbul, oyuncuların tamamı Türk olsun’ dediler. Bizim çatışmamız ilk böyle başladı. Katliamı yapan Sırplardı, senaryo da bu gerçeklik üzerine kurulmuştu. Kültür bakanı ve TRT ile görüşmelerimde bunu anlatmaya çalışıyordum. Ama görüştüğüm herkes ‘Filmin Türkiye’de başlamasını, Srebrenitsa’da çekilecek sahnelere Türk bayrakları yerleştirilmesini istiyordu. Ben bayrağıma karşı değil, ama filmde buna yer yok. 

BOSNALILAR TÜRKİYE’YE TEPKİLİ “SAVAŞTA YALNIZ BIRAKTILAR“

Çünkü aradan yirmi yıl geçmiş. Kaldı ki yirmi yıl önce yaşanmış bu savaşa Türkiye yardım da etmemiş. Bunu bütün Bosnalılar söylüyor: ‘Türkiye bize yardım etmedi,’ diyorlar. Zaten bu nedenle Bosnalılar Türkiye’yi sevmiyor. Ben oradayken çok kişiden duydum: ‘Bizim işlerimize karışmasınlar,’ diyorlar. Bosnalıların en çok tepki gösterdiği üç ülke var: Sırbistan, Rusya ve Türkiye. Ama şimdi benden Türk bayraklarını filme koymamı istiyorlardı. O zamanlar kendini hiç göstermemiş Türk bayraklarını, Bosna’da varmış gibi gösterecektim? Ben bir Türk milliyetçisi de değilim sonra. Belki bu konularda ortak bir yol bulabilirdik, ama sonradan anladım ki, istenen bambaşka şeydi: Senaryo tamamen değişmeli ve bu katliamın arkasında Batı Avrupa olduğunu işlemem istiyorlardı. Bunu kabul edemezdim. Çünkü Bosna’da katliamı yapanlar, Rusya’nın desteklediği Sırplardı. Bütün dünya, Bosna’da yaşayan herkes bunu biliyordu. Böyle bir şeyi nasıl yapardım. Film film olmaktan çıkacak, propaganda filmine dönüşecekti. Oysa ben ilk ilişkiye geçtiğimden beri bu filmin hedefi Oscar diye söylüyorum. Türkiye’ye güç verecekse bu yoldan vermesi gerektiğini savunuyordum.

“SANA PARA VERELİM, GİT BAŞKA FİLM ÇEK“

Politik bir geçmişim bulunmadığı için söylenenlerin arka planlarını çıkaramıyor çok sonradan fark ediyorum. Bana ‘Katliamın arkasında Batı’nın olduğunu göster’ dedikleri dönemde, Türkiye’nin Rusya ve Sırbistan ile yakınlaşmaları hızlanmıştı. Filmi de bu politikanın bir aracı haline getirmek istiyorlardı. Hatta Kültür Bakanı Yalçın Topçu ile görüştüğümde bana, ‘Bak yeğenim, sana para verelim git başka bir film çek’ dedi. ‘Neden başka bir film çekeyim, efendim?’ dedim. Dedi ki ‘Biz Rusya ve Sırbistan ile petrol boru hatları gibi konularda yeni anlaşmalara gidiyoruz. Bu film buna zarar verebilir.’ 

WİLMA ELLES “BEN ERDOĞAN’A SÖZ VERDİM, FİLM BÖYLE ÇEKİLECEK“

Ben hem sanatıma hem de Bosna halkına bu ihaneti yapamazdım. Bunu yaptığımda Bosna’ya bir daha ayak basamaz, o insanların yüzlerine bakamazdım. Çünkü onları kullanmış olacaktım.

Durumu yeniden Wilma ile görüştüm: Filmin neden bu duruma sokulmak istediğini sordum. O da ‘Çünkü ben Erdoğan’a söz verdim. Film, hükümetin istediği biçimde çekilecek!’ dedi. Ayrıca Wilma özel isteklerde de bulunuyordu. Filmde rol almak istiyordu. Bu alanda da sorunlar yaşıyorduk. Bana göre Wilma iyi bir oyuncu değil. Bir yönetmen hatır için kimseye rol vermez.”

“FİLMİ BATI’YA KARŞI ALET ETMEK İSTEDİLER“

Üzerinde büyük bir politik baskı kurulduğunu söyleyen Atasever, “Erdoğan’ın Hollanda’yı soykırım yapmakla suçlaması tam da bu döneme denk geliyor,” diyor ve ekliyor: “Filmin bu politikayı haklı çıkarır biçimde yapılması isteniyordu. Bu koşullarda kapışmalarımız oldu, oradan oraya gönderiliyorum, ben projeyi korumaya çalışıyorum, ama her seferinde bir gerekçe çıkartıyorlardı. Amaçları şuydu: Kendileri bir konsept oluşturmuştu, beni de bunun içine atmak istiyorlardı. Batı’yı suçlu göstermek!”

“Onlara söyledim, ‘bana yanlış yapabilirsiniz, ama bunu Srebrenitsa’ya yaparsanız bunu kabul etmem. Her şeyi aşarım. Beni öldürseniz bile bunu yaparım’ dedim. Wilma’ya dedim ki, ‘Git Erdoğan’a söyle. Beni durduramazsınız. Çünkü öldürülen o 8 bin 372 kişinin ruhunu ben içimde taşıyorum, senaryoyu o ortamda, yaşayarak yazmışım.”

İLİŞKİLER KOPUYOR, BASKI BAŞLIYOR

AKP’nin dış politikasını güçlendirmek için hazırlanan konsepte dahil olmak istememesi nedeniyle baskı altına alındığını, Kültür Bakanlığı’nın daha önce vermeyi kabul ettiği ödeneği vermediğini, geri alındığını ve yetmezmiş gibi tehdit edildiğini, söyleyen Veysel Atasever, “İlişkileri düzeltmek için bir milletvekili –ismi bende saklı- ile görüştüm. Kendisini Almanya’dan tanıyorum.

“MİLLETVEKİLİ ODASINDNA KOVDU, UETD KAPILARI KAPATTI“

Burada ki görüşmelerimizde beni el üstünde tutan sözünü ettiğim milletvekili, orada beni bürosundan kovdu. Danışmanı ise uğraşılarının karşılığı olarak filme verilecek fonun yüzde 10’unu istedi. ‘Burası Türkiye!’ sözünü çok duymuştum. Tuhaf bir durum. Buraya geldiğimde UETD yönetiminden insanlarla da görüştüm. Ama bütün kapılar kapatılmıştı.“ Sorunu basına ve kamuoyuna açıklayacağını söylemesinin ardından, tehdit ve baskı altına alındığını sözlerine ekliyor. Hem maddi hem de manevi olarak zor duruma düşürüldüğünü de ekliyor: “Şimdiye kadar 100 bin Euro harcama yaptım,” diyor.

Karşı dava açtığını, ama baskı ve tehditle avukatların korkudan davayı almadıklarını da ekliyor. “Şu an Türkiye’de davamı takip edecek bir avukat bulamıyorum” diyor.

“TEHDİT EDİLİYORUM“

Wilma bana, “Dava falan açarsan, bir daha Türkiye’ye dönemezsin; burada cezaevine attırırım,” dedi. Almanya’ya geldikten sonra durumunu polise bildirdiğini de ekliyor.

Kendisinin fondan bir kuruş almadığı halde Wilma Elles’ini kendisine dava açtığını, bunun herkese uygulanan bir Scientology Effekt yöntemi olduğunu da söyleyerek şöyle devam ediyor: “Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle Alman şovmen Böhmermann’a yaptıkları gibi; 15-20 avukat birden gönderiyorlar. Karşı taraf daha dava açmadan kendileri dava açıyor, baskı ve tehditlerle karşı tarafı mağdur ederek veya korkutarak olayı kapatıyor veya kaybettiriyorlar. Ve bundan gelir de elde ediyorlar. Örneğin; Wilma Elles’in ortağı Kerem Göğüş’ün bu işleri yürüterek zengin olduğu biliniyor. Bu kişiler güçlü kişiler. Haklarında açılmış ve basına yansımış davaları Google’den silebilecek kadar güçlüler. Bürokrasi ve yargıda çok güçlü ilişkilere sahipler. Eğer TRT ve benzeri kuruluşlardan bir para alınmış ise bunun yapımcı şirketin yöneticisi olan Wilma Elles tarafından alınmış olabileceğini, ama kendisinin kesinlikle beş kuruş olsun almadığını söylüyor. 

“Bu durumda asıl mağdur olan benim ve ben de hakkımı arıyorum. Bu nedenle durumu basına ve kamuoyuna duyurmak istiyorum.”

ALMAN POLİSİ KORUYOR

Kendisi için Türkiye kapısının kapandığını söyleyen yönetmen Atasever, tehdit ve baskı altında olduğunu da söylüyor. Alman polisinin kendisini koruma altına aldığını, ama yaşamını hep böyle sürdüremeyeceğini gördüğünü ve en doğru yöntemin basın ve kamuoyu ile kuracağı ilişkiler çerçevesinde kendini koruma altına almanın daha mantıklı olacağını düşündüğünü söyledi.

“Yaşadıklarım tabii ki benimle ilgili bir durum. Bunun hukuki savaşımını veririm ve veriyorum. Sonuçta benimle sınırlı bir olay. Beni daha çok üzen Bosna ve Srebrenitsa halkının aldatılmış olması. Onlara karşı verecek bir yanıtım yok. Üzgünüm ve de mahcup!”